26 Şubat 2013

Damardan Paralel Evren: "Another Earth"

2011'in birbirine benzetilen iki bilimkurgusu Lars Von Trier'ın Melancholia'sı ve Mike Cahill'in Another Earth'ü esasında bilimkurgu sinemasının farklı iki alt türünden beslenen (Melancholia felaket filmi, Another Earth parelel evren bilimkurgusu) ancak bu alt türlerden ziyade karakter draması düzleminde ilerleyen filmler.  Another Earth, 2011 Sundance Bağımsız Film Festivali'nde Jüri Özel ödülünü almayı başaran şaşırtıcı bir film. 

Dünyamızın birebir kopyası olan yeni bir gezegenin keşfedildiği gece Rhoda adlı bir geç kız, trajik bir kazaya sebebiyet verir. Hem kendi hayatını çıkmaza sokar hem de bir aileyi yok etmenin acısıyla yaşamak zorundadır artık. Rhoda, 4 yıl süren hapis cezasınını doldurduğunda hatasını telafi etmenin yollarını arayacaktır.

Another Earth'ün paralel evren mevzusuna yaklaşımı bir hayli ilginç. Paralel evren bilimkurgularında, varolduğu varsayılan diğer evren(ler)de fiziki anlamda aynı özelliklere sahip bir başka 'siz' daha vardır. Ancak genelde paralel evrende başka bir zaman, başka bir mekan ve dolaysıyla da başka bir yaşanmışlık düşüncesi hakimdir. İnsanlar aynı, kişilikler farklıdır kısacası. Another Earth'ün yaklaşımına gelirsek, dünyamızdan çıplak gözle görülen ikinci bir Dünya (filmde de 'Earth 2' olarak adlandırılıyor) keşfediliyor. Zaman ve mekanın aynı olduğu bu dünyada yaşanmışlıklar da aynı. Bu düşünceyle hareket ettiğinizde, çeşitli sorgulamalar da beraberinde geliyor. Ana karakterimiz Rhoda'nın aklına takılan şu soru filmimizin de çıkış noktası: "Ya bu dünyada yaptığımız hatalar, diğer dünyada tekrarlanmıyorsa?"

Film, paralel evreni -Earth 2'yi- deyim yerindeyse gözümüze sokuyor ama onu ikinci plana atmaktan da geri durmuyor. Filmde bilim adamı karakteri olmadığı gibi Earth 2'ye dair tüm bilgiyi televizyonlardan öğreniyoruz. Cahill, paralel evreni amaç değil araç olarak kullanıyor. Buna rağmen film, paralel evren üzerine söyledikleriyle muadillerinden ayrılmayı başarıyor. Mike Cahill, daha çok bu dünyaya ait, insancıl bir hikayeyle ilgileniyor. Ana karakter Rhoda üzerinden insanoğlunun yalnızlığı, pişmanlıkları, hataları ve ikinci şans olgusu masaya yatırılıyor. Another Earth, karakter draması boyutuyla öne çıktığından Melancholia ile ciddi bir bağ kurmuş oluyor. Melancholia'nın estetiği ve görselliği burada yerini yalın bir anlatıma bırakıyor. İki filmde de çıplak gözle görülen mavi bir gezegen var. Melancholia'daki mavi gezegen hayatın sonunu getirirken, Another Earth'teki umudu simgeliyor. Şöyle ki, Melancholia'da yaklaşmakta olan gezegen Justine'ın melankolisini körüklerken, Another Earth'te Rhoda'nın melankolisinden kurtulmasına olanak tanıyor.


