28 Ağustos 2012

Sin City


Robert Rodriguez; El Mariachi, Desperado, From Dusk Till Dawn ve The Faculty gibi 90'llı yıllarda ses getirmiş tür sineması örnekleriyle tanınan ve Quentin Tarantino familyasından olduğunu söyleyebileceğimiz, 2000'li yıllarda Spy Kids üçlemesiyle kariyeri düşüşe geçmiş, hatırı sayılır bir genç yönetmendir. Rodriguez'in gerçek anlamda kendini ispatladığı film ise 2005 yapımı Sin City (Günah Şehri) oldu. Ünlü çizer Frank Miller'ın çizgi roman başyapıtı olarak kabul edilen eseri Sin City, bizzat Frank Miller'la ortaklaşa sinemaya aktarılmasıyla birlikte o güne dek şahit olmadığımız bir çizgi roman uyarlamasıyla baş başa kaldık. Film, üç ana karakter etrafında dönüyor ve üç farklı öykü sunuyordu. Daha en baştan bu tercihleriyle kalıpların dışına çıkmayı başarıyordu Sin City.

Film, emekliliğini bekleyen kalp hastası Hartigan'ın öyküsüyle başlıyor. 11 yaşında masum bir kızı kurtarmasıyla hayatının 8 yılını feda etmek durumunda kalıyor Hartigan. İkinci hikaye deforme olmuş yüzüyle korkusuz Marv'ın bir fahişeye aşık olması ve öldürülüşüyle intikam peşinde koşmasını, üçüncü hikaye ise Dwight adlı bir adamın bir fahişeye yardım etmek isterken bulaştığı belayı konu ediniyor.


Söz konusu bir çizgi roman uyarlaması olduğunda ilk bakılan nokta filmin çizgi roman estetiğini yansıtıp yansıtmadığıdır. Sin City'de Robert Rodriguez'in yanında, yönetmen koltuğunda Frank Miller'ın da oturması eserin birebir sinemaya aktarılmasında- aktarılabilmesinde etkili olmuş. Henüz açılış sekansında neyle karşı karşıya olduğumuzu anlamakta kalmıyor, çizgi roman uyarlamalarına dair tüm bildiklerimizi de unutuyoruz. Rodriguez ve Miller, düpe düz çizgi romanı canlandırmışlar. Siyah-beyaz renkler; iki kadın karakter üzerindeki keskin kırmızı ve kanla, sarı renk ise 'sarı piç' adı verilen ucube ve yine bir kadın karakterin saçı üzerinden verilerek görsel anlamda farklılık yaratılıyor ve zenginlik katılıyor. Bu renk kullanımı akla hemen Schindler's List ve Rumble Fish gibi klasikleri getiriyor. Film, kimi zaman renk değiştiriyor. Bir stil denemesine girişildiği her halinden belli oluyor.

Peki Sin City dünyasında neler var? Nasıl bir yer bu Sin City dedikleri? Yer ve zaman belirtilmemekle birlikte pekala Amerika'da bir şehir olduğunu söyleyebiliriz Sin City'nin. Sokaklarda adaletin olmadığı kirli bir dünya resmediliyor. Sanki güneş hiç doğmuyor bu şehir üzerine. Karanlığın hüküm sürdüğü ve devasa gökdelenlerin yükseldiği acımasız bir diyar burası. Toplumun ileri gelenleri diyebileceğimiz kişi ve kuruluşlar: Senatör, rahip, polis veya polis teşkilatı baktığınız yere göre filmin kötü karakterlerinden de kötü görülebilir. Kahraman olarak  önümüze sürülen Marv, Dwight ve Hartigan üçlüsünün de genel kahraman stereotipinin dışında çizildiklerini söyleyebiliriz. Sin City içinde eski şehir olarak adlandırılan kısmı ise elleri silahlı fahişeler yönetiyor. Polisle yaptıkları anlaşma buna imkan tanıyor.


Sin City'i 2005 yılında gösterime girdiğinde izledim. Filmin birden fazla hikaye anlatması, bu hikayeleri birbirinden bağımsız olarak düşünmesi yadırgadığım bir durum oldu başlangıçta. Sakin kafayla tekrar izlediğimde aslında bunun sorun olmak şöyle dursun seyir keyfini de artıran bir unsur olduğuna kanaat getirdim. Sebebi üç filme yetecek malzemenin tek bir film çatısı altında, birer orta metraj uzunluğunda verilerek, seyircinin nefes almasına fırsat tanınmaması ve hikayelerde yer alacak fazlalıkların arındırılarak derdini en kısa yoldan anlatması.

