3 Ocak 2012

The Fountain


Darren Aronofsky’nin altı yıl sinemadan uzak kalmasına sebep olan üçüncü uzun metraj filmi The Fountain’e Pi ve Requiem for a Dream ile kendini kanıtlayan ve özgüven kazanan yönetmenin meydan okuması olarak bakılabilir. The Matrix’i izlediğinde bilimkurgu sinemasında daha ne kadar ileri gidilebileceğini, bir sonraki aşamanın ne olacağını kendisine soran Aronofsky’nin, aradığı cevabı bulmak için çıktığı uzun ve sancılı yolculuk, The Fountain gibi eşsiz bir bilimkurgu filminin yaratılmasıyla tamamlandı. İlk gösterimi Venedik Film Festivali’nde yapılan ve yuhalanan, eleştirilen ve gişede zarar eden The Fountain; içeriği, anlatısı ve özellikle de görselliğiyle gerçekten de daha ne kadar ileri gidilebilir sorusuna verilmiş tatmin edici bir cevap olarak, bilimkurgu sineması tarihindeki yerini aldı. Her izleyenin farklı algıladığı ve anlamakta zorlandığı The Fountain, tam da Aronofsky’nin istediği gibi çeşitli tartışmalar yarattı. Bu tartışmaların başını da filmde kaç farklı zaman dilimi olduğu sorusu çekiyordu. Herkes farklı bir şey söylüyordu, bu hususta yorum yapmaktan imtina ile kaçınan Aronofsky, haklı olarak her izleyenin kendi cevaplarını bulmasını istiyordu. Filmi, hikâyeyi mantıklı ve gerçekçi bir zemine oturttuğumu düşündüğüm iki farklı biçimde analiz etmeye çalışacağım. 

Filmde kaç farklı zaman dilimi var? 

Girişte bahsettiğim gibi filmi çözümleyebilmek için öncelikle bu soruya net bir cevap verebilmek gerekiyor. The Fountain’de iki farklı zaman dilimi olduğu söyleyeyim. 16. yüzyılda geçen kısmın Izzi’nin kitabı ve dolayısıyla da sadece kurgudan ibaret olduğu düşünüldüğünde geriye iki seçenek kalıyor. Film, ya 21. yüzyıldaki gerçekliğin dışına çıkmıyor ya da 26. yüzyıl, 21. yüzyıldaki hikâyenin devamı… Hikâyenin yalnızca 21. yüzyılda geçtiği bir gerçeklik kurduğumuzda, 26. yüzyılı Tommy’nin içsel yolculuğu olduğunu varsayabilir veya bu bölümü 16. yüzyıldaki kurgusal hikâyenin devamı olarak düşünebiliriz. Sonuçta Izzi, kitabının İspanya’da başlayıp Xibalba’da son bulacağını söylemiş ve ölmeden önce son bölümü Tommy’nin yazması için ısrarcı olmuştu. Tommy de Izzi’nin son dileğini, onun istediği şekilde yerine getirmiş olabilir. Ne var ki, sözünü ettiğimiz kurgularda havada kalan çok fazla detay olduğunu ve taşların tam olarak yerine oturmadığını düşünüyorum. Yine de filmin çözümü 1 ve 2 olmak üzere iki farklı okuma yapacağım. 

Yazı bu noktadan itibaren spoiler içermektedir.

Filmin çözümü 1 

Izzi’yi kaybeden Tommy, ölümü alt etmek için çalışmalarını yoğunlaştırıyor. Guatemala’daki ağaçtan elde ettiği karışımın Donovan’ın tümörünü yok etmesi ve becerilerini geliştirmesi sebebiyle ağaçla ilgili her şeyi öğrenmek isteyen Tommy, ekibini seferber ediyor. Ancak tıpta çığır açtığını düşünebileceğimiz bu tedaviyi daha ileri götüremiyor, ölüme çare bulamıyor. Izzi’yi kurtaramaması, hastalık olduğunu düşündüğü ölümün tedavisini bulamaması ve Izzi’nin son isteğini yerine getirememesi, Tommy’yi farklı arayışlara yönlendiriyor. Yaşamaya devam edebilmesi, bu yenilgilerin üstesinden gelebilmesi için bakış açısını değiştirmesi gerektiğinin farkına varıyor. Arayışa giren Tommy, kurtuluşu Budizm’de buluyor. Zen Budizm’ini öğrenen Tommy’yi Lotus duruşuyla meditasyon yaparken görüyoruz. Bu noktada, filmin üç parçalı anlatısında 26. yüzyılda geçtiği varsayılan bölümün, Tommy’nin içsel yolculuğu olduğunu düşünmemiz gerekiyor. Zen Budizm’i ile içine yönelen Tommy, bu meditasyon tekniğiyle egosu ve kişiliğiyle mücadele ediyor. Ne kadar olduğunu bilemesek de uzun bir sürecin sonunda kişiliğinde keskin bir dönüşüm meydana geliyor. Hayat ve varoluş hakkında yeni bir perspektif kazanıyor ve bir tür aydınlanma yaşıyor. 

