7 Temmuz 2012

Napoleon


Abel Gance'in Napoleon'u 1927 yılında yapılmış sessiz bir filmdir. Dünyaca ünlü Fransız filmci Abel Gance, sessiz film dönemindeki çalışmalarıyla hatırlanır. 3 saatlik filmi J'accuse ile uluslar alanda tanınan Gance, asıl patlamayı restore edilmiş versiyonuyla 5.5 saate ulaşan Napolyon filmiyle yapmıştır. Fransız filmlerinin dünya çapında monopoli olduğu zamanlar (özellikle Gaumont ve Pathe şirketleri Amerika dahil her yerde bir monopolidir, I. Dünya Savaşıyla bu durum da terse dönecektir. Gaumont batacak, Pathe zar zor idare edecektir) düşünüldüğünde bu başarının Fransa'dan çıkması normal gelebilir ancak sinemada deneysel teknikler kullanan ve bu teknikleri sinemaya kazandıran Gance, özellikle parlamentodaki kaosu fırtına sahneleriyle özdeşleştirmesiyle çığır açmıştır. Uzun bir sonu olan film, Polyvision kamerasının kullanımıyla yine bir öncüdür.
Burç Karabulut yazdı

Filme döndüğümüzde film basitçe Napolyon'un askeri başarılarını ve diktatör olarak Fransa'yı yönettiği bir biyografi çizer. Albert Dieudonne'un Napolyon'u oynadığı filmde, yıkılmaz ve kararlı bir Napolyonla karşı karşıya kalırız. Öyle yıkılmaz ve kararlıdır ki; filmin ilk sahnelerinde çocuk Napolyon olarak bir kartopu savaşını başarıyla yönetir ve rakiplerini alt eder. Napolyon açılış sahnesinde Brienne Koleji'nde yatılı kalmaktadır. Bu okul bir nevi papaz okulu gibidir. Öğrenciler dışarda kartopu oynamaktadırlar. Bir kardan mevzi arkasında bekleyen Napolyon, karşı tarafa bir ayna tutarak onları can evinden vuracak kadar akıllı bir strateji uygular ve durum tam tersine döner. Öğrenciler bir savaş yapıyormuşçasına birbirine girer. Kartopu savaşının bir meydan savaşı olarak verildiği sahnelerde Napolyon'un geleceğin lideri olduğunu çok net görürüz. Yıkılmaz ve kararlıdır. Filmi anlatan iki kelime budur. Napolyon liderdir, yıkılmaz ve kararlıdır.

İlerleyen zamanda Napolyon büyümüş, doğum yeri olan Korsika adasına dönmüştür. İngiliz işgaline uğrayan adada eski dostu tarafından gammazlanıp, hain ilan edilir. Adanın tavernasına girer. İspanya, İtalya ve İngiliz sempatizanlarının yer adada Napolyon, bardaki sempatizanları tek kelimesiyle kendine hipnotize eder. Napolyon'un yüzünün rigid, karizmatik duruşu bir firavun kutsallığındadır, ikna edici konuşması ve ağzından çıkan her sözüyle bardaki insanları etkileyecek kadar güçlü olması onun doğuştan gelen liderliğini pekiştirir. Fransa'yı yönetecek kişi odur. Ancak, İngiliz askerlerinin bara gelişiyle kaçmak zorunda kalacaktır.

Bir sandalla adadan kaçmayı başaran Napolyon, Fransa'ya dönmek için denize açılır. Denizde fırtınaya yakalanır. Fırtına çok güçlüdür. Herhangi bir insanı yıkacak fırtınadan Napolyon canlı çıkacaktır. Filmi anlatan Gance bile ona duyduğu hayranlığı şu cümleyle göstermiş gibidir: O, kaderle mücadele edecek kadar güçlüdür. Fırtına sahnesinde dalgaların vuruşunda kullanılan kamera açıları ve innovatif montage Eisenstein'in Potemkin Zırhlısında kullandığı montajla bir paralellik teşkil eder. Sinema tarihine kazınan Odessa merdivenlerini gözümüzün önüne getirdiğimizde, Çarın askerlerinin ilerleyişi ve halkın art arda atılan kurşunlarla öldürülmesi gösterilir, bu sahnelerle karelerin collisionu (çarpışması) amaçlanır. Napolyon'da ise, parlamentodaki kargaşa ve dalgaların kabarması ile kameraya vurması zamanın öncü montaj tekniklerinden kabul edilir.

Fırtınadan tek parça halinde kurulan Napolyon, Saint-Toulon savaşında karşımıza topçu yüzbaşı olarak çıkar. Filmin linear bir öyküye oturmaması, sadece Napolyon'un yükselmesini konu alması, askeri dehasını anlatmanın yanında Gance'in hayranlığını her defa Napolyon portreleriyle süslemesi daha göze batar. Daha çocukluğundan belli olan üstün askeri dehası, Toulon savaşında fazlasıyla dramatize edilir. Geneal Draghommer'in emirlerini dinlemez ve savaşa kalkar. Normalde rütbece düşük bir komutanın, verilen emirlere uymaması sakıncalı ve korku dolu bir ruh halini çağırır. Ama Napolyon kazanacağından o kadar emindir ki sorumluluğu hemen üstüne alır, korku, tasa hatta hiçbir duygu yüzünde belirmez. Toulon savaşı doğal olarak büyük bir zaferle sonuçlanır. Napolyon'un cesetler arasında filmde ikonlaşan ayakta yıkılmaz durduğu sahne; iradesinin zaferidir. Ancak Fransa'da hiç bitmeyen politik kavgalar Napolyon'un yönetimi ele geçirmesi filmin bizi manipüle ettiği ölçüde zorunlu kılar. Son yarım saatte Napolyon'un yönetimi ele geçirip Fransız Cumhuriyetini yaşatmasını izleriz. Aslında Napolyon bir anlamda Abel'in ikilemidir. Suçluyorum ile pasif bir savaş filmi çeken yönetmen, Napolyon ile bir diktatörün hayatını perdeye taşımıştır.

1920'li yılların epik filmlerinden kabul edilen Napolyon, bir sinema filmi yapımı dersi gibidir.Film estetiğin sonuna kadar hakkını vererek sinemaya farklı, yeni kamera açıları, innovatif montajı kazandırmıştır. Dönemin ünlü New York Times eleştirmeni Vincent Canby; " Napolyon izlendiğinde, eleştirmenlerin bir film için genelde kullandığı tüm iyi sıfatları kabul ediyor. Napolyon kısaca alıyor, götürüyor ve nefes kesiyor, tam anlamıyla göz kamaştırıyor" demiştir. Bu arada film tarihçisi olan Kevin Dubrow tarafından 1971'de restore edilene kadar Napolyon, kaybolan filmlerdendir. Yönetmenin ikilemini, filmin kaybolmasını, bulunmasını ve tekrar ilgiyle karşılanmasını da yazıya dökeceğim.