Herhangi bir bağı olmayan üç öykü sırasıyla anlatılıyor. Bir striptiz barda buluşturuluyor karakterlerin bazıları ancak tanıştırılmıyorlar. Düşünce açık; ana karakterlerimizin aynı şehirde aynı zaman diliminde yaşadıkları vurgulanıyor. Üç hikayede de ana karakterlerimiz erkek ve üçünün de bir kadın meselesi var. İlk hikayemizde Hartigan, hayatını kurtardığı 11 yaşındaki Nancy Callahan'ı bir saplantı haline getiriyor. Onu hiçbir zaman sahip olamadığı kızı olarak görüyor ve korumak için hayatını ortaya koyuyor. İkinci hikayede kötü görünümü nedeniyle hiçbir kadının yüzüne bile bakmadığı Marv, bir hayat kadınına aşık oluyor ama çabucak kaybediyor onu. Son bölümde ise durum biraz farklı görünse de yine kadın meselesi olarak bakmak gerekir. Olay Dwight'ın bir fahişeyi eskiden birlikte olduğu bir adamdan korumaya çalışmasıyla başlıyor ve eski şehrin fahişelerine kadar uzanıyor. Her hikaye tatmin edici olmasına rağmen Hartigan'ınki çok daha doyurucu. Nancy ile aralarındaki ilişki ve Hartigan'ın fedakarlığı dört dörtlük işlenmiş.

Son söz: İç ses kullanımı, kusursuz görselliği, kara film estetiği, müthiş oyuncu kadrosu ve unutulmaz karakterleriyle tekrar tekrar izlenebilecek, kısa sürede kült olmuş bir başyapıt Sin City.

17 Ağustos 2012

Filmlerde 'O' anlar

Hafızalarımızda yer etmiş filmlerin bir de unutamadığımız dakikaları, hatta kısacık bir anı bazen filmin önüne geçebilir. Bu, The Gold Rush (Altına Hücum)'da Charles Chaplin'in ayakkabı bağcıklarını bir spagetti edasıyla yemeye girişiminden çok komik bir an olabildiği gibi Full Metal Jacket'da bir askerin cinnet getirdiği bir an da olabilir. Melancholia'da doğaüstü bir çerçeve, daha çarpıcı olan ama istediğim görseli bulamadığım filmin açılışındaki Justine'in (Kirsten Dunst) bakışları beni çarpar ve kafamda sürekli dönüp durur. Ran'da baba figürünün acısının yansıtıldığı tüm kareler, birer Kurosawa harikası olup filmin duygusunu seyircisine en iyi geçiren anlardır. Bin-Jip (Boş Ev)'deki üçlü kucaklaşma (?) ise tarifi zor ama zihnimizden atması çok daha zor bir karedir. İşte o anlar...

1- Bram Stoker's Dracula (1992)


2- Full Metal Jacket (1987)


3- The Gold Rush (1925)


4- Once Upon A Time In America (1984)


5- Melancholia (2011)


6- Planet of the Apes (1968)


7- North by Northwest (1959)


8- Ran (1985)


9- Bin-Jip (2004)


10- Stalker (1979)










15 Ağustos 2012

Elephant


Amerikan bağımsız sinemasının gözde isimlerinden Gus Van Sant; Mala Noche, My Own Private Idaho gibi başarılı olmuş bağımsız filmlerin ardından ana akıma yakın duran To Die For, Good Will Hunting gibi genel seyirci kitlesinin memnuniyetini kazanan filmler üretmiş bir sinemacı.. Sant, 2000'li yıllarda Gerry, Elephant, Last Days üçlemesiyle ondan beklenen tarzda filmlerle kariyerini sürdürdü. 2003'te ona Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye ve en iyi yönetmen ödüllerini kazandıran filmi Elephant (Fil), bizi sıradan bir gün geçiren herhangi bir Amerikan Lisesine götürüyor. Amerika'da sıklıkla yaşanan okul katliamlarını mercek altına alan yapım, cevaplardan çok sorularla ilgileniyor ve olayı gerçekçi bir şekilde sunuyor.

