10 Mayıs 2012

Epik Sinemanın Altın Çağı


Sinemanın ana türlerinden olmamakla birlikte başlı başına bir tür kabul edilen Epik, kahramanlık ve yiğitlik hikayelerinin destansı bir dille anlatıldığı türdür. Sinemadaki karşılığı ise tarihte yaşanmış veya anlatıla geldikçe efsaneleşmiş, duyduklarında insanları coşturan, galeyana getiren hikayelerin görselleştirilmesinden ibarettir. Destanlar, Mitoloji, Kutsal kitaplar, savaşlar, iz bırakmış büyük kişiliklerin biyografileri epik sinemayı besleyen kaynaklardır.

Her çağdan epik öyküler çıkabilir-çıkartılabilir. Bu yüzdendir ki sinemada Epik filmler başlığı attığınızda Western'den Bilim Kurguya kadar farklı türlerde kendisine yer bulabilir. 'Epik Sinemanın Altın Çağı' başlığını tarihi-epik olarak okumalı ki bu değerlendirmeyi buna göre yaptım. Bir iki istisna dışında toplu tüfekli savaş filmlerini değerlendirme dışında tuttum. Amacım Tarihi-Epik'in karşılığını bulabilmekti. Tarihi-Epik'te şablon filmimiz Ben-Hur'dur. Günümüzdeki örneklerden de Troy, Gladiator, Alexander bu şablona harfiyen uyan filmlerdir. Türe ilişkin filmler genellikle 2-2.5 ile 4 saat arasında değişebilen uzunluğa sahiptir. Bol figürasyon içerirler. Bu tip filmler için büyük setler kurulmuş ve o dönem için büyük bütçeler harcanmıştır.

Epik Sinemanın Altın Çağının 1950 ve 60'lı yıllarda yaşandığını düşünüyorum. Biraz daha derine inmek gerekirse Altın dönemin 50'li yılların ortalarından itibaren başlayıp 60'lı yılların ikinci yarısına kadar sürdüğünü söyleyebiliriz. 50'li yılların başında Altın çağı müjdeleyen, nitelik olarak üst düzey olmamakla birlikte bir çok film üretilmiş. İncil kaynaklı Samson and Deliah (1949), Quo Vadis (1951), Ivanhoe (1952), Marlon Brando gibi bir starı bünyesinde barındıran Julius Caesar (1953), The Robe (1953), Demetrius and the Gladiators (1954) ve 50'li yılların ilk yarısında karşımıza çıkan en önemli yapım Akira Kurosawa'nın en iyilerinden olan Seven Samurai (1954) kuşkusuz. 1955'de kısmen başarılı Richard III ve Land and the Phraohs gibi sıradan sayılabilecek örneklerin ardından Altın Çağı resmen başlatan film, türün önemli isimlerinden Cecil B. DeMille'in tüm kutsal kaynaklarda kendine yer bulan Hz. Musa ve kendisine indirilen 10 emir ekseninde anlatılan hikaye The Ten Commendments (1956) aslında yönetmenin 1923'de sessiz olarak çektiği aynı adlı filmin yeniden çevrimidir. O dönemin görüp görebileceğimiz en başarılı görsel efektleriyle kotarılan Kızıl Denizi geçiş sahnesi unutulmazlar arasına girerken genel olarak da filmin başarılı bulunması diğer yönetmenlere ve yapımcılara cesaret aşılamış ve peşi sıra bir çok film üretilmiştir. Hz. Musa rolü ile Charlton Heston, epik filmlerin aranan yüzü  haline gelecek ve sayısız filmde rol alacaktır.


1956 yapımı bir diğer film Makedon Kralı Büyük İskender'i Richar Burton'ın canlandırdığı Alexander the Great, estetik kaygılar taşımayan çok da özenli bir film değildi. Dönemin ortalama işlerindendi. 2 yıl sonra gelen ve Vikinglerin öyküsünü perdeye taşıyan The Vikings, neresinden bakarsanız bakın başarılı olmuş bir epik. Orson Welles'in anlattığı hikayede krallık için mücadele eden iki kardeşi dönemin starlarından Kirk Douglas ve Tony Curtis canlandırıyor. Karakter çatışması ve savaş sahneleriyle heyecan, set ve kostümlerle yakalanan görsellik de baştan sona lezzetli bir seyirlik vaat ediyor. Ve türün babası olarak lanse edebileceğimiz 1959 tarihli William Wyler imzalı Ben-Hur'un merkezinde Roma döneminde, kutsal topraklarda Ben-Hur adlı zengin Yahudi prens ve çocukluk arkadaşı Roma generali Messala arasındaki çatışma, Ben-Hur'un düşüş ve yükselişi yer alır. Ancak film bu çatışmadan ibaret değildir. Aynı zamanda bir yan hikaye olarak Hz. İsa'nın öyküsü anlatılır. Hz. İsa, Ben-Hur'u etkileyen bir figür olarak çizilir. Ben-Hur, öyle tutkulu öyle ihtişamlı ve öylesine kusursuz ki sadece 60'lar epik filmlerini değil tüm bir epik film külliyatını etkilemeyi başarmıştır. Hatta etkisini 60 ve daha çok 70'li yıllarda Yeşilçam'da ard arda üretilen Tarkan, Battal Gazi ve Kara Murat vb. filmlerde açıkça görmek mümkündür. Film, prodüksiyon olarak da çok büyüktür. 20.000 figüran ve 300'e yakın set kullanılmıştır. 11 Oscar ödülü de cabası...