-Spoiler içerir- Zaman yolculuğu temalı bilimkurgu filmlerinde sıkça işlenen 'kendi geçmişinle karşılaştığında zamanın farklı yönde akması, geleceğin değişmesi' durumunu Mike Cahill, paralel evrene uyguluyor. İki dünya birbirini ilk gördüğünde -fark ettiğinde diyelim- bir sapma meydana geliyor. Hayatın tamamen aynı aktığı, aynı şeyleri yaşandığı iki dünyanın senkronu bozuluyor. Bu bozulma da iki dünya arasında yaşanacak olası bir seyahate büyük bir anlam yüklüyor. Aksi halde uzay piyangosunu kazanan Rhoda'nın Earth 2'ye gitmesinin cazip hiçbir tarafı yok. Kendisiyle karşılaşması dışında.. Üzerinde durmamız gereken bir başka konu da kendinizle karşılaşmanız nasıl sonuçlar doğuracağı sorunsalı. Felsefik sorgulamaları beraberinde getiren bu soru, insanoğlunun mükemmellik arayışını akla getiriyor. -spoiler sonu-
Melancholia analizime buradan ulaşabilirsiniz

Son söz: Bu bağımsız bilimkurgu dramasının mütevazi sürpriz finali, hiç beklemediğiniz bir anda vuruyor ve tadına doyum olmuyor. Another Earth, bilimkurgu sinemasında görsellik ve aksiyon diyorsanız size göre değil,  dramatik yapı ve felsefe diyorsanız kaçırmayın. 7.9\10

25 Şubat 2013

85. Oscar Ödülleri Sahiplerini Buldu


85. Oscar Ödülleri sahiplerini buldu. Argo en iyi film dahil 3 dalda oscar ödülünün sahibi oldu. Life of Pi, en iyi yönetmen dahil 4 dalda Oscar alarak gecenin ikinci kazananı oldu. Öngördüğüm gibi dengeli bir ödül dağılımına şahit olduk. Bir filmin 4'ten fazla ödül alamayacağını düşünüyordum ki, öyle de oldu.

En iyi film
Argo
En iyi yönetmen
Ang Lee (Life of Pi)
En iyi erkek oyuncu
Daniel Day-Lewis (Lincoln)
En iyi kadın oyuncu
Jennifer Lawrence (Silver Linings Playbook)
En iyi yardımcı erkek oyuncu
Christoph Waltz (Django Unchained)
En iyi yardımcı kadın oyuncu
Anna Hathaway (Les Miserables)
En iyi orijinal senaryo
Django Unchained
En iyi uyarlama senaryo
Argo
En iyi kurgu
Argo
En iyi sinematografi
Life of Pi
En iyi sanat yönetmeni
Lincoln
En iyi film müziği
Life of Pi
En iyi orijinal şarkı
Skayfall
En iyi makyaj
Les Miserables
En iyi kostüm
Anna Karenina
En iyi görsel efekt
Life of Pi
En iyi ses kurgusu
Zero Dark Thirty - Skyfall
En iyi ses miksajı
Les Miserables
En iyi animasyon
Brave
Yabancı dilde en iyi film
Amour

21 Şubat 2013

Uyarlanamayan Klasik: "Les Miserables"

İlk gençlik dönemimde okuduğum Sefiller, Victor Hugo'nun başyapıtı olmakla kalmayan, tüm klasiklerin de üzerinde bir yere konumlandırdığım destansı bir edebiyat ürünüdür. Bu eşsiz eserin sinemaya uyarlanması kaçınılmazdı. Bille August yönetmenliğinde; Liam Neeson, Geoffrey Rush ve Uma Thurman gibi kıymetli oyuncularla çekilmiş 1998 tarihli film, başarılı sayılabilecek bir uyarlama olmasına karşın romandaki bir çok önemli ayrıntının dikkate dahi alınmaması sebebiyle beklenen ve arzulanan uyarlama olamadı.

Öte yandan 1987'den bu yana en çok sahnelenen müzikallerden biri olan Sefiller, yepyeni bir uyarlamayla huzurlarımızda. İlk filmi The King Speech ile en iyi film ve yönetmen Oscar'larına uzanarak şaşırtıcı bir başarıya imza atan Tom Hooper, dönem filmi hakimiyetini de ispatlayarak, kağıt üzerinde Les Miserables için doğru yönetmen tercihi gibi görünüyordu.