80 dakikalık filmin ilk yarısı boyunca sırdan bir okul gününde öğrenciler arasında geziniyoruz. Öğrencilerin sorunları, günlük sohbetleri, dedikoduları bir amaca hizmet etmeden veriliyor, sadece gözlem yapılıyor. Filmde katliam başlamadan önceki tüm detaylar önemsiz birer ayrıntıdan öteye gidemiyor. Telaşsız, minimal bir anlatım yeğleyen Van Sant, tüm karakterlerle aramıza mesafe koymuş.Karakterler olabildiğince soğuk. Bunun sebebi seyircinin katliam yapan veya katliama maruz kalan gençlerle özdeşleşme yaşamamasının istenmesi sanırım. Teknik olarak da ilginç özellikleri -aynı sahnenin farklı açılardan tekrarlanması gibi- olan Elephant, deneysel bir çalışma denebilir.

İki ergen: Alex ve Eric'in psikolojisini, onları katil olmaya iten sebepleri bilmiyoruz ancak olay öncesinde gençlerin odalarında, biz seyircilere tanıtıldıkları bölümde bazı ipuçlarını yakalamak mümkün. Odalarında vakit öldüren Eric ve Alex'ten Alex, piyano çalarak -Hannibal Lecter gibi sanata düşkün bir kişilik olarak çizilmiş- büyük güne hazırlanırken Eric, bir bilgisayar oyununda insan öldürüyor. Sanki antrenman yapıyor. Gençler yaşayacakları deneyime farklı şekillerde hazırlanıyorlar. Televizyonda Hitler belgeseli izlemeleri de Nazi sempatizanı olabilecekleri izlenimini vermekle birlikte motivasyonlarının kaynağı olarak da yorumlanabilir. Ama bu, gençlerin öldürme eylemine sağlıklı değil sakıncalı bir açıklama getirebilir sadece. Gus Van Sant'ın üzerinde durduğu bir diğer mevzu ise silahlanma, silaha erişimin marketten sakız almak kadar kolay olması. Alex ve Eric, internetten ağır silah sipariş ediyorlar ve ertesi gün silah kargoyla ellerine ulaşıyor. Amerika gerçekten özgürlükler ülkesiymiş demeden geçemiyorum (!) Yasaların silahlanmaya tanıdığı serbestlik ve hükümetlerin silahlanmayı önleyici tedbirler almaması eleştiriliyor. Silah alabilmenin bu kadar kolay olduğu sürece bu ve benzeri olayların ardı arkası kesilmeyeceği vurgulanıyor.

Elephant, o bildiğimiz-alışık olduğumuz katliam filmlerinden biri değil. Açılış ve kapanıştaki mavi gökyüzü ve anlamsız bir levha görüntüsü bunu açıkça belli ediyor. Van Sant'ın şiddete yaklaşımı ezber bozan cinsten. Şiddet en duru haliyle resmedilmiş. Katillere kızamıyor, kurbanlara üzülemiyoruz. Neler olup bittiği, doğru ve yanlışlar seyircinin bakış açısına bırakılıyor. Son kertede Van Sant, hedefine ulaşıyor. Gerçek bir olaydan esinlenip, kurgusal ama sonuna kadar gerçekçi bir günümüz 'sorunlu' Amerikan gençliği portresi çiziyor bunu yaparken de evrenselliği yakalıyor.

13 Ağustos 2012

En iyi 15 çizgi roman uyarlaması (anket liste)


