30 Aralık 2011

2011'in en iyi 10 yabancı filmi

Tam bir "Liste kurdu" olduğumdan sürekli yeni listelerle çıkıyorum karşınıza. Bu sefer 2011-2012 arasında ülkemizde vizyona girmiş yabancı filmlerden en çok beğendiklerimi sunuyorum. 2011 yılı içerisinde vizyona girmediği için Lars Von Trier'ın başyapıtı Melancholia'yı önümüzdeki yıla saklamak durumundayım. Listemde geçen yılın Oscar Töreninde Yabancı dilde en iyi film kategorisinde yarışmış 2 film ve bir de İspanyol filmi var. Geri kalanlar Amerikan yapımları. En iyi 10 film listeme giremeyen ama çok sevdiğim filmler de şunlar oldu: A Seperation, Midnigth in Paris, Incendies, Never Let Me Go, The Kids are all right, 127 Hours, The Fighter ve The Adventures of Tintin.



En iyi 10 yabancı film


1- Black Swan

2- Hugo

3- The Tree of Life

4- The Skin I Live In

5- İn a better world

6- The King's Speech

7- Marcin Call

8- Biutiful

9- The Ides of March

10- Rise of the Planet of the Apes




Not: Hugo, The Tree of Life, The Ides of March, Margin Call, The Skin I Live In ve Rise of the Planet of the Apes'in eleştirilerine Blogumda bulabilirsiniz.

27 Aralık 2011

Star Wars ilk üçleme (Parodi)

Anakin, Darth Vader'a dönüşmüş ve kötülüğüyle nam salmaktadır. Obi-Wan ise Anakin'in ikiz çocukları Leia ve Luke'u kainatın iki farklı köşesine yerleştirir. Leia prenses gibi yaşarken Luke, Obi-Wan'ın akrabalarınca büyütülür. Kader onları bir araya getirir. Luke ve Leia nikah masasındadır. Obi-Wan düğünü basar.
-Obi Wan: Durun bu nikah kıyılamaz. Sayın Belediye Başkanım, Luke ve Leia kardeş hem de ikizler. Çok şükür ki yetiştim yoksa bir facia olacaktı.
-Luke: Çok geç kaldın birader. Biz evleneli bir 6 yıl oluyor.
-Leia: Bakın iki tane de çocuğumuz var. Hiç geçinemiyorlar ama biliyon mu? Sürekli kavga sürekli kavga, üçüncü de yolda bu arada
-Obi Wan: Hay allah! Ee nikah masasında ne işiniz var o zaman?
-Luke: Nikah tazeliyoruz
-Obi Wan: Bir şey anladıysam arap olayım
-Luke: Bunda anlamıyacak ne var yahu?
-Obi Wan: Ne mi var? Birincisi birbirinizden o kadar uzağa yerleştirdim ki bir araya gelmenizi aklım almıyor. İkincisi daha 20 yaşındasınız ya, ne zaman evlendiniz de üçüncü çocuğu bekliyorsunuz?
-Luke: Başkan üç çocuk istedi, biz de durmak yok yola devam dedik heheh
Obi-Wan, Luke ve Leia ile düğün salonundan ayrılır ve çiftin evine misafir olur.
-Obi Wan: Bakın çocuklar, babanızı öldüren adamı tanıyorum ben. Adı Darth Vader
-Luke: Daha ne bekliyoruz o zaman?
-Obi Wan: Luke eğer Darth Vader'ı alt etmek istiyorsan bir Jedi olman lazım. Bunun için de sıkı bir eğitimden geçmen gerekecek.
Obi-Wan ve Luke yola koyulur.
-Luke: Kollarını kesecem onun!
-Obi Wan: Merak etme zamanında ben ikisini de kestiydim
-Luke: O zaman ben de bacaklarını keserim!
-Obi Wan: Şey! Biliyon mu ben onları da...
-Luke: Ohoo! Sen de bize hiçbir şey bırakmamışsın Obi Wan.
-Obi Wan: Sen bunları düşünme ilk önce eğitimini tamamlaman lazım. Yoda adlı bir abimiz var kendisi hocaların hocasıdır. Seni ona götürüyorum. Ha! Bu arada şu iki robotu da yanına al. Küçük olan konuşamıyor ama altın sarısı olan onun dilinden anlıyor.
-Luke: Adları ne bunların?
-Obi Wan: Küçük olan R2-D2, altına bandırılmış olan c3po
Obi Wan ve Luke Yoda'nın yanındadır.
-Obi Wan: Hocam nasılsın görüşmeyeli?
-Yoda: İyi olmak ben. Tüyü bitmemiş bu çocuk da kim?
-Obi Wan: Bu çocuk var ya bu çocuk! Cumhuriyetin kurucusu olacak. Tabi sayende. Hadi ben kaçtım artık eti senin kemiği benim
-Luke: Hocam merakımı bağışla sen burda yalnız mı yaşıyon? Anan baban yok mu senin?
-Yoda: Anam kötü yola düşmek. Babam da öleli çok olmak. Caninin teki olmak o. Kime sorsan bilmek onu
-Luke: Hadi ya! Bir adı var mıydı?
-Yoda: Hitler denmek ona
-Luke: Hittir git ordan ya! Dalga mı geçiyon sen benle. Hadi hangi hareketten başlıyoz?
-Yoda: Önce bulaşıkları yıkamak sen
-Luke: Hocam sende bunama belirtileri görmek ben. Ben var Cumhuriyeti kurmak Understand?
-Yoda: Sen hiç Karate Kid'i izlememek
-Luke: Ha! Şimdi anladım. Cilala parlat diyosun
-Yoda: Sonunda anlamak sen
-Luke: Hocam sen Türkçe'yi Mars'ta falan mı öğrendin?
-Yoda: Sen nasıl bilmek bunu?


Luke 3 hafta boyunca bulaşıktan tuvalet temizliğine, inek sağmaktan kapıcılığa kadar bir çok ayak işini yapar. Eğitimini tamamlayan Luke, Yoda ile vedalaşır.
Luke, Darth Vader'ın karşısına çıkar
-Vader: Ben de seni bekliyordum Luke
-Luke: Sadece sen mi? Bütün Kainat bu karşılaşmayı bekliyo, hatta yüzyılın derbisi diyollar.
-Vader: Yalnız dikkatini çekerim seyirci avantajı bende 12. adam yani
-Luke: Derbilerin favorisi olmaz
-Vader: Luke, çarpışmamız gerekmiyor aslında biz aynı taraftayız
-Luke: Yok ya! Babamın katilisin sen!
-Vader: Nee! Ben senin babanım. Obi-Wan demek böyle kandırdı seni
-Luke: Yalancının...
-Vader: Ta ebesini...
-Luke: Ama Obi-Wan dediydi ki-
-Vader: Bak Luke, Obi-Wan benim hocamdı. Sever sayardım kendisini ama bir gün bir seçim yapmam gerekiyordu. Bende senin ananı-
-Luke: Asıl ben senin ananı!
-Vader: Dur bi dinle ya! Öyle değil. Bende ananı kurtarmayı seçtim. Sonrasını biliyon zaten benim kollar bacaklar gitti.
-Luke: Peki 20 yıl boyunca insan bi arayıp sormaz mı?
-Vader: Aramak ne kelime oğlum. Kainatın altını üstüne getirdim. Hadi artık öp elimi de barışalım.
-Luke: Yalnız ben buraya Cumhuriyeti kurmak için geldim. Nolcak?