2001 yılında post modern müzikal Moulin Rouge'un yakaladığı başarı 2000'li yıllarda müzikal filmlere olan ilgiyi artırdı. Hollywood artık her yıl bir-iki iddialı müzikal üretir oldu. Gelelim Les Miserables'ın nasıl bir müzikal olduğuna. Öncelikle şunu açıklığa kavuşturalım: Eğer müzikal bir film çekecekseniz iki yoldan birini seçmek zorundasınız. Birincisi, filmin derdini tamamen şarkı sözleriyle anlatmayı denediği müzikal, yani şarkılar dışında ara diyalogların da bestelerden oluştuğu müzikaller. İkincisi ise diyalogların düz bir şekilde aktığı, araya şarkıların girdiği türdür. Tom Hooper, yanlış bir kararla birincisini tercih etmiş. Bir başka yanlış da cast oluşturulurken yapılmış. Şarkı söyleme yeteneği olmayan oyuncular (hepsi değil) bir araya getirilmiş. Pek tabii söylüyorlar ama sanki profesyonel solistlere ihtiyaç var. Şarkılar bir yere kadar ancak ara diyaloglar zorlama olmuş. Russell Crowe'un şarkı söyleyemediğini kimse fark edememiş mi? Crowe'un müzikal-tiyatro geçmişi hiçbir şey değiştirmemiş ve bu da cast oluşturulurken yanıltıcı bir etken olmuş belli ki


Hatalar zincirinin bir diğer halkası ise filmin 2.5 saati aşkın süresi olmuş. Şaşırtıcı olansa romandan görece daha sadık bir uyarlama yapabilmek ve detayları atlamamak için uzun bir film şart. Peki, Les Miserables'ın 2.5 saatlik süresi neden bir hata? Her diyaloğun bestelenmesi, olmayacak durumlarda dahi derdini şarkılarla anlatma girişimi seyirci için ızdırap dolu ve bitmek bilmeyen yorucu bir deneyime dönüşmüş. Film uzun evet ama ayrıntılar yine kaybolmuş. Bu da demek oluyor ki, Sefiller'den değil 2.5 saat, 4 saatlik bir film çekseniz de romanın hakkını veren bir uyarlama yapmanız olası değil. Bir mini dizi akla en yatkın fikir.

Harikulade açılış sekansı, ilk Jean Valjean-Javier diyaloğuyla yerini endişe dolu bir seyre bırakıyor. Özellikle solo performanslar (Anna Hathaway hariç) kulak tırmalarken, toplu performanslarda bir nebze olsun rahatlıyoruz. Les Miserables, müzikal anlatının getirmesi gereken estetikten yoksun. Bir dönem filmi olarak baktığımızda her şey yerli yerinde, görüntü ve sanat yönetmenliğine kusur bulmak neredeyse imkansız. Ancak teknik detayların ve hatta ezbere bildiğimiz hikayenin de ikinci planda kaldığı filmde, tüm yük şarkıların omzundayken müzikal başarısızlık onca emeğin boşa çıkmasına sebep olmuş.

Son söz: Sonuç olarak, büyük umut bağladığımız Les Miserables müzikali, teknik işçiliğindeki başarıyı, hikaye anlatımında tekrarlayamayarak vasatlıktan kurtulamıyor. 5\10



19 Şubat 2013

Oscarlar Kime Gider?


Oscar Tercihlerimden sonra, sıra ödüllerin kime gideceği üzerine fikir yürütmeye geldi. 1 ay öncesine kadar Lincoln açık ara favorimdi ve filmi de henüz izlemiştim. Bu bir aylık dilimde büyük değişimler oldu. Argo'nun Altın Küre ve Bafta'da en iyi film ve yönetmen kategorilerinde ödülleri toplaması işin rengini değiştirdi. Artık Argo'nun en iyi film seçileceğini düşünüyorum. Genel algı da bu yönde... 85. Oscar ödül töreninde kazananın Amerikan milliyetçiliği olacağını öngörebiliriz. Argo, Zero Dark Thirty ve Lincoln üçlüsünden tahminime göre ikisi geceden mutlu ayrılacak. Lincoln'ün Altın Küre ve Bafta'dan hemen hemen eli boş dönmesi, 12 dalda adaylığına karşın iddiasını azaltıyor. Ancak Lincoln'ün de iddialı olduğu dallar var ve sürpriz yapabilir. Bu yıl ödülleri toplayacak (6-7 dalda ödül alan olmayacak) bir filmin çıkacağını sanmıyorum. 11 dalda Lif of Pi ve 12 dalda adaylığı bulunan Lincoln'den biri sürpriz bir şekilde öne çıkarsa, o zaman  biri 5-6 ödülle ayrılabilir. Onun dışında önceki yıllara göre dengeli bir dağılım olacağını düşünüyorum.