Filmin üçüncü kısmının Tommy’nin iç dünyasını olduğunu söyledik. Peki, Aronofsky, Tommy’nin iç dünyasını, neden onu şeffaf bir kürenin içerisine yerleştirerek görselleştiriyor? Bunun tek bir sebebi yok. Filmin farklı okumalara açık olabilmesi için, seyircinin Tommy’nin yolculuğunu içsel ve dışsal bir yolculuk olarak değerlendirebilmesi gerekiyor. Dışsal bir yolculuk olabilmesi için de bu uzay yolculuğunun şartlarının yerine getirilmesi gerekiyor. Şeffaf küre, aynı zamanda meditasyon halindeki Tommy’nin dış dünyadan kopuşunun, kendi iç dünyasını yönelişinin bir simgesi. Kürede Tommy’nin bir türlü kaçamadığı anılarını ve içinde filizlenen yeni inancı görmekteyiz. Bu inanç, Moses Morales adlı rehberin Izzi’ye anlattığı mezara dikilen tohum ile ağaca dönüşme ve bu dönüşümün form değiştirerek devam ettiği bir hikâyeden ibaretti. Moses Morales’in babasının gerçekten bu döngüye girdiğine inandığı gerçek bir hikâye… Tommy, başta inanmasa da Izzi’nin mezarına bir tohum ekmişti. İnanmaya başlamasının sebebi Budizm’e yöneldiğinde aynı inancı görmesidir. Budizm’de de benzer bir yaşam döngüsü ve dönüşüm vardır. Aronofsky de zaten farklı kültürlerdeki ve mitlerdeki benzer hikâye ve inançları filmin tamamında iç içe geçirerek, sentezleyerek farklı bir yapı kuruyor. 

Ölümün bir hastalık olduğunu iddia eden bilim insanı Tommy, Zen Budizm’i ile bu iddiasından vazgeçiyor. Ölümün hayatın kaçınılmaz bir gerçeği olduğuna ve bununla birlikte ölümün bir son olmadığına inanmaya başlıyor. Tommy, ölümün yaklaştığını biliyor ve korkmaya başlıyor. Ölmeden önce Izzi’nin kitabını bitirmesi gerekiyor ama sonunu bilmiyor. Tommy, kitabı Nirvana’ya ulaştığında bitiriyor. Xibalba’ya ulaşması, esasında Nirvana’ya ulaştığını gösteriyor. Çünkü Tommy’nin içsel yolculuğu, Nirvana’ya ulaştığı takdirde anlam kazanabilecektir. Burada önemli bir husus daha var. O da Tommy’nin, Izzi’nin kitabını bitiriş şeklidir. Thomas, Hayat Ağacı’na ulaşıyor, ölümsüzlük veren reçinesinden içiyor ama ne kendisinin ne de kraliçesinin hayal ettiği gibi ölümsüzlüğe ulaşamıyor. Tommy’nin Izzi’yi kurtaramaması ve ölümsüzlüğe erişememesi gibi Thomas da kraliçeyi kurtaramıyor ve ölümsüzlüğe erişemiyor. Thomas, ölümsüzlük verdiğine inanılan reçineden kana kana içtiğinde çiçeğe dönüşüyor. Çünkü Tommy artık buna inanıyor. 