Yorum: En iyi çizgi roman uyarlamalarını seçtiğimiz anket listemizde ilk sırada yer alacak filmi tahmin etmek hiç de zor değildi benim için. Christopher Nolan'ın şaheseri The Dark Knight, ankete katılanların çoğunun listesinde olmasının yanı sıra üst sıralarda yer buldu kendine. 15 filmlik listeye baktığımızda film çeşitliliğini görmek mümkün. Gelen listelerde dikkat çeken husus çizgi roman uyarlamalarına iki farklı bakışın olduğunu gösteriyor. Birincisi daha çok süper kahraman ve anti kahraman filmlerini tercih edenler, ikincisi ise History of Violence, Road To Perdition, American Splendor, Persepolis ve Oldboy gibi kendini fanteziden soyutlamış, gerçekçi hikayelerin peşinden koşan uyarlamaları unutmayanlar hatta listelerinde en tepeye yerleştirenler diyebiliriz. Benim gibi bir çok katılımcı bu iki tarz arasında denge tutturmuş ve bu denge de 15 filmlik listeye yansımış haliyle. En iyi film hangisi olacak sorusunun ardından en çok merak edilen şey tartışmaların ortasında duran The Dark Knight Rises'ın listeye girip giremeyeceğiydi. Sonuçtan filmi sevenlerin hiç de az olmadığı anlaşılıyor. Blade, The Mask, Road To Perdition'ın küçük puan farkıyla listeye giremediklerini belirteyim. 80'li yıllardan Flash Gordon, Superman 2, Akira ve Batman 90'lı yılların ilginç örnekleri Spawn, Tank Girl, Darkman ve Ghost in the Shell 2000'lerden de 300, Iron Man, X-Men 1-2, Scott Pilgrim vs. the World, The Amazing Spider-Man, Hellboy ve  The Adventures of Tintin az da olsa listelerde boy gösteren filmler oldu. (Başka örnekler de var hepsini yazmadım) Sözün özü ortaya kaliteli bir liste çıktı. Listeleriyle destek olan tüm arkadaşlara teşekkür ediyorum

1- The Dark Knight (2008)
2- Sin City (2005)
3- V For Vendetta (2006)
4- Oldboy (2003)
5- Watchmen (2009)
6- The Crow (1994)
7- Persepolis (2007)
8- Spiderman 2 (2004)
9- Batman Begins (2005)
10- Batman Returns (1992)
11- The Dark Knight Rises (2012)
12- History of Violence (2005)
13- X-Men: First Class (2011)
14- Barbarella (1968)
15- Constantine (2005)


8 Ağustos 2012

Çizgi roman uyarlamaları: Kişisel en iyi 10 listem


En iyi çizgi roman uyarlamaları anket listemizin sonuçlanmasına günler kala kendi en iyi 10 listemi paylaşıyorum. Bir Spiderman filmi veya Bir Tim Burton Batman'i alamamak can sıkıcı olsa da nihai listem budur. Unutmadan 12 Ağustos Pazar son gün. Listelerinizi bekliyorum. 

1- Sin City (2005)
2- Watchmen (2009)
3- Akira (1988)
4- The Dark Knight (2008)
5- Oldboy (2003)
6- The Crow (1994)
7- History of Violence (2005)
8- Persepolis (2007)
9- Batman Begins (2005)
10- X-Men: First Class (2011)

6 Ağustos 2012

La Jetee


La Jetee, sadece Fransız filmleri arasında değil dünya sinemaları arasında da bir öncü rolü oynamış bir filmdir. Terminator, 12 Maymun gibi filmlerin ilhamı olurken filmsel zaman hakkında yeni bir format yaratmıştır. Zamanına göre öncül olmasını ise; zaman ve mekan algılarını alt üst etmesine borçludur. Filmin kısaca öyküsü; Bir gün havaalanında bir kadına koşarak gelen bir adam, bir silah sesi ve sahne kapanır. 3. Dünya Savaşının sonrasında dünya yaşanamaz hale gelmiştir. Paris'in artık ölü bir şehirden farksız olduğu bu zamanda insanlığın umudu bilim adamlarının geçmişe ve geleceğe gidebilecek bir zaman yolcusu ve makinesi icat etmesine bağlıdır. Davos Hanich, bu iş için ideal biri olarak seçilir. Onun seçilmesinin sebebi ise; savaş öncesi dönemde hatırladığı bir kadınla kurduğu saplantılı bir bağdır. Davis geçmişe gönderilir ve insanlığı kurtarmak için savaş öncesi dönemki o kadınla buluşur. Davis bir şekilde geçmiş ile gelecek arasında örülen hayatında bir şekilde dünya kurtaracakken kendini o kadına aşık olmuş bulur.