-Vader: Ya! Yemişim Cumhuriyetini! Senle el ele verdik mi üüf!
-Luke: Ya Palpatine! Onu unuttun galiba
-Vader: Basarız tekmeyi götüne! O kadar basit
-Luke: Baba, bir şey daha var
-Vader: Çocuğun mu var derdin var. Hadi söyle bakalım.
-Luke: Yüzyılın maçı nolcak? Kainat bu maça kilitlendi. Ayıp olmasın sonra
-Vader: Doğru diyon oğlum. biz de gösteri maçı yaparız.
Vader ve Luke bir gösteri maçı yapar. Maç tüm zamanların en büyük reytingini yapar.
-Luke: Baba hadi bize gidelim. Sana bir sürprizim var.
Luke'nin evine gelirler
-Luke: Baba bak bu ikiz kardeşim Leia
Vader ve Leia kucaklaşır
-Luke: Kendisi aynı zamanda karım olur
-Vader: Ne diyon lan sen? Elimden bi kaza çıkmadan çabuk anlatın şu işin aslını
Luke anlatır da anlatır. Vader biraz yumuşar
-Luke: Hadi çocuklar öpün dedenizin elini
-Vader: Pek tatlılarmış be!
-Luke: Sesleri de çok iyi
-Vader: İyi iyi aferin
-Leia: Baba üçüncü de yolda biliyon mu?
-Vader: Ulan Luke! Sen de hiç boş durmamışın. Kime çektin bilmem
-Luke: Baba şimdi konuşturma beni. Senin şu hareminin ünü Fizan'a kadar ulaştı.
Darth Vader bir daha kötülük yapmadı. Tövbe etti. Luke ve Leia mutlu bir hayat sürdü. Üçüncü çocukları bekledikleri gibi kız olunca adını Madonna koydular. Palpatine sürgüne gönderildi. Obi-Wan'ın hayalindeki Cumhuriyet asla kurulamadı. R2-D2 ve c3po da açlık grevine başladı. Grevin sebebi hiçbir zaman anlaşılamadı...

26 Aralık 2011

Game of Thrones

Yüzüklerin Efendisi'nin ardından şöyle uzun soluklu tarihi\fantastik bir filmin yolunu gözlerken Game of Thrones adlı bir dizi çıkageldi. George R. R. Martin'in Buz ve Ateşin Şarkısı isimli roman serisinden ilk kitabı olan Game of Thrones'tan aynı adla uyarlanan dizinin 10 bölümden oluşan 1. sezonunu geride bıraktık. Öncelikle dizinin yarattığı dünyaya bir bakalım.

Hikaye, çok çok eski bir çağda geçiyor. Dünya 7 krallığa ayrılmakta ve hepsi tek bir merkezden yönetilmektedir. Bu noktada dizinin iktidar mücadelesi üzerine kurulduğunu söyleyebiliriz. İlk sezonda gördüğümüz kadarıyla dizinin 4 ana uğrak noktası var: Güney (Lannisterler), Kuzey (seyircinin empati kurmakta hiç de zorlanmadığı onurlu Starklar), Göçebe Dothraki kabilesi ve Krallığın korunduğu Duvar. Game of Thrones'in dünyasında yazları da kışları da bir başka. Yazlar on yıllar sürebilirken kışlar bir insan ömrü kadar sürebilmektedir. Öyle ki bazı gençler henüz kışın nasıl bir şey olduğundan bihaberler. Ve kış günden güne yaklaşırken dizideki gerilim de gün be gün artıyor. Taht mücadelesinin yanında bin bir türlü entrika dönüyor. İlk iki bölümüyle seyircisini çar çabuk bağlayan Game of Thrones, 7. bölümde yaşanan beklenmedik gelişmelerle hal ve gidişatını da değiştiriyor.

Starklar
Game of Thrones'in mitolojisine bakacak olursak; Anlatılanlara göre bir kaç yüzyıl önce Ejderhalar yaşamaktaymış. Bir efsane mi yoksa gerçek mi? Karakterler kadar bizim de kafamızı kurcalayan bir soru bu. Neyse ki ilk sezon biterken sorumuzun cevabını da alıyoruz. Hikayenin fantastik ayağını oluşturan bir başka unsur da Ak gezenler. Ancak korkunç oldukları dışında pek malumatımız olmayan varlıklar bunlar. Game of Thrones, tarihi bir dizinin olmazsa olmazları diyebileceğimiz; iç ve dış mekanların, kostüm ve makyajın inandırıcılığı ve başarılı oyunculardan oluşturulan cast'ı ile dört dörtlük bir dizi olmayı başarıyor. İkinci sezonun daha fantastik daha kasvetli ve daha görkemli olacağını söyleyebilirim.

25 Aralık 2011

Drive

2011'in adından sıkça söz ettiren filmi Drive ülkemizde 10 Şubat 2012 tarihinde vizyona girecek. Drive'ın yönetmen koltuğunda açıkça söylemek gerekirse hiç duymadığım bir isim oturuyor: Nicholas Winding Refn. Ne tesadüftür ki dün izlediğim 2009 Danimarka yapımı Valhalla Rising adlı filmin yönetmeni de kendisi çıktı. Ve bu iki film sonrasında takibe aldım N. W. Refn'i.

Filmimiz, sinemanın kalbinin attığı yerde Hollywood'da dublörlük yapan usta bir araba sürücüsünün geceleri de kendi kuralları doğrultusunda soygunlara katılmasını konu ediniyor. Sürücümüzün hayatı komşusu İrene'in hapisten yeni çıkan kocasıyla tanışması ve başı belaya giren adama yardım etme girişimiyle alt üst olacaktır. İrene ve oğlu ile dostluğun da ötesinde bir bağ kuran sürücümüz (adsız bir karakter bu) hayatları tehlikeye girince gözünü de karartacaktır.