En iyi film
Argo

En iyi yönetmen
Steven Spielberg (Lincoln)

En iyi erkek oyuncu
Daniel Day-Lewis (Lincoln)

En iyi kadın oyuncu
Emanuella Riva (Amour)

En iyi yardımcı erkek oyuncu
Robert De Niro (Silver Linings Playbook)

En iyi yardımcı kadın oyuncu
Anna Hathaway (Les Miserables)

En iyi özgün senaryo
Django Unchained

En iyi uyarlama senaryo
Beasts of the Southern Wild

En iyi kurgu
Zero Dark Thirty

En iyi görüntü yönetmeni
Life of Pi

En iyi sanat yönetmeni
Anna Karenina

En iyi film müziği
Life of Pi

En iyi orijinal şarkı
Skyfall- Adale Adkins (Skyfall)

En iyi kostüm
Anna Karenina

En iyi makyaj
The Hobbit: An Unexpected Journey

En iyi görsel efekt
Life of Pi

En iyi ses kurgusu
Zero Dark Thirty

En iyi animasyon
Wreck-It Ralph

Yabancı dilde en iyi film
Amour



17 Şubat 2013

Oscar Tercihlerim


85. Oscar ödüllerinin sahiplerini bulmasına çok kısa bir zaman kaldı. Bu yıl Oscar yarışındaki filmler -bir kaçı dışında- beni pek tatmin edemedi. Dolayısıyla gecenin favorilerini düşündüğümde 24 Şubat sabahı ödül dağılımından hoşnutsuz olacağımı biliyorum. Bu sebeple de kimler Oscar alırdan ziyade ben olsam hangi filmleri ödüllendirirdim sorusunun peşinden gittim. Yabancı dilde en iyi film ve animasyon kategorilerinde eksiklerim olduğundan tercihlerimi belirtmedim. Tekrar belirtmekte fayda var Oscar tahminlerim değil. İste sonuçlar:

En iyi film: 
Django Unchained

En iyi yönetmen
Ang Lee (Life of Pi)

En iyi erkek oyuncu
Joaquin Phoenix (The Master)

En iyi kadın oyuncu
Emmanuella Riva (Amour)

En iyi yardımcı erkek oyuncu
Christopher Waltz (Django Unchained)

En iyi yardımcı kadın oyuncu
Anna Hathaway (Les Miserables)

En iyi özgün senaryo
Django Unchained

En iyi uyarlama senaryo
Life of Pi

En iyi kurgu
Life of Pi

En iyi görüntü yönetmeni
Life of Pi

En iyi sanat yönetmeni
Les Miserables

En iyi kostüm
Anna Karenina

En iyi makyaj
The Hobbit: An Unexpected Journey

En iyi görsel efekt
Prometheus

En iyi film müziği
Skyfall


10 Şubat 2013

Bafta ödülleri sahiplerini buldu


İngiliz Film ve Televizyon Sanatları Akademisi (Bafta) ödülleri sahiplerini buldu. Altın Küre'den sonra 66. Bafta ödüllerinde de En iyi film ve yönetmen ödüllerini alan Argo, emin adımlarla Oscar'a yürüyor. 10 dalda adaylığı bulunan Lincoln, Daniel Day-Lewis'in aldığı en iyi erkek oyuncu ödülüyle yetinmek durumunda kaldı. Bu yıl ödül törenlerinden umduğunu bulabilmiş değil. Genel olarak 66. Bafta ödüllerinde dengeli bir ödül dağılımı göze çarpıyor.