Filmin çözümü 2 

21. yüzyıldaki hikâyenin sonunda Tommy’yi ölüme çare bulabilmek için Guatemala’daki ağaçla ilgili her şeyi bilmek istediğini söylediği ve kendisini bilime adadığı anda bırakmıştık. 26. yüzyılda dev bir baloncuk içerisinde Xibalba’ya yolculuk eden Tom’un, 21. yüzyılda bıraktığımız Tommy olduğunu düşünmek zorundayız. Sebeplerine geçmeden önce şunu söyleyelim: böyle düşündüğümüzde Tommy’nin bir hastalık olduğunu düşündüğü ölüme çare bulduğunu, ölümsüzlüğü keşfettiğini kabul etmiş oluyoruz. Şimdi bu sonuca nasıl vardığımızı en başa dönerek açıklamaya çalışalım. Hastalığı sebebiyle kriz geçiren Izzi, son günlerinde Tommy’ye gerçekliğine inandığı bir hikâye anlatıyor. Çıktığı bir seyahatte, Moses Morales adlı Mayalı bir rehber, Izzi’ye ölen babasından bahsediyor. Moses, babasının öldüğüne inanmıyor. Mezarı kazarlarsa babasını orada bulamayacaklarını söylüyor. Babasının mezarının üzerine bir tohum ekmişler. Tohum ağaç olmuş. Moses, babasının o ağacın bir parçası olduğuna inanmış. Moses’ın babası önce ağaç oluyor, sonra ağacın çiçeğine dönüşüyor. Bir serçe ağacın meyvesinden yediğinde kuşlarla uçuyor. Bir bilim insanı olan Tommy, bu hikâyeyi dinlediğinde doğal olarak inanmıyor ve saçmalık olduğunu düşünüyor. Ancak Izzi öldükten sonra mezarını kazıp bir tohum dikiyor. 21. yüzyıl ile 26. yüzyıl arasında, elimizdeki tüm bilgileri kullanarak -Tommy özelinde- neler olduğunu düşünmek ve boşlukları doldurmak bize düşüyor. Hayattaki nihai amacına -ölümsüzlüğe- ulaşan Tommy’yi 26. yüzyılda Buddha’yı andırırcasına bir bilgeye dönüşmüş olarak görüyoruz. Hikâyenin önceki çözümünde olduğu gibi Tommy’nin Zen Budizm’ine yöneldiğini burada da söyleyeceğiz. Tommy’nin Zen Budizm’ine yönelme sebepleri de aynı. Xibalba’ya yaptığı yolculuk esnasında da meditasyon yapmaya devam eden Tommy, Izzi’nin son isteğini yerine getirememenin ve onsuz yaşamanın verdiği ıstırabın üstesinden gelmeye çalışıyor. O, 21. yüzyılda bıraktığımız, sadece bilime ve bilimsel gerçeklere inanan Tommy değildir artık. Beş yüz yıldan uzun bir süredir yaşayan, içgörüsü kuvvetli, ruhani tarafını keşfetmiş bilge bir insandır. 

Tommy, neden bir ağaçla yolculuk etmektedir? Ağaçla konuşmasının, ona sarılmasından nasıl bir sonuç çıkarmalıyız? Cevap basit: Tommy, ağacın Izzi olduğuna inanıyor. Beş yüz yıl önce Izzi’nin mezarına diktiği tohum ağaç oldu. Izzi anlattığında, Tommy’ye safsata gibi gelse de zamanla kişisel olarak bilimde daha ileriye gidemeyeceği bir noktaya ulaştığında, kendisini aştığında, alternatif inançlar alternatif olmaktan çıkıverdi onun için. Yine de ölümsüzlüğe erişmiş bir insan olarak, Izzi’nin anlattığı ve inandığı biçimiyle ebediyen var olma fikrini, alternatif bir ölümsüzlük fikrini benimsemesi oldukça zordu. Kırılma noktası Tommy’nin Budizm felsefesiyle hayatına yeni bir yön verdiğinde gerçekleşti. Çünkü aynı inancı, aynı döngüyü Budizm’de de gördü ve koşulsuzca bağlandı. Bir ağacın bedeninde de olsa Izzi’nin var olduğu bir dünyada yaşayan Tommy, Izzzi’yi ikinci kez kaybetmeden evvel (Ağacın yaşlanması ve ölümünün yaklaşması) Xibalba’ya gitmesini sağlayacak imkânların da oluşmasıyla ağacı küresine alarak son yolculuğuna çıkıyor. Peki, Tommy’nin Xibalba’ya gitme amacı nedir? Yine geri dönelim. Teleskobuyla ölmekte olan bir yıldızın etrafındaki Nebula’yı gözlemleyen Izzi, bu esnada yanına gelen Tommy’ye Xibalba’dan bahsediyor. Orada gördükleri Nebula’ya Mayalıların Xibalba dediklerini ve Xbalba’nın Mayalıların öteki dünyası olduğunu anlatıyor Izzi. Ölü ruhların Xibalba’da yeniden doğduğu bilgisini de ekliyor. Ağacın yaşlanması ve ölmesinin, Izzi’yi yeniden kaybetmek anlamına geldiğini söylemiştik. Tommy, bir noktadan sonra bu dünyadaki ölümsüzlüğün Izzi olmadan bir anlamı olmayacağını fark ediyor ve Izzi ile sonsuza kadar birlikte olabilecekleri Xibalba’da yeniden doğuş inancına tutunurken buluyor kendini. Tommy’nin yolculuğu bu motivasyonla başlıyor. 