Drive'ın açılış sekansı beklentileri bir hayli yukarı çekiyor. Bu açılış sekansında; sürücümüzün soygunlarda nasıl çalıştığını ve araba kullanmadaki maharetlerini görme imkanı buluyoruz. Ana karakterimizin az konuşan, sessiz bir tip olması ve asosyalliği onla empati kurmamızı güçleştiriyor fakat bu kesinlikle filme zarar vermiyor aksine merak duygumuzu kamçılarken filme olan bağlılığımızı artıran bir unsur oluveriyor. Tam da bu noktada -masumu korumak için her şeyi yapan korumacı erkek stereotipi- akla Martin Scorsese'nin klasiği Taxi Driver'ın ana karakteri Travis Bickle'ı getiriyor. Zaten Taxi Driver'ın Drive'ın atası olduğunu söyleyebiliriz. Nicholas Winding Refn'in yönetmenliği, filmin kurgusu, senaryosu, oyunculukları, filmin ruhunu yansıtan enfes müzik çalışması ve görselliği birinci sınıf. Özellikle helikopter eşliğinde yapılan gece çekimlerinde Los Angeles'ın ışıltısı görülmeye değer. Bu arada Drive'ın adına bakıp da bir aksiyon filmi beklememek gerekiyor. Zira önümüzde aksiyon soslu bir drama var. Bir suç öyküsü bu ve bir yandan da soygun filmlerine taze bir bakış açısı getiriyor denilebilir. Drive; ağır ilerleyen fakat sıkmayan, kanlı fakat aşırıya kaçmayan, Ryan Gosling ve Carry Mulligan'ın adete gözleriyle oynadığı şık bir film.

Son söz: Drive'ın 2012 yılının en iyi 10 filmi listemdeki yeri hazır diyebilirim 8.8\10

24 Aralık 2011

Terminatör II Aşure Günü

-T800: Sen Can Kanır mısın?
-Can: Evet de sen kimsin?
-T800: Hayatın tehlikede benimle gel
Tenha bir yerde T800, olan biteni Can'a anlatır.
-Can: Sen robotsun ve kendimi kurtarmak için seni gelecekten bugüne gönderdim öyle mi?
-T800: İnanmayacağını söylemiştin. T800, cebinden bir çakı çıkarır, elinin derisini keser ve deriyi söker. Metal el ortaya çıkar.
-Can: Ana! Essahmış! Peki şu Aşure Günü'nü tekrar anlatsana
-T800: 2040 yılında insanlık makinelerle girdiği savaşı kaybetmek üzereydi. Bir gün sen evinde aşure yerken bir robotun saldırısına uğruyorsun. Elindeki aşure kasesini robotun suratına fırlatıyorsun ve robot anlaşılmaz bir şekilde imha oluyor. Sonra anlaşılıyor ki, aşure makineleri kullanılmaz hale getiriyor. Makineler de savaşı kazanabilmek için geçmişe T1000 model çok gelişmiş bir robot yolluyorlar.
O sırada T1000 ortaya çıkar ve otobanda amansız bir kovalamaca başlar.
-Can: Bu nasıl robot ya! Kılıktan kılığa girdi
-T800: Cıvadan yapıldı o. Son teknolojidir.
-Can: Biz Türküz koçom. Hava cıva gelir bunlar bize. Bir plan yapmalıyız yalnız
-T800: Olumlu
-Can: Konuşmanı biraz düzeltmemiz lazım. Biriyle konuşurken robot olduğun anlaşılmasın. Mesela plan yapmamız lazım dediğimde sen şöyle diyeceksin: "Tamam abi yapalım" ya da " Sen yeter ki plan iste planın Allahını yapayım sana" Anladın mı?
-T800: Eyvallah!
-Can: Heh! hemen de kavradın olayı
-Can: Bu arada anamı bi akıl hastanesine kapattılar. Hadi kurtaralım onu
Can ve T800, bir araba çalıp yola koyulurlar.
-T800: Annen ölmüş olabilir
-Can: Ne diyon sen T800?
-T800: T1000'in diğer hedefi de annen Sara kanır
-Can: Dua et de akıl hastanesine önce biz varalım
-T800: Ben dua bilmem ki!
-Can: Kafam kadar bilgisayarın var. Bak da öğren!
Bir süre konuşmadan yola devam ederler. Can ağlamaya başlar
-T800: Ne oldu Can? Gözünden akan ne?
-Can: Ağlıyorum. şimdi sana bunu da açıklamam gerekecek. Bak bir şeye üzüldüğün zaman ağlarsın. Bazen de mutluluktan ağlarsın tabi anladın mı?
-T800: Bir şey anladıysam Arap olayım. Gerçi bunun da ne demek olduğunu anlamadım ya! Neyse
Can, radyoyu açar Ferdi Tayfur'dan acıklı bir şarkı çalmaktadır.
-Can: Mesela bak bu seni ağlatır tamam mı?
-T800: Şimdi ne demek istediğini anladım.
Can, radyoyu kapatır ama Ferdi'nin şarkısı çalmaya devam eder.
-Can: Allah Allah! Radyo kapanmıyo!
-T800: Radyo kapalı. Şarkıyı ben söylüyorum.
-Can: Nasıl ya! Ama Ferdi'nin sesi
-T800: T1000 nasıl her istediği insanın kılığına bürünebiliyorsa ben de istediğim herkesin sesini aynen taklit edebiliyorum.
-Can: Şunu daha önce niye söylemedin abi ya! Bütün bu işler bittikten sonra napçaz biliyon mu?
-T800: Biliyom tabi! Ben Michael Jackson'ın sesini taklit edicem. sadece sesiyle de kalmıcam. onun o meşhur moonwalker dansını da öğrenicem. sonra senle turneye çıkacaz, bütün Dünya'yı dolaşıp voliyi vurucaz.
-Can: Vay canına! Kafan- şey yani bilgisayarın müthiş çalışıyor. Nerde üretildin sen?
-T800: Çorum
-Can: Ulan insan gelirken leblebi getirir be!
-T800: Bak yol tıkanmış


