11 Ocak 2012

Hz. İsa filmlerine bakış

Hristiyanlıkta resim yasağının olmaması bu dinin sanatta resim başta olmak üzere tiyatro ve sinemada görsel karşılığını bulmasına olanak tanıdı. Hristiyanlık, başlangıçta tasvir yasağını benimsediği için ilk örnekler ancak 3. yüzyıldan itibaren duvar resmi olarak karşımıza çıkar. O tarihten günümüze kadar en çok tasvir edilen figür Hz. İsa'dır. Hz. İsa'nın yaşamındaki tüm önemli anlar (Vaftiz edilişi, ilk mucizesi Kana düğünü ve onu takiben süren diğer mucizeleri, metamorfoz, Kudüs'e giriş, Son Akşam Yemeği, Çarmıh, Emmaus'ta yemek, Şüpheci Tomas ve İsa'nın Cehenneme inişi vb.) resim sanatı içerisinde hemen hemen eşit oranda tasvir edilirken sinemada çarmıh sahnesi ön plana çıkmaktadır genellikle. Ki Hz. İsa'nın çarmıha gerilip gerilmediği hala tartışılagelir.

Sinemada İsa tasvirlerinin resim sanatıyla paralel gittiğini söyleyebiliriz. İkonografi genellikle şöyledir: İsa, uzun boylu (1.80 civarı), uzun ve dalgalı saçlı, sakallı, uzun, tek parça dalgalı tunikler giyer. Çarmıha gerilmek üzere Golgota yolunda ilerlerken ve çarmıha gerildiğinde başında daima dikenden örülmüş bir taç bulunur. Kutsal bir figür olarak sayısız kez hayatı sinemaya uyarlanan Hz. İsa'nın Tanrısallaştırılması, insani yönleri ile ele alındığında veyahut çelişkileri olan bir figüre dönüştürüldüğünde kızılca kıyametin kopmasına sebep oluyor. Tartışmaların uzağında bir film ile başlayalım Ben-Hur ile. Tüm epik filmlerin atası olan Ben-Hur, Lew Wallace'nın Ben-Hur: A Tale of the Christ isimli romanından sinemaya aktarıldı. Ben-Hur'un en önemli özelliği ilk kez belki de son kez bir filmin Hz. İsa'nın öyküsünü yan hikaye olarak beyaz perdeye taşımasıdır. Filmin merkezinde Judah Ben-Hur adlı zengin bir Yahudi Prensin bir köleye dönüşmesi ve intikam hırsı yer alır. Hz. İsa filmin ilk bölümünde ve sonlarında ortaya çıkan, yüzü seyirciye gösterilmeyen (tek örnektir) ve Ben-Hur'u çok etkileyen bir figür olarak çizilmiştir.

1964 yapımı Pier Paolo Pasolini filmi Matyas'a Göre İncil ise sansürlenmiş bir Hz. İsa filmidir. İncil yazarlarından Aziz Matyas'ın izlenimlerinin belgeselci bir üslupla anlatıldığı bu film Vatikan'ı memnun etti. Peki neden sansürlendi derseniz, bazı çevrelerce (Hristiyanlıktaki farklı mezhepler) filmin Hz. İsa'yı yeniden ve olması gerekenden farklı bir şekilde yorumlamaya girişmesinin sansürle başını derde sokmasına neden olduğunu söyleyeyim.Hz. İsa'nın tanrısal bir kişilik olarak çizilmemesi ve Latince konuşulması filmin gerçekçilik dozunu artırıyor. Genel İsa ikonografisinin aksine bu filmde daha cılız bir İsa çıkıyor karşımıza. Matyas'a Göre İncil, Hz. İsa filmleri (külliyatı) içinde ayrıksı bir noktada duruyor. Tüm Pasolini filmleri gibi.

Günaha Son Çağrı
Bir başka büyük usta Martin Scorsese'yi de cebetti Hz. İsa'nın çileli yaşam öyküsü. Nikos Kazancakis'in The Last Temptation of Christ adlı romanını sinemaya uyarlayan Scorsese en az roman kadar fırtınalar koparan bir filme imza attı. Filmde Hz. İsa'ya Willem Dafoe hayat verirken diğer filmler nazaran kendine önemli bir rol bahşedilen Yahuda İskariot'u Harvey Keitel canlandırdı. Mesih olmaktan memnun olmayan olamayan, bu kutsal görevi geri çevirmek için çareler arayan ve zaafları olan (Hatta Scorsese biraz ileri giderek Meryem ve Hz. İsa arasında geçen bir seks sahnesi bile iliştirmişti filmine) tam bir insan portresiydi onun ki. Günaha Son Çağrı'yı bu kadar tartışılır yapan kutsal metinleri elinin tersiyle itmesiydi. Filme göre Tanrı, Hz. İsa'ya öleceğini bildiriyor ve İsa da Yahuda İskariot'tan kendisine ihanet etmesini istiyordu. Oysa ki Hz. İsa Son Akşam Yemeğinde sofradayken şu sözleri dile getirecektir: "Gerçekten size diyorum ki içinizden biri bana ihanet edecek" ve havariler de "Ben miyim yoksa" diyerek kendilerini sorgulayacaktır. Ve şöyle devam ediyor Hz. İsa "Tanrının oğlu alnına yazıldığı üzere gidiyor ama Tanrı'nın oğluna ihanet edenin başına gelecekleri düşünün bir! hiç doğmasaydı daha iyi olurdu onun için" Hal böyleyken Scorsese'nin başına gelecekleri bilerek bu projeye el attığını söyleyebiliriz. Üzerine konuşabilecek ve tartışılabilecek çok fazla detay var Günaha Son Çağrı'da. Bu da onu önemli bir sinema yapıtına dönüştürüyor.

Tutku: Hz. İsa'nın Çilesi
Gelelim Mel Gibson'ın The Passion of the Christ'ine. (Tutku Hz. İsa'nın Çilesi olarak çevrildi) Gibson, hep yapıldığı gibi Hz. İsa'nın hayatını anlatmaktansa son 12 saatine odaklanıyor. Sözüm ona gerçekçi bir film yapmak için yola çıktığını söyleyen Mel Gibson, Hz. İsa'nın çektiği acıları perdeye yansıtırken elinin ayarını kaçırıyor (bilerek ve isteyerek elbette)  ve düpedüz bir istismar filmi çıkarıyor ortaya. Tutku: Hz. İsa'nın Çilesi'ni bu kadar tartışılır yapan içerdiği şiddetin yanında İsa'nın ölümünden kimin sorumlu tutulduğu meselesidir. İsa'nın Vali Platus önüne çıkarılmasını ve ona ne yapılacağını halkın tercihini bırakmasını İncil'e sadık kalarak anlatıyor film ancak Yahudilerin büyük tepkisiyle karşılaşıyordu. Belgeselvari bir film olmaktan öteye geçemeyen ve sinemasal hiçbir erdemi olmayan Tutku: Hz. İsa'nın Çilesi buna rağmen yarattığı sansasyon sayesinde inanılmaz bir gişe başarısı yakaladı. Peki İnsanlığın böyle bir şiddet gösterisine ihtiyacı var mıydı?

Bugüne kadar yapılmış pek çok Hz. İsa filmi var elbette ama şimdilik bu dosyayı 4 filmle sınırlı tutuyorum. Özellikle bir komedi klasiği olan Monty Python: Life of Brian'ı ayrıca değerlendirilmek istiyorum.