11 Ekim 2012

Meleklerin Payı - The Angel's Share

                                           
Filmekimi'nde gönlümüzü şenlendiren filmlerden biri olan Angel's Share\Meleklerin Payı, Ken Loach evrenini tanıyanlar için hoş bir film, onu ilk defa izleyenler içinse tam bir aldatmacadan ibaret. Ken Loach'ın 'iyi hissettiren' bir film için Paul Laverty ile işbirliğine girmesini sadece şaşırtıcı buldum. Daha önce oysa beraberce Carla'nın Şarkısı, Benim adım Joe gibi işçi sınıfını anlatan ciddi filmler çekmişlerdi. Vikipedi'den bu filmlerin konularına bile baksanız Ken Loach'ın çok ciddi konular üstüne film çeken bir yönetmen olduğunu söyleyebilirsiniz. O yüzden beni çok şaşırtan yine aynı tarz bir hikayede komedi unsurunu ustaca yansıtması oldu. Aslında film hem dram hem komediyi iyi harmanlıyor. Filmin toplumsal gerçekçilikten büyülü gerçekliğe kaymasını ve işçi sınıfı mekanlarının bir fon olarak kalması, Meleklerin Payı'nın en göze batıcı öğeleriydi
  Burç Karabulut yazdı

Filmin konusuna gelince: Albert, Robbie, Mo ve Rhino dört tane suçludur. Albert, aşırı içki içmek suretiyle tren yoluna atlaması tabii ki otoriteye de karşı gelmesi yüzünden Robbie, adam öldürmeye teşebbüsten Mo ve Rhino da benzer suçlardan toplumsal hizmet cezasına çarptırılırlar. Aynı zamanda ana karakterimiz olan Robbie, eşi hamile olan Leonie'yle birlikt bir hayat kurmayı hedeflemektedir. Ve doğal olarak kızın ailesi bu duruma tepkilidir. Zamanla zoraki süre doldurmaları sebebiyle arkadaşlıklarını pekiştiren bu dörtlü, zoraki işverenleri Harry'nin etkisiyle bir gün viski tatma törenine katılırlar.Filmin İskoçya'da geçtiğini ve İskoçya'da viskinin baya önemi bir içki ve üst sınıflara (zengin diyelim) ait bir içki olduğunu söylemem gerekiyor. Robbie, çocuğunun da doğmuş olması sebebiyle baba olup sorumluluk almaya girişiyor. Ama bir serseri olmasından dolayı hiçbir şekilde iş kabul edilmiyor. Bu viski tatma töreni, Robbie'nin ağzına hiçbir içki koymamasına rağmen doğuştan bir yeteneği olduğunu ortaya çıkardığı gibi antik fıçı dolu bir viskinin de satışa çıkarılacağını söylüyor. Kahramanlarımızın bundan sonraki hedefi; o fıçıyı bir şekilde elde etmek üzerine gidiyor.

İşçi sınıfı mekanları\yaşam alanlarının sadece söylemsel ve bir dakikalık televizyon haberi gibi ortaya çıkması, klasik Ken Loach hikayesinden uzaklara taşıyor filmi. Tabii ki hapishane, mahkeme, sosyal hizmet cezası bir anlamda bizi onların hayatının ne kadar zor olduğuna götürüyor. Ancak bunlar sadece arka fondan ibaret kalıyor. Robbie'nin milleti çok fena hırpalamasına rağmen hapis yüzü görmemesi, iş görüşmesine bile alınmayan Robbie, hele bir de ceza almış olmasına rağmen üst-sınıf bir yere direk alınıyor. Viski içenlerin sadece üst sınıfa ait kişiler olduğu gerçeği gözardı ediliyor. Polislerin içlerini dışlarını bildikleri hatta kıyafetlerinden tanıdıkları Robbie ve arkadaşlarını ancak bir sahnede enseliyor olmaları hatta enseleyemiyor olmaları toplumsal gerçeklikten uzaklaştırıyor filmi. Yönetmen, sanki hikayelerini anlattığı ve nefes aldırmadığı bu karakterleri bir anlamda göğsüne basıyor.

Ken Loach'tan haberi olmayanlar için film iyi bir seyirlik sunmakla beraber aldatıcı bir film olarak beraberinde geliyor. İşçi sınıfını normalde daha sert, kaba ve daha gerçekçi işleyen yönetmen, burada yer yer bir büyülü gerçeklik denemesine girişiyor. Kaybeden hikayesi biraz da Hollywoodlaşarak bir kazanan hikayesine dönüşüyor. Komedinin ön planda olduğunu söylemek zor olsa da güldürmeyi ihmal etmiyor. Albert'ın abartılı  soruları ve sakarlıkları; İskoç eteğiyle yapılan yolculuk, polisin erkek etek altı merakı ya da mesela kaleler niye vardır sorusuna Rhino'nun çünkü vardır demesi. Açılış sahnesindeki orijinal sahneler ara ara insanın yüzünde tebessüme yol açıyor. Arada Meleklerin Payı'nın da ne olduğunu öğreniyoruz. Filmin ismi de ister istemez gerçeklikten uzaklığa bir vurgu yapıyor.