-Can: Bülent Ersoy değil mi o?
-T800: T1000 o. Yine kılık değiştirmiş
Can ve T800 başka bir yoldan hastaneye ulaşmayı başarır. O sırada T1000 de gelir. Bizimkiler yine kaçmayı başarır.
-Sara: Can, ben bu teneke yığınına hiç güvenmiyom söyleyeyim. Sen doğmamıştın. Ta o zamanlar bu soysuz peşimdeydi. Ayrıca babanın katilidir tanıştırayım.
-Can: T800, doğru lan bunlar?
-T800: Yok ya! O ben değildim ki! Fiziken öyleydim de sen beni yeniden programlayınca her şey değişti.
-Sara: Öyle olsun bakalım. Eee! Şimdi ne yapıyoruz?
-Can: En yakın Demir-Çelik fabrikasına
-Sara: Ne işimiz var oğlum orda?
-Can: Sen merak etme anne.
Demir-Çelik fabrikasına ulaşırlar. T1000 de peşlerindedir. T800 ve T1000 Fabrikada kapışırlar. T1000, T800'ün önce bir kolunu koparır sonra da etkisiz hale getirir onu.
Can ve Sara da fabrikada birbirinden ayrılırlar.
-T1000: (Sara Kanır olmuştur) Can nerdesin?
-Can: Burdayım anne
Can, tam annesine doğru hareketlenir. O sırada annesinden bir tane daha çıkar karşısına. Can şimdi ikisinin ortasındadır.
-Can: Bi dakka! Hanginizin annem olduğunu anlamak için bir test yapacam. Annem bunu kesin bilir. Asgari ücret ne kadar?
-Sara: Eee! 715 TL
Can, annesine koşarken diğer Sara da cevap verir
-T1000: Brüt 837 TL
-Can: O da doğru. Peki en sevdiğim şarkı?
-Sara: Asla Vazgeçemem
-Can: Kimden vazgeçemem?
-Sara: Scarlett Johansson
-Can: Neyinden vazgeçemem?
-Sara: Etinden sütünden töbe töbe!
-Can: Tamam annem sensin
Can, annesine sarılır. O anda T800 ortaya çıkar. Elinde pompalı tüfeği vardır.
-T800: Ah yanar döner A'acayipsin! T800, bu sözlerin ardında silahını ateşler. T1000 lavın içine düşer. 
-T800: Can, güvenliğiniz için benim de o lavın içine girmem gerekiyor.
-Can: Valla bırakmam. Hani Dünya'yı dolaşıp voliyi vuracaktık?
T800, bir zincire tutunarak yavaş yavaş lavın içine doğru iner
-T800: I will be back
-Can: Küfür etme lan çarpılcan!
-T800: Yok be oğlum geri dönecem diyom.
-Can: Haa!


23 Aralık 2011

Milenyum Üçlemesi


İsveçli yazar Stieg Larsson'un ölümünden hemen sonra basılan üç kitaplık polisiye serisi kısa zamanda bir hite dönüşmeyi başardı ve romanlar ardı ardına sinemaya uyarlandı. Avrupa'dan çıkan üçleme (Ejderha Dövmeli Kız, Ateşle Oynayan Kız ve Arı Kovanına Çomak Sokan Kız) ilgiyi sonuna kadar hak ediyor. Hollywood'un yeniden çevrimini yaptığı serinin ilk filmi Ejderha Dövmeli Kız hemen belirtmeliyim ki başyapıt düzeyinde bir polisiye\gerilim örneği. Seriye başlamak için Fincher'ın filmini beklemeyin diyorum ve filmlere geçiyorum.

The Girl With The Dragon Tattoo (Ejderha Dövmeli Kız)

Milenyum Dergisi yazı işleri müdürü Mikael Blomkvist hapse girmek üzeredir. Lisbeth Salander ise karanlık bir geçmişi olan asi bir genç kızdır. Bu iki ana karakterin yollarının kesişmesi Blomkvist'in bir süreliğine dergiden ayrılıp özel bir iş teklifi alması ve 40 yıl önce esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolan bir kadını araştırırken Lisbeth Salander'den yardım istemesiyle gerçekleşecektir. Milenyum üçlemesinin bu ilk filmi bizi karakterlerle tanıştırıp ana hikayenin alt yapısını oluştururken biraz polisiye biraz da dedektiflik öykülerini anımsatan esrarengiz ve gerilim yüklü bir film olup çıkıyor. Türün son yıllardaki en iyi örneği olan Ejderha Dövmeli Kız, gücünü hikayesinin yanında yeni tanıma imkanı bulduğumuz Avrupalı oyuncu kadrosundan ve İsveç'in soğuk ikliminin görsel olarak filmi benzersiz kılmasından alıyor şüphesiz. Film, Kill Bill'in "Gelin"inden sonra yepyeni bir intikam peşinde koşan kadın karakteri kazandırıyor sinemaya. Beğenenler olsa da eleştirmenlerimizin genel olarak burun kıvırdığı Ejderha Dövmeli Kız'a gözümü bile kırpmadan 8.5 veriyorum.

The Girl Who Played With Fire (Ateşle Oynayan Kız)

Mikael Blomkvist, Kadın ticaretini araştırmaktadır. Bu konu üzerinde çalışan bir gazeteci ve sevgilisinin ve Lisbeth'in gözetmeni Bjurman'ın da öldürülmesiyle suç Lisbeth Salander'in üzerine kalır. Salander'in geçmişinin de gün yüzüne çıkmaya başlamasıyla filmin gidişatı değişecektir. Ateşle Oynayan Kız, ilk filmin başarısının çok uzağında kalıyor ne yazık ki! Bunun 3 ana sebebi var:  Birincisi yönetmen değişikliğine gidilmesi, ikincisi ilk filmdeki atmosferin yakalanamaması ve son olarak da filmin Lisbeth Salander'in hikayesine odaklandıkça gizemini kaybetmesi ve temposunu koruyamaması.  6\10

The Girl Kicked The Hornets' Nest (Arı Kovanına Çomak Sokan Kız)

Üçüncü filmde ağır yaralanan Lisbeth Salander, hastaneye kaldırılır. Sağlığına kavuştuğunda 3 cinayetten sorgulanması sebebiyle mahkemeye çıkartılacaktır. Lisbeth Salander'in masumiyetini kanıtlamasına Mikael Blomkvist yardım edecektir.  İkinci filmde bahsettiğimiz sorunların bir kısmı bu üçüncü filmde de olmasına karşın seyir keyfi daha yüksek. Lisbeth Salander'in geçmişine ait tüm gerçekler bir bir su yüzüne çıkarken daha önce bahsetmediğim derin devlet meselesi de bir sonuca bağlanıyor.  6.5

Son söz: Eğer seriye İsveç yapımı Ejderha Dövmeli Kız ile başlarsanız devam filmlerini de görmek isteyeceksiniz.

21 Aralık 2011

Rise of the Planet of the Apes


1968 yapımı Maymunlar Cehennemi (Planet of the Apes) bugün artık bir kült-klasiktir. Bilimkurgu sinemasının en iyi filmlerinden olan Planet of the Apes, Evrim Teorisini ters-yüz ediyordu. Günümüzden çok çok uzak bir gelecekte insanlar ve maymunlar evrim geçiriyor, maymunların evrimi ileriye doğru giderken; Maymunlar, düşünebilen, konuşabilen uygar bir toplum olmuştur. İnsanların evrimi ise geriye doğru işlemiş ve insan hayvandan farkı olmayan bir yaratığa dönüşmüştür. Planet of the Apes, Evrim Teorisinden yola çıkarak kendi gerçekliğini yaratıyordu diyebiliriz. Bu ilk filmin yakaladığı başarı sonrası peşi sıra 4 devam filmi daha çekildi. 2001 yılında Tim Burton ilk filmin yeniden çevrimini bile yaptı. Ancak bu filmlerin hiçbiri nasıl oldu da maymunlar üstün bir ırk olup dünyaya hakim oldular sorusunun cevabını veremedi. Devam filmleri denedi ama sağlıklı cevaplar verdiğini söyleyemeyiz. İşte önümüzdeki film Rise of the Planet of the Apes bu soruya bir cevap niteliğinde.