En iyi film
Argo

En iyi İngiliz filmi
Skyfall

En iyi yönetmen
Ben Affleck (Argo)

En iyi erkek oyuncu
Daniel Day-Lewis (Lincoln)

En iyi kadın oyuncu
Emmanuelle Riva (Amour)

En iyi yardımcı kadın oyuncu
Anna Hathaway (Les Miserables)

En iyi yardımcı erkek oyuncu
Christoph Waltz (Django Unchained)

En iyi orijinal senaryo
Django Unchained

En iyi uyarlama senaryo
Silver Linings Playbook

En iyi animasyon
Brave

En iyi yabancı film
Amour

En iyi kurgu
Argo

En iyi kostüm
Anna Karenina

En iyi makyaj
Les Miserables

En iyi ses
Les Miserables

En iyi görüntü yönetmeni
Life of Pi

En iyi sanat yönetmeni
Les Miserables

En iyi müzik
Skyfall

En iyi görsel efekt
Life of Pi

9 Şubat 2013

Shyamalan'ın son şansı: "After Earth"

Shyamalan, korku ve bilimkurguyu harmanladığı İşaretler'den sonra safkan bir bilimkurgu olan After Earth'le hayranlarınca heyecan ve umutla bekleniyor. Önce hikayeye bir bakalım. Çok uzak bir gelecekte (yaklaşık 1000 yıl sonrası), insan ırkı bir dizi felaketin ardından Dünya'yı terk etmek zorunda kalmış ve kendisine başka bir gezegeni yurt edinmiştir. Cypher Raige adlı bir adam 13 yaşındaki oğlu Kıtai ile dünyaya doğru bir yolculuğa çıkar. Mekiklerine bir göktaşı çarpması üzerine Dünya'ya düşerler, Cypher Raige yaralanır, oğlu Kıtai ise babasını kurtarabilmek için büyük bir savaş verecektir.

After Earth, son dönemde bilimkurgu sinemasının bolca ürün verdiği alt türlerden post apokaliptik bir bilimkurgu çalışması. Hikaye de oldukça tanıdık aslında. İnsanlığın dünyayı terkedip başka bir gezegene taşınması durumu en son Wall-e'de karşımıza çıkmıştı. After Earth'te Dünya'dan karantina altına alınmış bir bölge olarak bahsedilmekte. Dünya'nın artık insanlık için yaşaması son derece tehlikeli bir yer olduğunu anlıyoruz. Fragmanlardan gördüğümüz kadarıyla evrim geçirmiş hayvanların yurdu haline gelen dünyada doğayla girişilen mücadele gözümüze çarpmakta. Oyuncu kadrosunun darlığı kimi soru işaretleri bıraksa da görsel olarak iyi bir iş çıkartıldığını söyleyebiliriz. Shyamalan eğer klişelere saplanıp kalmazsa After Earth sınavından alnının akıyla çıkabilir. Film 28 Haziranda gösterime girecek.

Filmin eleştirisi için bakınız







7 Şubat 2013

Spielberg Nerede? "Lincoln"

Steven Spielberg, uzun zamandır hayata geçirmek istediği Lincoln projesini tamamladı ve beklendiği üzere Akademi ödüllerinde en çok adaylık alan film olmayı başardı. En iyi film ve yönetmen dahil 12 dalda Oscar adayı olan Lincoln, bu yarışta şuan Ben Affleck'in filmi Argo ile at başı gidiyor. Spielberg'ün Dorris Kearns Goodwin'in "Team of Rivals: The Political Genius of Lincoln" adlı biyografisinden uyarladığı Lincoln'de İç savaşın Amerikan ulusunu ikiye ayırdığı bir dönemde, Lincoln, savaşı sona erdirmek, ülkeyi birleştirmek ve köleliğe son vermek için bir hareket planı tasarlar. Abraham Lincoln, cesareti ve azmiyle gelecek nesillerin kaderini değiştirecektir.