Ben-Hur'un gişe ve ödül bazında getirdiği başarı 60'lı yılların ilk yarısında tarihi-epik filmlerde bir patlama yaşanmasına sebebiyet verdi. Ertesi yıl gelen Stanley Kubrick başyapıtı Spartacus, o yıl 4 Oscar kazandı ve hatırı sayılır bir gişe geliri de elde etti. Kirk Douglas, insanlık tarihinin en meşhur kölesi Spartacus'e başarıyla hayat verirken film de Kubrick'in mükemmeliyetçiliğinden nasibini alıyor ve bir özgürlük destanına dönüşüyordu. 8500 figüranlı, 3 saatlik dev bir prodüksiyon olan Spartacus, döneme ilişkin ayrıntıları, titiz karakter çalışması ve etkileyici finaliyle Altın Çağın en önemli epik filmlerinden oldu. 1961 yılının iki önemli epik filminden Barabbas; küçük ölçekli, mütevazi sayılabilecek ve karanlık atmosferiyle dikkat çeken kişisel bir film iken yılın diğer filmi El Cid, 11. yüzyıl İspanya'sında El Cid adlı bir kahramanın İspanya'nın bölünmemesi için verdiği savaşı aktarır. Dönemin büyük yapımlarından olan filmde yine Charlton Heston'ı görüyoruz. Ona eşlik eden isim ise Sophia Loren. 1963'de karşımıza çıkan The 300 Spartans, bugün hepimizin bildiği hikayeyi gerçekçi bir tonda anlatmaya çabalıyor. Bir noktaya kadar da bunu başarıyor. En önemli eksiği yetenekli bir yönetmenden yoksun oluşu. Bugün sıkıcı gelebilir belki ama 60'lı yılların epik sineması adına kayda değer örneklerden olduğunu belirtelim. Aynı yılın major filmi ise 7 Oscar'lı Lawrence of Arabia. Yönetmenlik koltuğunda David Lean'ın oturduğu filmde kılıç şakırtısından çok silah sesleri hakim. Lawrence of Arabia, bir İngiliz casusun Suudi Arabistan'da geçen casusluk öyküsü olarak özetlenebilir ama 3.5 saatlik filmde çok daha fazlası var. Bu film yazının başında belirttiğim kriterlerin dışına çıkıyor dönemi itibariyle. Bu sebeple değinmeden edemedim. Yakın dönemi ele alan tarihi-epikler içinde en ünlüsü ne de olsa.


Altın Çağın en ihtişamlı filmi belki de 1963 yapımı Joseph L. Mankiewicz imzalı Cleopatra'dır. Elizabeth Taylor'ın tüm güzelliği ve cazibesiyle canlandırdığı Mısır Kraliçesi Cleopatra'nın önce Sezar ile sonra da General Marcus Antonius'la yaşadığı aşk ekseninde ilerliyor hikaye ve tüm görkemiyle bir çağa tanıklık ediyor. 3 yılda tamamlanabilen ve 44 milyon dolar gibi dudak uçuklatacak bir bütçeyle (bugünün 300 milyon dolarına denk geldiği söyleniyor) çekilen film süresinin fazla uzun olması sebebiyle (4 saati aşıyor) yer yer sarkıyor ama tam bir gövde gösterisi olan Cleopatra'nın Roma'ya giriş sahnesi için bile izlenebilir. Cleopatra'yı takiben 55 Days of Peking (1963), Becket (1964), The Fall of the Roman Empire (1964), The Greatest Story Ever Told (1965), The War Lord (1965) gibi ilgiye değer filmler üretildi. Bu filmler içinde en önemlisi ise kuşkusuz El Cid ile harikalar yaratan Anthony Mann'in tekrar görkenli bir epik filmle karşımıza çıktığı The Fall of the Roman Empire diyebiliriz. Ben-Hur, Spartaküs ve Cleopatra'da açıkça etkiler taşıyan film, gerçekle kurguyu bir potada eritiyor ve adını türün en iyileri arasına yazdırıyor. John Huston'ın 1966 tarihli The Bible: In the Beginning'i, The Ten Commendments'ta olduğu gibi tarihi-epik ile dini-epik'i birleştiren dünyanın yaratılışından başlayarak İncil'deki ikonografiyi takip eden ve İshak'ın kurban ediliş sahnesine kadar olan süreci görsel olarak tatmin edici bir şekilde anlatmayı başarmış döneminin farklı işlerinden biri. Rus sinemacı Andrey Tarkovski'nin Andrei Rublev'i ise epikten çok bir tarihi-drama ancak sinemasal başarısı adını anmadan geçmeme müsaade etmiyor. Bir ikona ressamının şiddet ve zulüm karşısında inancını sorgulamasını dönemin Rusya'sında savaş fonunda etkileyici bir dille anlatır. Bir Çek sineması örneği olan 1967 yapımı epik film Marketa Lazorova da çok geç keşfedilmiş ama hakkı heniz teslim edilmemiş dönemin son başarılı örneklerindendir.

Görüldüğü gibi özellikle 60'lı yılların ilk yarısında yaşanan epik film patlaması ve türün en iyi örneklerinin de üretilmesiyle bu dönemin Epik Sinemanın Altın Çağı olarak değerlendirilmesi bir zorunluluktur. 60'ların sonlarında ve 70'li yıllarda bilim kurgu ve korku sinemasında yaşanan gelişmeler doğal olarak Epik sinemanın düşüşüne önayak olmuştur. 2000'li yıllarda Gladiator'ın gişe ve eleştirel başarısı ve sonrasında fantastik sinemanın epikle kusursuzca buluştuğu Lord of the Rings serisi yeni bir Altın Çağ olmasa da bir Rönesans dönemi yaşanmasını sağlamıştır.