Planet of the Apes serisi; üç, dört ve beşinci bölümlerinde ilk filmin dünyasına nasıl ulaştığımız üzerine kafa yormuş ve bunu gelecekten gelen akıllı maymunlarla yani zaman yolculuğuyla açıklamayı denemişti. Rise of the Planet of the Apes'te maymunlar ise Alzheimer hastalığı için bulunmaya çalışılan bir ilaç için denek oluyor ve beklenmeyen bir şekilde ALZ adı verilen ilaç maymunların beyin fonksiyonlarının artmasını sağlıyordu. Bu noktadan devam edersek Rise of the Planet of the Apes'in maymunların yükselişini gerçekçi bir zemin üzerine inşa ettiğini ve ilk seriden ayrılıp kendi yolunu çizdiğini söylememiz gerekiyor. Ancak ilk seriyle bağını da koparmıyor. Tek zeki maymun bebeğin kurtulması fikrini üçüncü filmden, evrimin devrime dönüşmesi ise dördüncü filmden alınıyor.

Hareket yakalama tekniği kullanılarak yaratılan maymunlar gerçeklikleri konusunda yeterince inandırıcılar. Bilhassa da Andy Serkis'in canlandırdığı Ceaser'ın mimikleri ve bakışları bugüne kadar gördüklerimizin en iyisi. Filmin görsel efektleri ve aksiyonu tatmin edici. Serinin önceki filmlerinde göremediğimiz aksiyon sahneleri Rise of the Planet of the Apes'e farklı bir lezzet katmış. Bu yeni film öyle görünüyor ki yeni bir Planet of the Apes serisinin başlangıcı olacak. Tahminime göre ikinci filmde maymunlar ve insanlar arasındaki savaş iyice kızışacak. Seyircinin her zaman ilgi gösterdiği seri gişede yapımcılarının yüzünü güldürdüğü sürece devam filmleri gelmeye devam edecektir.

Son söz: Rise of the Planet of the Apes 2011'in en iyi filmlerinden. 8.5\10

20 Aralık 2011

Immortals

Truva, 300 Spartalı ve Titanların Savaşı gibi mitolojik kaynaklı epik filmlerle daha sık karşılaşıyoruz son yıllarda. Sebebi açık ve net: Örnek verdiğimiz filmlerin gişe başarısı biraz da Hollywood'un hikaye bulmakta yaşadığı sıkıntı diyebiliriz. 2011 tarihli son epik filmimiz Ölümsüzler (Immortals) kahramanlarını Yunan Mitolojisinden alıyor. Filmin yönetmenliğini 2000 yapımı Hücre (The Cell) ve özellikle 2006 yapımı Düşüş ile (The Fall) harikalar yaratan bir isim üstleniyor Tarsem Singh. Yönetmen koltuğunda Tarsem Singh'i görmek herkes gibi beni de şaşırttı. Anlaşılan Singh bilmediği sularda yüzmek istemiş. Immortals'ın fragmanı, film vizyona girip ilk eleştiriler gelene dek umudumu canlı tutmaya yetti. Sanat Tarihçi olmama ve mitoloji merakıma rağmen bu olumsuz eleştiriler yüzünden uzun zaman uzak durdum Immortals'tan. İşin acı tarafı ise uzak durmakta haklıymışım. Tarsem Singh, daha önce işlenmemiş bir mitolojik hikayeyle sinemaya dönüyor.

Film, sıradan bir taş ustası olan Theseus'un krallığa giden yolda yaşadıklarını destansı bir dille anlatmaya çalışıyor. Çalışıyor diyorum çünkü Singh, Theseus'un asıl hikayesini pas geçiyor. Zaten bunu da verdiği röportajlarda belirtiyor "Orjinaline sadık bir uyarlama yapmakla ilgilenmedim" diyerek. Immortals'ın öyküsüne dönelim. Kral Hyperion'un kayıp olan Epirus'un yayını bulup Titanları serbest bırakmak ve Olimpus Tanrılarını yok etmek gibi bir çabası var. Theseus ise intikam peşinde. Bir gişe canavarına dönüşmesi umuduyla hayata geçirilen İmmortals'tan derinlik beklemesem de sığ bir senaryoyla yola çıktığını görmek üzüyor.


Film, 3D olarak vizyona giriyor ve görselliğiyle seyircisini avucunun içine alabileceğini sanıyor. Immortals'ın ilk 1 saati sıkıcı ve yaratıcılıktan uzak ne yazık ki! Kalan 40 dakika da filmi kurtarmaya yetmiyor. Karanlık sahnelerin fazlalığı rahatsız ederken adam akıllı bir savaş sahnesi izleyememek hepsinin üzerine tuz-biber ekiyor. Ya Olimpos'tan insanlığı izleyen ve birer ucubeye dönüştürülmüş Yunan Tanrılarına ne demeli? Sonra Tanrıların Tanrısı olarak bildiğimiz Zeus nasıl bu kadar aciz olabiliyor? Titanların Savaşında Liam Neeson'ın canlandırdığı Zeus nerde Ölümsüzlerde Luke evans'ın Zeus'u nerde! Henry Cavill, Mickey Rourke ve John Hurt sınıfı geçerken diğer oyuncular pek bir varlık gösteremiyor. Ülkemiz sinemalarında 6 haftada 530 bin seyirci çeken İmmortals'ın IMDB puanı 6.6
Son söz: Kayıtsız şartsız her epik filmi izlerim derseniz buyrun ancak şunu bilin ki vaatlerini yerine getiremeyen bir film İmmortals 4.5\10