Burç Karabulut Yazdı

Chris Marker kareleriyle filmin karelerini müthiş yansıttığı atmosfer; (kırık dökük binalar, karanlık yoğun bulutların şehrin üstüne çökmesi, bir yeraltı laboratuarı, günlük Paris sokakları gibi) filmin bilim kurgu yanını ağır basıyor. Bu atmosferi yansıtırken; minimal bir teknik kullanıldığını söylemem gerekir. Zaten fotoğraf karesine sığan bir hikaye anlatmak zorunda olan Marker, fotoğrafın da sinema kadar güçlü olabileceğini gösteriyor. Özellikle voice-over denilen anlatıcı ses adeta kötü tabloyu özetliyor. Bazı karelere eklenmiş Almanca fısıltı-konuşma sesleri de atmosferin gerçekçiliğine katkı yapıyor. Konuşmanın yer almadığı sahnelerde siyah-beyaz photography'nin avantajları ortaya çıkıyor.

İsterseniz film deyin, isterseniz kısa film veyahutta siyah beyaz fotoğraflar olarak görün, Marker'ın yaptığı iş içerik anlamında da müthiş bir sanat işi olduğunu adeta kanıtlıyor. 3. Dünya Savaşı'nın betimlediği genel Paris fotoğrafları, yok olmuş şehir fotoğraflarını öyle bir zihne kazıyor ki savaşı görmesek de anca bu durum bir savaş gibi büyük bir felaket sonunda ortaya çıkar dedirtiyor. Özellikle gölge-ışık oyunları, mesela Davis'in hasta yatağında yattığı sahnede çok yüksek bir ışık süzmesi kareyi aydınlatıyor. Bir sonraki karede mimiklerden anlaşılacağı üzere; hafif karartılan bilim adamlarının yüz hatları mükemmel bir şekilde gölge oluşturularak Alman dışavurumcu estetiğine de gönderme yapıyor. Karelerde estetiğin bu kadar güzel işlenmesiyle Davis'in mimikleri ve Marker'ın yönetmenlik yeteneği de birleşince La Jetee harika bir bilim kurgu romanını andırıyor. Belki de Melies'in yıllar önce başarıyla imza attığı öykülere devamını ekliyor.

Geçmişe gönderilen Davis, hafızalarındaki kadınla karşılaşıyor. Hikaye, geçmişi bugün, bugünü gelecek, geleceği de ütopya olarak betimliyor. Davis'in hafızasındaki kızla 60'ların Paris'inde dolaşıyorlar. Parka gidiyorlar, iki sevgili gibi güzel anlar paylaşıyorlar. Ama o anlar yer yer bugüne dönüyor. Davis bir var, bir yok. Zaman yolculuğu sebebiyle sürekli gidip geliyor. 'O' anlar da önemini kaybediyor. Zaten kadının itiraf ettiğini bir sahnede, alıştım diyor gelişlerine ve gidişlerine. Anlar yaşanamayacak hale geliyor. Zamansızlık ön plana çıkıyor. Bir anda geçmişte sonra bugündesin ve genelde de yok oluyor Davis ve Davis'in anları. Hafızalarda yer alan bir kare gibi ikisinin hayat kareleri, o andaki varlığı işgal edebiliyor ya da etmiyor. daha sonra müzeye gidiyorlar beraber. Müze zamanın ve mekanın donduğu yer. Dinazor fosilleri ve daha nice hayvan fosillerini izleyerek geçiyorlar. Zaman da işte öyle geçiyor yanlarından. Görev tamamlanamıyor. Geleceğe gönderiliyor Davis. Bir şekilde günü kurtarıyor. Ama kendini kurtaramıyor. Mahkum olduğu gerçeğiyle yüzleşiyor. İşi bitince geri dönecek ve öldürülecek. şimdiki zamanda kahraman olmaktan çok uzakta duruyor. Geçmişteki o ana dönmek istiyor. Gelecekteki insanlardan yardım istiyor. Ve o ana gidiyor. Kadına doğru koşuyor anılarındaki kadına ama...

3 Ağustos 2012

En iyi çizgi roman uyarlamalarını seçiyoruz.