Steven Spielberg'in Amistad'ın ardından Amerikan Tarihine ve kölelik sorununa tekrar bir bakış atma fırsatı bulduğu Lincoln, yönetmenin geçtiğimiz yıl War Horse'la yaşadığı-yaşattı hüsranı unutturmasını beklediğimiz ve büyük umut bağladığımız yeni filmi ne yazık ki bir 'Duraklama Dönemi' eseri. Spielberg, tam manasıyla bir Abraham Lincoln biyografisi çekmektense Lincoln'ün köleliği kaldırmak için verdiği çabayı ve nihai sonucu görselleştirmek istemiş. İç Savaşının son döneminde açılan (kısa savaş sahnesi) filmin ilk dakikaları yönetmenin imzası niteliğinde ve filmin en keyifli anları... Yazının başlığında "Spielberg Nerede?" derken söylemek istediğim Lincoln'ün yönetmenlik sanatı adına fazla bir şey ifade etmemesi ve Spielberg'ün memur yönetmenlik edasıyla filmi tamamlaması. Köleliğin tarih oluşunu, bir lobi çalışması şeklinde anlatmak, fazla geveze ve bir o kadar da temposuz bir film çekmek Spielberg'e yakışmamış. Lincoln'ün özel yaşantısına ucundan kıyısından girilmiş, dönem filmi olarak belli ölçüde tatmin edici bir iş çıkartılmış, tarihsel gerçeklerin sinemaya aktarımında sorun yok ama sinemasal bir etki bırakmaması filmin elini zayıflatıyor. Kısacası Spielberg, tarihsel gerçekleri kusursuzca yansıtayım derken mesleğini ve bir film çektiğini unutmuş.

Daniel Day-Lewis mi? Onda da abartılacak bir performans göremedim açıkçası. Nerde Gangs of New York'un, There Will Be Blood'un Daniel Day-Lewis'i? Oscar adaylığına diyecek sözüm yok, yine tertemiz bir performans ama beni heyecanlandırmadığını da eklemeliyim. En iyi erkek oyuncu Oscar'ı The Master'la Joaquin Phonix'e gitmeli. En iyi film ve yönetmen Oscarlarında şansı yüksek olmasına karşın Lincoln'ü desteklemiyorum.

Son söz: Steven Spielberg, Oscar peşinde koşmayı bırakıp, yaratıcılığını konuşturabileceği projelere yönelmeli ve üzerindeki ölü toprağını atmalı. Lincoln'ün 12 dalda Oscar adaylığına aldanmayın ve filmi puanlarken yönetmenin adına bakmayın! 5.5\10

En iyi 10 Steven Spielberg filmi

4 Şubat 2013

Oscar Tarihinde Reddedilen Başyapıtlar


Bu yıl 24 Şubat'ta  85. Oscar ödülleri sahiplerini bulacak. Adaylar açıklandığında dikkatimizi çeken şey Paul Thomas Anderson'un son filmi The Master'ın, en iyi film ve yönetmen kategorilerinde adaylık elde edememesi oldu. Akademi ödülleri hep tartışılmış ve 1929'dan bu yana sayısız hatalı karar verilmiş. Ancak biz, bu dosyada aday olup da kaybedenleri değil, Oscar yarışına dahil olamamış başyapıtlar üzerinde durduk. Akademinin, o yıl aday gösterdiği filmlerden daha çok iz bırakmış ve klasik mertebesine erişmiş filmleri, en iyi film kategorisinde dışarda bırakmasını bir 'reddetme' olarak değerlendirip, sebepleri üzerine gittik ve yazar arkadaşım Burç Karabulut ile "Oscar Tarihinde Reddedilen Başyapıtlar" adlı dosyayı hazırladık.