19 Aralık 2011

Rocky'nin Düğünü

Yıl 1976. Mümtaz ve Seyfi kendi imkanlarıyla küçük bir film şirketi kurar. İlk filmlerinin nasıl bir şey olması konusunda fikir ayrılığına düşerler. İkisinin de kafasında cin fikirler vardır. Genç senarist ve yönetmenlerin film projelerini değerlendirmeye alırlar.
-Mümtaz: Kızım ilk sırada kim varsa çağır gelsin
Bir delikanlı içeri girer
-Stallone: Merhaba efendim. Benim adım Silvester Stallone. Filmimin adı ise Rocky. Bu bir boks filmi olacak. Rocky Balboa adlı bir İtalyan gencinin sıfırdan başlayarak zirveye doğru tırmanışının hikayesi olacak. Zamanla Rocky'e İtalyan Aygırı lakabı takılacak. Rocky'nin kız arkadaşı Adrian da meşhur olacak. Millet Adriaaaan! Adriaaaan diye bağıracak. Tabi film sırf boks üzerine değil Rocky'nin özel hayatı da işlenecek.
-Seyfi: İyi güzel de Rocky'i kim oynayacak?
-Stallone: Ben tabi ki!
-Seyfi: Sen o kadar iri yarı da değilsin. Nasıl olacak da zirveye çıkacaksın?
-Mümtaz: Sonra bir de şu İtalyan Aygırı meselesi var? Biz Türkiye'de yaşıyoruz koçum! Gel Rocky'i Türk yapalım.
-Stallone: Ama-
-Mümtaz: Hikaye de şöyle başlasın: Rocky Balboa, doğma büyüme Amerikalı olacak ama damarlarında Türk kanı taşıyacak. Rocky, bir kış günü Türkiye'ye babasının memleketine ziyarete gelecek. Doğu Anadolu'nun ücra bir köyü burası ve  kardan yollar kapandığı için Rocky 4 ay mahsur kalacak. Köyde Kezban adlı saf bir kız ona aşık olacak. Bir gün Kezbanlarda yemek yerken köyde mahsur kalmak canına tak eden Rocky, pilava kaşığı saplayacak. Geleneklerimizden de haberi yok haliyle. Böylece Kezban'a evlenme teklifi etmiş olacak.
-Stallone: İyi de bu nasıl boks filmi anlamadım.
-Mümtaz: Dur hele anlatıyorum. Rocky'nin 4 ay sonra Dünya Şampiyonluk maçı var. Hem de Rusya'da. Rocky bakıyor yolların açılacağı yok. bu noktada hayati bir karar veriyor. Rakibi İvan Drago spor salonlarında hazırlanırken o doğada çalışarak hazırlanacak maça. Neler yapmıcak ki:  Her gün 6 saat karla kaplı yolları temizleyecek, hastalananları 4-5 km sırtında taşıyarak sağlık ocağına yetiştirecek, odun kesecek, köyün okulu olmadığı için bir de küçük okul inşa edecek ve köylünün gözünde bir kahramana dönüşecek. Maç zamanı geldiğinde Rocky, yavuklusu Kezban'ı da Rusya'ya götürecek. Kezban, karla kaplı Rusya'yı görünce köyünü hatırlayacak. Maç çok kalabalık olacak. Rocky'nin hayranlarından biri Adriaaaaan! diye bağıracak. Rocky, çocuğa fırçalıcak. Adrian eski sevgilisi çünkü. Çocuk bir süre sonra Kezbaaaan! diye bağıracak. Sonra bütün Rocky hayranları aynı şekilde bağıracak. Neyse maç çok sert geçecek. Rocky, maçı kaybetmek üzereyken aklına köyde hep dinlemek zorunda kaldığı İsmail Yk'nın Allah belanı versin şarkısı gelecek. Nefret ettiği şarkıyı mırıldandığını fark edince cinnet geçirip İvan'ı yere serecek.
-Seyfi: Film Rusya'da mı bitecek?
-Mümtaz: Yok canım! Tedavinin ardından toparlayan Rocky köye dönüp Kezban'la evlenecek. Hatta düğüne İvan da gelecek. Kezban'a beşi bir yerde takacak.
-Stallone: Mümtaz abi büyük adamsın vesselam! Tamam dediğin gibi yapalım filmi
-Mümtaz: Oscar'ı da alcaz hiç merak etme
-Stallone: Yok be abi! Martin Scorsese Taxi Driver diye bi film yapmış. Tam oscarlık. Bize vermezler.
O yıl Rocky'nin Düğünü oscar'ı alır. Martin Scorsese'nin intihara kalkıştığı dedikoduları alıp başını gider.


17 Aralık 2011

Dövüş Kulübü (Parodi)

Erkin, kafasını dinlemek için Tayland'a gitmiştir. Dönüş yolunda uçakta garip bir adamla tanışır.
-Erkin: Merhaba , Ben Erkin
-Tyler: Tyler, Tyler Durden
-Erkin: Dikkat ettiysen ikimizin çantası da aynı
-Tyler: Benimkinin içinde sabun var
-Erkin: Benimkinin içinde de sıvı sabun var. Birader artık öyle sabun mu  kaldı? Geç sıvı sabuna garanti veriyom pişman olmazsın.
-Tyler: Yalnız ben yapıp satarım. 11 eylül'den sonra uçaklarda sabun taşımak da bir sorun artık
-Erkin: 11 eylülle ne ilgisi var ki sabunun?
-Tyler: Kardeş senin dünyadan haberin yok. Şu yanımızdaki sabunlarla bomba yapıp uçağı havaya bile uçurabiliriz.
-Erkin: Deme!!
Tyler ve Erkin arkadaştır artık. Yedikleri içtikleri ayrı gitmez ve birlikte yaşamaya başlarlar.
-Tyler: Erkin şimdi bütün gücünle bana vurmanı istiyom.
-Erkin: Ben durup dururken kimseye vurmam. Prensip meselesi
-Tyler: Erkin. senin kız kardeş hergün başka bi oğlanla geziyomuş!
-Erkin: Sus Tyler!
-Tyler: Gezmekle kalsa iyi her gece birinde kalıyormuş
 Erkin yumruğu yapıştırır.
-Tyler: Ahh! 
-Erkin: Şey! Çok mu sert vurdum yoksa?
-Tyler: Yo yo! Gayet iyiydi.
Tyler da Erkin'e vurur.
-Tyler: Ünlü biriyle kavga edecek olsan kimi seçerdin?
-Erkin: Bill Gates ya sen?
-Tyler: Hitler. Peki ünlü biriyle yağlı güreş edecek olsan kimi seçerdin?
-Erkin: Pamela Anderson
-Tyler: Ben de Bush'u seçerdim.
Başka bir gün Erkin'le Tyler yine eğlencesine kavga eder. Etraflarına bir sürü insan doluşur.Bir hafta sonra Tyler ve Erkin Fight Club'ı kurar
Tyler, Dövüş Kulübünün kurallarını açıklar.
-Tyler: Dövüş Kulübünün birinci kuralı kimse dövüşürken cenabet olmıcak. İkinci kural; Kandil Gecelerinde, Milli ve Dini Bayramlarımızda ve Milli maç gecelerinde dövüşülmeyecek. Anlaşıldı mı?
-Erkin: İyi konuşmaydı Tyler
-Tyler: Hadi gel bu akşam biraz sabun yapalım. En iyi sabunun insan yağından çıktığını biliyor muydun?
-Erkin: Peki sen Domuz gribinden korunmak için elleri bol bol sabunla yıkamak gerektiğini biliyor muydun?