The Dark Knight Rises'ı da geride bıraktığımız şu günler, en iyi çizgi roman uyarlamalarını seçmenin en uygun zamanıdır. Bu kez farklı bir yol izleyip geniş bir katılımla bir tür anket liste çıkarmak istiyorum. En iyi 15 çizgi roman uyarlamasını hep birlikte seçelim istiyorum. Bu şekilde çok daha objektif bir liste çıkacağına eminim. Yapmanız gereken şey çok basit aşağıda çıkarttığım 55 filmlik önlisteden kendi en iyi 10 filminizi seçip Twitter üzerinden DM yolu ile listenizi bana ulaştırabilir veya serdardurdu54@hotmail.com adresime adınız ve soyadınızla birlikte e-mail atabilirsiniz. İsteyen herkes katılabilir ve katılım ne kadar yüksek olursa çok daha çetin bir yarış olabilir filmler arasında. En iyi olduğunu düşündüğünüz filmin listede ön sıralarda olmasını istiyorsanız lütfen katılın bu seçkiye.
Önemli Not: Listenizi oluştururken en sevdiğiniz filmi birinci sıraya koymayı unutmayın. Sıralama çok önemli. 1. sıraya koyacağınız film 10 puan alacak. 2. film 9 puan vs. puanlar toplanacak ve 15 filmlik liste meydana çıkacak.
Önemli Not 2: Listelerinizi 12 Ağustos Pazar gününe kadar gönderebilirsiniz 14-15 Ağustos tarihlerinde yayımlanacak ve katkıda bulunanların adı soyadı veyahut twitter nicknameleri listenin altında yer alacak.

55 filmlik önliste
1- Sin City (2005) 2- Watchmen (2009) 3- Oldboy (2003) 4- Blade (1998) 5- Blade 2 (2002) 6- The Crow (1994) 7- Fantastic Four (2005) 8- History of Violence (2005) 9- Batman (1989) 10- Batman Returns (1992) 11- Batman Begins (2005) 12- The Dark Knight (2008) 13- The Dark Knight Rises (2012) 14- Constantine (2005) 15- Immortal (2004) 16- Spiderman (2002) 17- Spiderman 2 (2004) 18- Spiderman 3 (2007) 19- The Amazing Spiderman (2012) 20- Barbarella (1968) 21- Hellboy (2004) 22- Hellboy (2008) 23- American Splendor (2004) 24- Hulk (2003) 25- The Incredible Hulk (2008) 26- X-Men (2000) 27- X-Men 2 (2003) 28- X- Men: The Last Stand (2006) 29- X-men Origins: Wolverine (2009) 30- X-Men: First Class (2011) 31- Road To Perdition (2002) 32- From Hell (2001) 33- Men In Black (1997) 34- Men In Black 2 (2002) 35- Kick-Ass (2010) 36- Spawn (1995) 37- Dick Tracy (1990) 38- The Mask (1994) 39- Superman (1978) 40- Superman 2 (1980) 41- Ichi The Killer (2001) 42- Flash Gordon (1980) 43- The Avengers (2012) 44- Persepolis (2007 45- V For Vendetta (2006) 46- Iron Man (2008) 47- Iron Man 2 (2010) 48- Hancock (2008) 49- The Adventures of Tintin (2011) 50- Green Lantern (2011) 51- Akira (1988) 52- Ghost in the Shell (1995) 53- Thor (2011) 54- 300 (2007) 55- Scott Pilgrim vs. the World (2010)


Not: önlistede olmayan bir filmi de kişisel listenize alabilirsiniz. 

2 Ağustos 2012

The Dark Knight Rises

Christopher Nolan'ın Batman Begins ile başlatığı seri, hikayenin daha önce görselleştirilmemiş noktalarına uzanıyor ve Batman'in nasıl Batman olduğunu çocukluğuna inerek ve sağlam bir temel üzerine oturtarak şekillendiriyordu. İlk film bir kahramanın doğuşunu polisiye şablonuna yaklaşarak anlatıyordu. İkinci film The Dark Knight'a gelindiğinde ise bu yapı filmin omurgası haline geliyordu. Nolan, bir süper kahramanı fantazyadan olabildiğince arındırıp gerçek dünyanın ortasına atıyor ve çizgi roman uyarlamalarına taze bir soluk getiriyordu. Özellikle The Dark Knight'ın yakaladığı büyük başarı Nolan'ın Batman aşısının tuttuğunu gösterdi ve yeni bir filmin daha müjdeleyicisi oldu: The Dark Knight Rises'ın. Nolan'ın Batman macerası sonlanırken biz de yep yeni bir üçlemenin doğuşuna tanıklık ediyoruz.

