17 Ocak 2012

David Lynch filmografisi üzerine

Film incelemesinden ziyade genel bir değerlendirme

Akira Kurosawa, Stanley Kubrick ve son olarak da büyük ustalardan Ingmar Bergman'ı kaybetmemizin ardından yaşayan en büyük yönetmen tacını en çok David Lynch'in hak ettiğini düşünür oldum. Ona bu ünvanı layık görmemin sebebi sonsuz yaratıcılığı, kendini sürekli yenilemesi, sinemanın gelişimine yaptığı katkı ve her yeni filmiyle ufkumu genişletmesi kuşkusuz. Filmlerinin bir çoğu anlaşılmaz bulunan ve çokça tartışılan Lynch, sinemada Luis Bunuel ile birlikte sürrealizmin önde gelen ismidir. Kısa filmlerini kenara koyarsak 1977'de Eraserhead'le başladığı kariyerinde topu topu 10 filmi bulunuyor ustanın. Ortalama 3 yılda bir film çeken Lynch, 2000'li yıllarla birlikte film yapma aralığını uzattı maalesef.

Lynch'in ilk uzun metrajı Eraserhead (Silgi Kafa) siyah-beyaz deneysel bir filmdi. En tuhaf filmler kategorisinde hep en tepede ye alan Eraserhead, Henry Spancer adlı ana karakterin özürlü kız arkadaşı Mary'den mutant bir çocuğunun olmasını ve sonrasında gelişen garip olayları kabusvari atmosferiyle anlatan zor bir seyirlik. Eraserhead, Lynch'in sıra dışı bir filmografi inşa edeceğinin de göstergesi adeta. Üstadın sonraki projesi 8 dalda Oscar adaylığı alıp geceden eli boş dönen gerçek yaşam öyküsüne dayanan bir drama olan The Elephant Man (Fil Adam) idi. 1980 yapımı film David Lynch'in ilk başyapıtı olmakla beraber toplumsal mesajlar da verdiği duyarlı bir filmdi. Fil hastalığından muzdarip John Merric'in acıklı hikayesini izlediğinizde unutmak isteyeceksiniz ama ne mümkün! Lynch'in emin adımlarla yükselişini müjdeliyor The Elephant Man.


1984 yılında klasik bir bilimkurgu romanı olan Dune'nın uyarlamasına soyunan Lynch, türün yabancısı olduğundan beklentilerin çok altında bir film çıkardı ortaya. Neyse ki üstad artık bilimkurgudan uzak duracak ve 2 yıl sonra Blue Velvet (Mavi kadife) ile ilk major başyapıtına imza atacaktı. Amerikan banliyö yaşantısının tam göbeğinde seks ve şiddetle örülü bir hikaye anlatan Lynch, 80'ler Amerikan Sinemasında tabuları yıkıyordu. Mavi Kadife, hem 80'li yılların hem de kara film türünün en iyi örneklerinden olmayı başardı. 1990 yılına gelindiğinde Lynch, en uçuk kaçık ve en eğlenceli filmiyle selamladı bizleri. Wild at Heart (Vahşi Duygular) serbest bir Oz büyücüsü uyarlaması olarak yorumlandı. Alışılmadık bir aşk filmi olan Vahşi Duygular, içerdiği seks ve şiddet sahneleriyle yine eleştirilerin odağı oldu. Hayranlarının filmografisinde ayrı bir yere konumlandırdığı film Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye kazandı. Aynı yıl Twin Peaks (İkiz Tepeler) adlı diziyle tüm Dünya'da büyük sansasyon yarattı yönetmenimiz. Laura Palmer'ı kim öldürdü sorusuyla başlayan dizi müthiş bir esrar perdesine sahipti. Bugün baktığımızda İkiz Tepeler, hala televizyon için yapılmış en ayrıksı işlerden biri olarak kabul edilir.


Lynch, 1992 yılında diziyi Twin Peaks: Fire walk with me (İkiz Tepeler: Ateş benimle yürür) adıyla sinemaya taşıdı. Lynch, Laura Palmer'ın öldürülmeden önceki 1 haftayı anlattığı filminde tam anlamıyla bir sonraki filmi Lost Highway ile başlayacağı sürreal üçlemesinin provasına dönüştürmüştü Ateş Benimle Yürür'ü. Eleştirmenler pek yüz vermese de yönetmenin hayranları başyapıt olarak karşıladı filmi. Sinemaya 5 yıl ara veren Lynch, Lost Highway (Kayıp Otoban) ile öyle bir döndü ki (Tarantino'nun Pulp Fiction'ı ile) 90'lı yılların en iyi filmini kotardı. Lynch, Kayıp Otoban'da lineer kurgudan vazgeçmekle kalmıyor (Bu hep lineer filmler yapıyor anlamına gelmesin)  filmini başı ve sonu aynı noktada birleşen içinden çıkılması zor bir labirente çeviriyordu. Lynch'in simgesel anlatımının ve biçimsel deneyinin zirve yaptığı bu kara film başyapıtı kült statüsüne erişse de hakkı tam olarak teslim edilmedi henüz. Lynch'in sağı solu hiç belli olmuyor. Kayıp Otoban sonrası The Straight Story tam bir şok etkisi yarattı. Olabildiğince minimalist ve düm düz hikayesiyle The Straight Story o yıl festivallerden bolca övgü ve ödülle döndü. Sade, gösterişsiz, saf sinema duygusunu seyircisine geçirmeyi başaran çok başarılı bir çalışma denilebilir bu film için.


2001 yılında gelen Mulholland Drive (Mulholland Çıkmazı) yönetmenin hayranlarını ve hemen hemen tüm eleştirmenleri mest etti. Lynch, Mulholland Dive'ı sanki Lost Highway'in kaldığı yerden başlatıyordu. Lost Highway'de olduğu gibi yine kayboluyoruz filmin içinde ama bu sefer Lynch, manevrasını yapıyor ve gördüğümüz kabustan uyandırıyor bizi. Maharetlerini bir bir sergileyen yönetmenimiz o yıl akademi tarafından en iyi yönetmen Oscar'ında aday gösterilmesine karşın ödüle layık görülmedi. Ve Oscar tarihindeki en büyük skandallardan biri daha vuku buldu böylece. Mulholland Drive, televizyon için tasarlanan bir projeyken sinema tarihinin en iyileri arasına girmeyi başarmıştır. Lynch'in şimdilik son filmi 2006 Inland Empire ustanın bilinçaltı veya sürreal üçlemesinin son halkası oldu. Bu filmile birlikte ilk kez dijital kamera kullanan Lynch, 172 dakikalık Inland Empire'ı kariyerinin en karmaşık, en zor izlenen, zaman zaman çileden çıkaran ama unutulmaz anlara gebe çalışması bir Lost Highway veya Mulholland Drive değil belki ancak ne olursa olsun görülmesi ve yaşanması gereken bir deneyim vadediyor.

Gördüğünüzde hemen tanıyabileceğiniz derecede karakteristik filmleri olan, ki "Lynchyen" veya Lynch evreni olarak da adlandırılan hayli geniş bir hayal gücüne sahip üstadın böylesine muazzam bir filmografisi var ama ufukta yeni film projesi görünmüyor ne yazık ki! Lynch'ten isteğimiz sinemaya dönmesi ve şu dijital kameradan vazgeçmesi.
Bana göre en iyi 5 David Lynch filmi
1- Mulholland Drive
2- Lost Highway
3- Blue Velvet
4- Twin Peaks: Fire Walk With Me
5- The Elephant Man