-Tyler: Yürü ya! Ben de bir şey diyeceksin sandım.
Dövüş Kulübünün şöhreti tüm şehre yayılır. Kulübe üye olanların sayısı on binleri bulur.
-Erkin: Hey Tyler! Sağda solda Korsan Projesi diye bir şeyler duydum. Niye bu projeden bana  bahsedilmedi.
-Tyler: Bu proje, Türkiye toprakları üzerindeki bütün korsan film, kitap, müzik ve oyun başta olmak üzere bir çok şeyin yok edilmesini kapsıyor.
-Erkin: Devlet kaç yıldır başaramadı da siz nasıl nasıl yapacaksınız?
-Tyler: Çünkü korsan işindekilerin hepsi artık birer Dövüş Kulübü üyesi. Yarın gece ibret-i alem için hepsini yok edicez.
Erkin, gittiği her yerde saygıyla karşılanmaya başlar.
-Garson: Naber Tyler abi?
-Erkin: Sen bana Tyler mı dedin?
-Garson: Evet abi noldu ki?
-Erkin: Yani ben Tyler'ım öyle mi diyorsun? Anaa!
Erkin, hızla evine gider. Tyler ordadır.
-Erkin: Ulan Allah belanı versin senin! Tyler benmişim ya!
-Tyler: Lafını bil de konuş?  Ne oluyo bi anlat hele
-Erkin: Her gittiğim yerde bana Tyler diyolar. Sabah doktora uğradım ver elini ayağını öpeyim Tyler dedi. Meğer adamı Rus Mafyasının elinden kurtarmışım.
-Tyler: Eee! Ben kimim o zaman?
-Erkin: Doktor söyledi. Sen aslında benim yarattığım bir karaktermişsin.
-Tyler: Nasıl olur ya! Geçen gün mangal yapmadık mı senle? Valla tadı hala damağımda.
-Erkin: Bak benim de kafam karıştı şimdi. Bunu anlamanın tek bir yolu var. Fotoğrafını çekiyorum ve her şeyi anlıyoruz..
Tyler, fotoğrafta görünmemektedir. Erkin, şok geçirir.
-Erkin: Demek her şeyi ben yaptım heh!
-Tyler: Artık çok geç birader. Torrent olayı bitmiştir. ahaaa hhaa!!
Erkin, silahını çıkarır ve ateşler...

15 Aralık 2011

Scream 4

Korku sinemasının en önemli isimlerinden Wes Craven 1996 yılında korku sinemasında Rönesans etkisi yaratan filmi Çığlık (Scream) ile türün gidişatını değiştirmeyi başarmıştı. Daha sonra iki devam filmi daha yapan Craven, unutulmaya yüz tutan serisini diriltiyor. Evet önümüzde ilk film tadında bir Scream filmi var. Hikaye 10 yıl sonrasını anlatmakta. Sidney Prescott, kitabının tanıtımı için olayların başladığı yere Woodsboro'ya geri döner. Sidney'in ortaya çıkmasıyla hayalet maskeli katil dehşeti kaldığı yerden devam edecektir.

Neve Cambell,  Courteney Cox ve David Arquette'li orjinal oyuncu kadrosunu koruyan Scream 4'te yeni karakterler ve yeni oyuncular da son derece başarılı. Wes Craven, öyle görünüyor ki zeki ve yer yer komik de olabilen bir korku\gerilim filmi yapmak istemiş. Aynı zamanda da tam bir pastiş'e dönüştürmüş filmini (korku filmlerine yapılan o kadar çok saygı duruşu var ki) Craven, filmini görmeye alışık olmadığımız bir şekilde açıyor. Biz klasik bir Scream açılışı izlediğimizi zannederken film numarasını yapıyor hemen. Zira üçlü bir açılış sekansı var filmin. Bu üçlü açılış beklentileri hemen yukarıya çekiyor. Sürprizini kaçırmamak için bu konuyu kapatıyorum. Scream 4 bir korku\komedi değil elbette ama çok iyi esprilerle örülmüş bir korku filmi. Bruce Wills esprisine bir kaç gün güldüğümü söylemeden geçemeyeceğim.


Craven, korku filmlerine ve tarihine aşina olanların daha çok seveceği bir film çıkarmış ortaya. Shaun of the Dead, Saw, Halloween ve sayısız korku filmine saygı duruşunda bulunuyor film. Bunu yaparken kendi filmleriyle bilhassa da Scream serisiyle ve doğal olarak da kendisiyle dalga geçiyor Wes Craven. Katil veya katillerin kim olduğunu itiraf etmeliyim ki tahmin edemedim. Siz de izlerken bulmakta zorlanacaksınız eminim. Zaten katilin kim olduğunu bulamamanız filmden aldığınız keyfi arttıracaktır. Karşımızda Scream serisinden bıkmış seyircinin bile sevebileceği bir film var. Devam filmi yapılacaksa böyle yapılmalı dedirtiyor Scream 4. Gönül rahatlığıyla izleyebilirsiniz diyorum. IMDB notu 6.4 benim ki ise biraz daha yüksek 6.8

1950'lerin en iyi 10 filmi


1950'ler bugün klasik olarak adlandırdığımız bir çok filmin üretildiği ve hatta sinema tarihinin en iyilerinin arz-ı endam ettiği en önemli 10 yıllık dönemler arasında yer aldığını düşünüyorum. Akira Kurosawa, Alfred Hitchcock, Billy Wilder, Elia Kazan ve Ingmar Bergman gibi sinemacıların altın dönemlerini yaşadığı bir dönemden bahsediyoruz sonuçta. Özellikle de listeye baktığınızda Kurosawa ile Bergman'ın ağırlığını koyduğunu göreceksiniz.

1- Rashomon, Akira Kurosawa (1950)
2- Ben-Hur, William Wyler (1959)
3- Hiroshimo Mon Amour, Alain Resnais (1959)
4- Seven Samurai, Akira Kurosawa (1954)
5- The Seventh Seal, Ingmar Bergman (1957)
6- The Wages of Fear, Henri-Georges Clouzot (1953)
7- La Strada, Federico Fellini (1954)
8- Vertigo, Alfred Hitchcock (1958)
9- Wild Strawberries, İngmar Bergman (1957)
10- Sunset Boulevard, Billy Wilder (1950)

13 Aralık 2011

Gora, Arog ve Yahşi Batı üzerine

Bugün Türkiye'nin en iyi komedyeni olduğunu söyleyebileceğimiz Cem Yılmaz'ın stand-up sovlarını bir kenara bırakıp sinemaya yoğunlaşması sinemamız açısından önemli bir kazanç oldu muhakkak. İlk oyunculuk deneyimini yaşadığı Her şey çok güzel olacak'ı saymazsak hikayelerini kendi kaleme aldığı dört filminden üçünün parodi olması bu yazının da asıl konusunu oluşturuyor. Yılmaz, ilk filmi Gora ile Bilim-Kurgu filmleri  (The Matrix, The Fifth Element ve Star Wars) ve Kung-Fu filmleri (Kill Bill) başta olmak üzere bir çok filme sayısız gönderme yapıyor ve filmi komedi açısından tam bir gövde gösterisine dönüştürmesini başarıyordu. (Sinemada ne kadar güldüğümü çok iyi hatırlıyorum) Yalnız bunu yaparken -ilk filmi olmasının verdiği dezavantajla- bir film izlediğimiz duygusunu seyircisine geçirmekte bir hayli zorlandı Gora. İşin parodi kısmına bakacak olursak; Beşinci Element'e yapılan göndermeler (Tahta esprisi ve filmin son bölümü) çok başarılı. The Matrix'den ise daha iyi espriler üretilebilirdi. Ozan Güven'in canlandırdığı 216 adlı efemine robot karakteriyle tüm robot külliyatını başarıyla ti'ye almayı başarıyor Cem Yılmaz.