26. yüzyıldaki kısmın 21. yüzyıldaki hikâyenin devamı olduğunu işaret eden çok önemli başka veriler de var. Bunların biri Tommy’nin sağ koluna mürekkeple işlediği ince ve kalın halkaların, kendi deyimiyle aradan geçen zamanı gösteriyor oluşudur. 21. yüzyılda Donovan’ı ameliyat etmeden önce çıkardığı evlilik yüzüğünü kaybeden Tommy, Izzi’ye olan bağlılığının simgesi olan yüzüğü bulamadığı için acı çekiyor. Izzi öldükten sonra, Izzi’nin kitabını tamamlaması için hediye ettiği kalemle mürekkebi parmağına işliyor Tommy. Parmağında mürekkeple oluşturduğu halkayı 26. yüzyılda da görüyoruz. Hatta yılları koluna işleme fikri de buradan çıkıyor. Tommy’nin kolundaki halkalardan bahsederken, “Bütün bu yıllar, bu anlılar, hep sen vardın” dediğini duyuyoruz. Izzi, öldükten sonra da hep yanında olmuştur. Ruhuyla, anılarıyla ve yeni yaşam formuyla… Tommy’nin “bütün bu yıllar”dan kastı şüphesiz ki, aradan geçen beş yüz yıldır. 

Tommy’nin yolculuğu sırasında Izzi ile olan anılarının onu yalnız bırakmadığını görürüz. Hasta yatağında Izzi, ilk kar yağdığı için Tommy ile yürüyüş yapmak isteyen Izzi ve kitabının bitirilmesini isteyen Izzi… Aronofsky, Tommy’ye acı veren anıları yerleştirmiştir Küreye. Yüzyıllar geçse de unutamadığı, üstesinden gelemediği anılar… Adına Tom denen 26. yüzyıldaki karakterin anılarının 21. yüzyıldaki Tommy’nin anıları olması ikisini birbirine bağlayan en önemli ayrıntılardan biri. Çünkü anılarımız geçmişimizdir, yaşanmışlıklarımızdır, gerçekliğimizdir. 

En büyük korkusunu, ölümü yenmeyi başaran Tommy, Xibalba’ya vardığında ölüp yeniden doğacağına inansa da korktuğunu söylüyor. Ancak Izzi ile sonsuza kadar yaşama fikrine sıkıca sarılarak küresinden ayrılıyor. Vicdan azabını dindirmek, huzur bulabilmek için ise yapması gereken son şeyi yerine getiriyor. Izzi’nin kitabını bitiriyor. 

The Fountain’i neden bir bilimkurgu gibi okumalıyız? 

Çünkü bir bilimkurgu filmi The Fountain. Bunu nerden çıkartıyoruz? Filmin yazarı, yönetmeni, her şeyi Darren Aronofsky öyle söylüyor. En başta The Matrix’i izlerken bilimkurgu filmi yapmayı kafasına koyan Aronofsky, “Uzayı dıştan çok, içten ele alan bir film çekmeyi karar verdik. Uzayın dışı, teknoloji delisi filmler tarafından esir alınmıştı çoktan. Daha canlı, farklı ve minimalist bir bilimkurgu filmi yapmanın mutlaka bir yolu olmalıydı.” diyor. Bu sebeple ikinci çözüme inanıyorum. The Fountain’in bir bilimkurgu olabilmesi için Tommy’nin ölümsüzlüğü bulması şart. Ölümsüzlüğü bulduğunu kabul ettiğimizde de 26. yüzyıla kadar yaşadığını ve Xibalba’ya doğru o uzay yolculuğunu yaptığını doğal olarak kabul etmiş oluyoruz. 26. yüzyılı Tommy’nin içsel yolculuğu olarak okuduğumuzda Aronofsky’nin minimalist bilimkurgu yapmak için yola çıktık söylemiyle çelişiriz. Ayrıca bu kısım içsel bir yolculuk olarak kabul ettiğimizde, Tommy içsel yolculuğunu neden 26. yüzyılda yapma ihtiyacı duyuyor sorusuyla karşı karşıya kalıyoruz. Izzi’nin kitabını bir türlü bitiremeyen Tommy’nin kurgusal bir hikaye yaratmada pek de iyi olmadığını anlıyoruz. Peki, hikaye kurgulamadaki eksikliğini bildiğimiz Tommy, acılarını dindirmek için meditasyon yapan Tommy, iç dünyasına kapandığında neden kendisini 26. yüzyılda olduğu bir kurgunun içerisine yerleştiriyor? Görüldüğü gibi bu ve benzeri mantıksızlıklar, bizi Aronofsky’nin de işaret ettiği bilimkurgusal okumaya yönlendiriyor. Bu sebeple minimalist bilimkurgu söylemi The Fountain okumasında anahtarımızdır. Bilimkurgu sınırları dışına çıkmadan alternatif bir yorumda bulunmak isterseniz; The Fountain’in bir paralel evren bilimkurgusu olduğunu da iddia edebilirsiniz. Ancak 16. yüzyıldaki hikâyenin Izzi’nin kitabı olması ve bu bilginin kesinliği üçlü değil, ikili bir paralel evren okumasını zorunlu kılıyor. Yine de hikâyenin çözümünde bahsettiğimiz gibi 21. ve 26. yüzyıl arasındaki güçlü bağ, paralel evren olasılığını zayıflatıyor. 

