16 Ekim 2013

Onur Savaşı

Onur Savaşı'nın 11. Filmekimi'nin en güzel filmlerinden biri olduğunu düşünüyorum. Hem senaryosu, hem olayların içinde bölünerek daha da güçlenmesi filmi kalburüstü bir seviyede götürmeye yetiyor. Ayrıca güçlü oyunculuklar ve iyi bir sinematografi de seyircinin olay örgüsü içerisinde rahatça kaybolmasına çanak tutuyor. Thomas Vinterberg'in de Lars Von Trier gibi dogma 95'e imza koyanlardan biri olduğunu hatırlatmakta yarar görüyorum. Ne kadar Vinterberg için dogma günleri geride kaldıysa da Lars ile temas etmiş bir yönetmen olması nasıl bir filmle karşı karşıya kalacağımızın da habercisi oluyor haliyle. Neyse filme geçiyorum.
Burç Karabulut Yazdı


Lucas bir anaokulu çalışanı olarak hayatı okuldan eve geçiren, kasaba halkı tarafından el üstünde tutulan bir insandır. Karısından ayrılmış Lucas, tek oğlu Marcus'un velayetini de karısına kaptırınca çaresiz uzakta bir kasabada yaşıyor. Oğlu Marcus, tüfek lisansının derdinde ve hemen erkek olmak istiyor, ara ara babasını görmeye geliyor. Zor doğa şartları, orman, av, tüfek ve tabii ki hayat. Ne var ki, film sert ada hikayesinden yargısız adam hikayesine kayıyor. Mobbing denebilecek bir toplumsal dışlanma süreci domine ediyor filmi.

Yazının kalanı spoiler içermektedir
Anaokulu çocukları tarafında  aşırı sevilen, onla birlikte oyun oynayan ve pusu kuran çocukların Lucas'a olan sevgisi çok aleni veriliyor. Bu çocukların arasında bir kız çocuğu Klara, yaşından büyük işler yapmaya kalkışıyor ve Lucas'a 'aşk' ilişkisi duyuyor. Lucas'a dudaktan bir öpücük bile veriyor. Lucas, tabii tetikte davranarak böyle şeyleri yapmamasını öğütlüyor Klara'ya. Klara'nın aleni bir şekilde Lucas tarafından cinsel tacize uğradığını söylemesiyle işler karışıyor.


Doğal olarak Lucas'ın hayatı alt üst oluyor ve Onur Savaşı başlıyor. Gretchen burada dramatik bir rol oynayarak onu okuldan uzaklaştırıyor ve Lucas'ı yanıtsız bırakıyor belli bir süre. Lucas, oğlunun bir gece ansızın aramasıyla olayın farkına varabiliyor ancal. Lucas, polis tarafından alıkonuluyor. Mahkeme elinde hayalgücü (olmayan bodrum gibi) bulunca tabii Lucas özgür kalıyor. Asıl zindan hayatı bundan sonra başlıyor. Kasaba halkı bir türlü ikna olmuyor. Lucas'a alışverişi yasaklıyor, köpeğini öldürüyor, oğlunu bir güzel pataklıyor.

Ve finalde ise; Lucas Klara'nın babası ve eski yakın arkadaşı\şimdiki düşmanı Theo'yla noel gecesi kasabanın kilisesinde karşılaşıyorlar. Lucas dayak yemiş, hırpalanmış ve psikolojik olarak da çökmüş bir şekilde bir kaç kere dönüp Theo'ya bakıyor. Her seferinde gözleri bir öncekinden daha yaşlı oluyor. Lucas'ın yıkıldığı o sahne, artık son sözlerin de söylendiği an onur savaşının son hamlesini de yapıyor ve Theo'yu hırsla çok fena yumrukluyor. Kasabalılar hemen duruma el koyup Lucas'ı dışarı atıyorlar. Sonunda ise; durum daha kötüye gitmiyor aksine Theo geri adım atıyor. Bir sene sonraya gidiyoruz. Marcus artık tüfeğini almış ve bir erkeklik sınavı olan ilk geyiğini avlamaya çıkıyor. Kasabalılar barışmış, eski günlere dönülmüş. Lucas bir ara avda tek başına kalıyor ve anonim bir mermi onun kafasını pas geçip ağaca saplanıyor.