Yılmaz, bir sonraki filmi Arog'da yine Arif karakterinin etrafında dönen bir hikaye kurguladı. Gora'da Arif'i uzayda komik bir maceraya çıkarırken Arog'da bu macera zamanda geriye Taş Devrine gidilerek yaşandı. Taş Devrini ti'ye alan komedi filmlerinin varlığını düşünürsek bu sefer daha riskli bir işe kalkıştığını söyleyebiliriz Cem Yılmaz'ın. Gora'ya oranla çok daha yüksek bir bütçeyle kotarılan Arog teknik anlamdaki başarısı teslim edilirken yeterince komik ol(a)mamakla suçlandı. İtiraf etmeliyim ki ilk izlediğimde 3-4 espri dışında çok gülememiştim. Daha sonra bir iki kez daha izledim Arog'u ve ilkinde kaçırdığım esprileri fark ettim. Zaten bir komedi filmi ikinci ve üçüncü seyirlerinde de güldürebiliyorsa olmuştur o film. Aradan geçen zaman içinde kendini geliştiren Cem Yılmaz daha derli toplu bir film çıkardı ortaya. 2001: A Space Odyssey göndermesi tam bir hayal kırıklığı olsa da genel olarak iyi göndermeler izledik. (Alien örneğinde olduğu gibi)

Arog
Arif'in maceralarına nokta koyan Cem Yılmaz, 2010 yılında farklı bir filmle çıktı karşımıza. Bir Western Parodisi olan Yahşi Batıyla. Baştan söyleyeyim en az güldüğüm Cem Yılmaz filmi oldu Yahşi Batı. İyi bir hikaye iskeleti kuran Yılmaz iş esprilere gelince sınıfta kalıyor. Yahşi Batı'da komik anlar var elbette ama bu film türün parodisini yapmaktan çok düpe düz bir western filmi olmuş. Bu hem olumlu hem de olumsuz sonuçlar doğuran bir durum. Filmin güldürememesi gişede Gora ve Arog'un epey bir altında kalmasına sebep oldu ama bu Cem Yılmaz'ın filmin devamını yapmaması için herhangi bir neden oluşturmuyor. Çin'de geçecek yeni hikayeden umutlu olduğumu belirtmeliyim. Sonuç olarak Destere gibi güldürmekten ve zekadan fersah fersah uzak parodi filmlerimizin olduğunu düşündüğümüzde Cem yılmaz ve Parodi filmlerinin kıymeti daha iyi anlaşılıyor.

Thor

Hollywood'da şu sıralar iki film türü çok moda; Birincisi çizgi roman uyarlamaları, ikincisi ise mitolojik kaynaklı epik filmler. İşte Thor bu iki türün bileşiminden oluşuyor. 2011 yapımı filmin yönetmenlik koltuğunda daha çok Shakespeare uyarlamalarıyla tanıdığımız İngiliz sinemacı Kenneth Branagh oturuyor. Thor karakteri tanınmamış bir yüze Chris Hemsworth'a emanet edilirken ona Natalie Portman ve Anthony Hopkins eşlik ediyor.

Kral olacakken yaptığı bir hata sonucu babası Kral Odin tarafından güçleri ve çekici elinden alınarak Dünya'ya sürgüne gönderilen Thor'a burada Astrofizikçi Jane Foster ve iş arkadaşlarıyla yardım edecektir. Bu sırada Asgard'da Thor'un kardeşi Loki kötü emellerini uygulamak için uygun fırsatı nihayetinde bulacaktır. Hikayesini kısaca böyle özetleyebileceğimiz Thor; Tanrıların yaşadığı Asgard ve Dünya olmak üzere hikayesini paralel olarak anlatıyor. Filmi diğer çizgi roman uyarlamalarından ayıran unsurlardan biri de bu zaten. Thor'un ilk yarım saati (Asgard'da geçen bölüm) daha çok filmin mitolojisini ve dünyasını tanıtıyor. Filmin Dünya'da geçen bölümleri farklı diyardan gelen bir yabancının Dünya'da yaşadığı uyum sorunu klişesini eline yüzüne bulaştırmadan yer yer güldürerek işlemeyi başarıyor. Görsel efektlerde abartıya kaçılmaması da filmin artılarından diyebiliriz.  Gelelim eksilere; İlk olarak film bittiğinde bir tam olmamışlık hissi bırakıyor insanın üzerinde. Bunun sebeplerinden biri bazı karakterlerin karton karakterler olmaktan öteye geçememesi bir diğeri ise hikayede aceleye getirilmiş noktaların olması sanırım. Thor iki diyar arasında gidip gelen hikayesini başarılı bir kurguyla anlatırken acaba sadece mitolojik bir epik film olsa nasıl olurdu sorusunu aklıma getirdi. 


Seyirciden iyi bir geri dönüş alan Thor (IMDB puanı bir hayli yüksek 7.1) bunu büyük ölçüde yönetmeni Kenneth Branagh'a borçlu. Bu tarz prodüksiyonlarda görmeye alışık olmadığımız Branagh'ın kendine has dokunuşunu görebilmek mümkün bu filmde. Özellikle de sanat yönetimindeki başarısı Branagh filmlerinde sıkça karşılaştığımız bir durum. Oyunculuklar da bir çizgi roman uyarlaması için yeterince iyi yalnız Thor'un annesi rolündeki başarılı oyuncu Renne Russo kaybolup gitmiş filmde. Bu rolü nasıl kabul etmiş anlamış değilim. Sonuç olarak önünüzde fazla beklenti içine girmesseniz memnun kalabileceğiniz bir film var. Devam filminin yolda olduğunu söyleyerek son noktayı koyalım. 

1960'ların en iyi 10 filmi


İşte bana göre sinemanın doruk noktası olarak kabul ettiğim 60'lı yılların en iyi 10 filmi:

1- 2001: A Space Odyssey, Stanley Kubrick (1968)

2- Once Upon A Time İn The West, Sergio Leone (1968)

3- Persona, Ingmar Bergman (1966)

4- The Good, The Bad and The Ugly, Sergio Leone (1966)

5- Women of the Dunes, Hiroshi Teshigahara (1964)

6- Planet of the Apes, Franklin J. Schaffner (1968)

7- Bonnie and Clyde, Arthur Penn (1969)

8- Psycho, Alfred Hitchcock (1960)

9- What Evet Happened to Baby Jane, Robert Aldrich (1962)

10- Seconds, John Frankenheimer, (1966)