Aronofsky’nin Beslendiği Kaynaklar 

The Fountain üç temel kaynaktan besleniyor: Gençlik Çeşmesi efsanesi, Maya Mitolojisi ve Eski Ahit’ten alınan hikâyeler… Aronofsky, bu mitik hikâyeleri birbirine kusursuzca bağlayarak benzersiz bir sanat eseri yarattı. Çıkış noktası Gençlik Çeşmesi efsanesiydi. Ölümsüzlük arayışının anlatıldığı bu efsaneyi, başka bir ölümsüzlük kaynağı olarak bilinen Hayat Ağacı içerisine yerleştiren Aronofsky, Hayat Ağacı’nı ise Eski Ahit’ten alıp Mayalardaki Hayat Ağacı inancıyla birleştiriyor. Filmin üç parçalı anlatısı ve hikâye kurgusuyla Hayat Ağacı, somut ve soyut anlam ifade ederken, gerçeklik ve fanteziye hizmet edecek şekilde kullanılıyor. Aronofsky’nin Hayat Ağacı’na bağlı olarak, Eski Ahit’ten Âdem ve Havva’yı ve Keruv adı verilen meleği birer mit olarak hikâyesine eklediğini görüyoruz. 16. yüzyıldaki kurgusal hikâyede, piramidinin tepesinde Hayat Ağacı’nı koruyan Mayalı karakter, Keruv meleğini temsil ediyor. Tevrat’ın Yaratılış babında, Tanrının Eden Bahçesi’nin doğusuna Keruvlar ve her yana dönen alevli bir kılıç yerleştirdiğinden bahsediliyor. The Fountain’e baktığımızda Mayalı koruyucunun elinde alevli bir kılıç görüyoruz. Aronofky’nin koruyucu meleğe ve kılıca kendi yorumunu getirdiğini, meleğin ve kılıcın hikâyeye adapte edilirken her ikisinin de Tevrat’taki anlamını ve işlevini yitirmediğini söylememiz gerekiyor. 

Izzi’nin kitabı ve araştırmaları aracılığıyla hikâyeye dâhil olan Maya mitolojisine ait unsurlar, The Fountain’de önemli bir yer tutuyor. Filmin çıkış noktası ve temel dayanağı sonsuza dek yaşama düşüncesi denilebilir. Aronofsky, ilginç bir şekilde sonsuz yaşam temasını, iki farklı sonsuzluk inancı üzerinden irdeliyor. Maya inanışındaki yaşam döngüsü, doğanın ayrılmaz bir parçası olduğumuzu söylüyor. Bu inanışta, dönüşümün sürekliliğiyle sağlanan bir yaşam ve Xibalba’da sonsuza dek var olunacağına yönelik bir inanç var. Aronofsky, diğer kaynakları değiştirerek adapte ederken Maya mitolojisinde buna pek gerek duymuyor. Sadece Mayalardan alınan unsurlar üzerinden bir gerçeklik yaratılmaya çalışılıyor. Örneğin 21. yüzyılda, Tommy’nin, Izzi’nin mezarına bir tohum ekmesi ve daha sonra bu inanca sımsıkı tutunması ve 26. yüzyılda Xibalba’ya yapılan yolculuk, mitlerin gerçeklik yaratmak için kullanıldığının göstergeleri.