Sıcağı sıcağına ilk izlenimlerimi paylaşıyorum 
Nolan, üçlemenin her bir ayağında Batman'i ve Gotham şehrini çok daha büyük bir tehlikeyle yüzleştiriyor. The Avengers gibi alabildiğine fantastik çizgi roman uyarlamaları kötülüğü-tehdidi dış dünyadan getirirken Nolan'ın filmlerinde kötülük içerden-ölümlülerden geliyor. Joker-Bane gibi anarşist ruhlu insanlardan. Seriye üçleme mantığıyla başlanmamış olmasına karşın Batman Begins ve The Dark Knight'la kurulan sıkı bağlar son film The Dark Knight Rises'ı bütünün bir parçası konumuna getiriyor. Serinin 1. ve 3. filmleri Rhas Al Ghul bağlantısı ve Gotham'ın toptan bir kaosa sürüklenmesiyle birbirine yakın duruyor. The Dark Knight Rises'da eleştirilebilecek çok fazla detay var ancak bunlar ne 11 Eylül sonrası Amerikan sinemasının teröre bakışı ne de kapitalist sistem göndermeleri. Sorun, senaryo yazımında yapılan hatalardan kaynaklanıyor. Tercihlerde.. Eğer The Dark Knight Rises'ı eleştireceksek filmi ortadan ikiye bölmek bir zorunluluk bana kalırsa.


Endişelenmeyin Spoiler yok

Downfall (ilk yarı)
The Dark Knight'da açılışta yer alan unutulmaz soygun sekansıyla Joker karakteri ve keskin zekasıyla tanışıyorduk. The Dark Knight Rises da benzer bir açılış sekansına sahip. Bane tüm ürkünçlüğüyle arz-ı endam ediyor. Görkemli bir sekansla seyirciyi avucunun içine almak isteyen Nolan sonrasında uzun ve sıkıcı planlarla örülü bir yarım saate maruz bırakıyor bizi. 8 yıl sonrasına gidilmesi ve yeni eklenen karakterler bu süreyi uzatıyor. Dağınık kurgu, tavan yapan beklentilerin ardından dikkatimizin dağılmasına sebep oluyor. Bocalıyoruz işin aslı. İlk yarıda Nolan'dan beklenen "yılın bombası", "yılın balonuna" mı dönüşecek endişesini hissetmedim desem yalan olur. Ayrıntılar ve açıklamalarla doldurulmuş ve her şeyden önemlisi temposuz bir ilk yarı sizi bekliyor. Sonuç olarak film, büyük finale hazırlanırken fazla risk alıyor. İlk yarıyı feda etme pahasına...

Rises (ikinci yarı)
Bane sahneye çıkıyor, Gotham'da anarşi hüküm sürmeye başlıyor. İlk yarı için saydığımız tüm olumsuzluklar bertaraf ediliyor. Nolan'ın kurgusu ve Hans Zimmer'ın müzikleriyle akıl almaz bir tempoya kavuşuyor The Dark Knight Rises. Bir an bile teklemiyor. Bu bölüm görüp görebileceğimiz en ihtişamlı ve en deli dolu polisiye öyküye kucak açıyor. Bane'in göründüğü her an, her sahne ışıl ışıl parlıyor. Nolan, Joker efsanesinden sonra dört dörtlük bir Bane karakteri yaratmış: Kötülüğü, felsefesi ve geçmişiyle.. Film klişelerle dolu ancak Nolan klişeleri de -mantık hatalarını saymazsak- yerinde kullanmış.

Oyuncular
Filmin  ilk yarısında Christian Bale, Bruce Wayne performansıyla sapır sapır dökülüyor. Batman olduğunda sorun yok. Bane ile Tom Hardy -kendi adıma- Joker'in pabucunu dama attı. (Bu Joker'in üzerinde olduğu anlamına gelmesin) Ne zaman konuşsa perdeden taşıyor. Parmak ısırttı diyebilirim. Anna Hathaway sınıfı geçmiş. Marion Cotillard ise karakteri kötü çizildiğinden olsa gerek kayıp bir oyun sergilemiş. Michael Cane ise her zamanki gibi yine döktürmüş

Son söz: The Dark Knight Rises, dengesiz bir film. Doruklarda gezindiği gibi uçurumun dibini de görüyor zaman zaman. 8\10