1959 - O yıl yarışan filmler: Ben-Hur, The Diary of the Anne Frank, Room at the Top, Anatomy of a Murderer, The Nun's Story
Reddedilen film: Some Like It Hot

Ben-Hur'un ödülleri domine ettiği, Otto Preminger gibi bir yönetmenin eli boş döndüğü, Audrey Hepburn'ün en iyi performanslarından birini oynadığı The Nun's Story'nin olduğu sene de, popüler olarak ön sırada görünen Some Like It Hot, Akademi'nin kararıyla geri planda kaldı. Akademi büyük bir sürprize imza atıp ödülleri Ben-Hur'a gönderdi. Akademinin reddettiklerinden dememin sebebi; Marilyn Monroe'nun bu filmin içinde yer almış olması çünkü Marilyn Monroe'nun oynadığı hiçbir filmde kendisine Oscar adaylığı getirmedi. Büyük ihtimal Akademi kötü bir şöhrete sahip olan Monroe'yu Akademi'nin kapısından içeri bile sokmak istemedi. Ondan sonraki sene Billy Wilder'ın Oscar'ı ezici bir üstünlükle kazanması bu teoriyi de destekliyor.
Burç Karabulut yazdı


1987 - O yıl yarışan filmler: Broadcoast News, Fatal Attraction, Hope and Glory, The Last Emperor, Moonstruck
Reddedilen film: Full Metal Jacket

Stanley Kubrick'in Vietnam Savaşı'na farklı bir bakış atmayı denediği filmi Full Metal Jacket, bugün geriye baktığımızda nasıl oldu da Oscar ödüllerinde en iyi film kategorisinde yer alamadı sorusu kafamızı kurcalıyor. Bir önceki yıl Oliver Stone'un vietnam filmi Platoon'un aynı kategoride ödülü kucaklamış olması Full Metal Jacket'ın önünü tıkadı bana kalırsa. Ancak daha da önemlisi Akademi'nin Kubrick filmlerine mesafeli duruşu, Kubrick'in cesur yaklaşımını hazmedememesi. Ayrıca Fatal Attraction gibi bir erotik gerilimin ve romantik komedi Moonstruck'ın, Kubrick'in filmine tercih edilmesi, Akademi'nin kararlarını sorgulatıyor. Ödülü kazanan The Last Emperor da dahil hangi film Full Metal Jacket gibi iz bırakabildi?


1960 - O yıl yarışan filmler: The Apartment, The Alamo, Sons and Lovers, Sundowners, Elmer Gantry
Reddedilen film: Psycho

1960 yılı sinema tarihine altın harflerle geçen filmlerle doludur. O yıl en iyi film kategorisinde yarışan filmlere rağmen senenin favorisi Psycho, sadece aktris kategorisinde adaylık alabildi. Açıkçası Billy Wilder'ın Apartman'ının gerek gişede kırdığı rekorla gerek zamanının ötesinde giden konusu sebebiyle haklı olarak Akademi ödüllerine damga vurur. Psycho ise bugün enleri içinde barındırıyor. İlk slasher olma özelliğini taşıyan film, korku janrının standartlarını belirleyen bir film olmakla birlikte art horror filmlerinin de bayraktarlığını yapar. Psikoanaliz gibi çok tartışmalı bir akademik disiplinden yararlanmayı göze alır. Hitchcock sadece reddedilen değil aynı zamanda Hollywood'da kabul görmeyen bir yönetmen oldu.
Burç Karabulut


1987 - O yıl yarışan filmler: Broadcoast News, Fatal Attraction, The Last Emperor, Hope and Glory, Moonstruck
Reddedilen film: Empire of the Sun

Tamam Full Metal Jacket akademiye ters düşecek bir film. Peki ya Steven Spielberg'in II.Dünya Savaşı'na bir çocuğun gözünden baktığı savaş draması Güneş İmparatorluğu'na ne demeli? Tam anlamıyla akademinin ödül kriterlerine ve beğenisine uygun düşen bu film, nasıl görmezden gelindi. Spielberg'in pek beğenilmeyen son çalışmalarından War Horse'un en iyi film kategorisinde yarıştığını düşündüğümüzde yönetmenin en derinlikli filmlerinden Güneş İmparatorluğu'nun aday dahi olamaması, o yıl yarışan filmleri ve akademinin Spielberg sevgisini göz önünde tutarsak kabul edilebilir gibi değil.


2001 - O yıl yarışan filmler: A Beautiful Mind, Gosford Park, In The Bedroom, The Lord of the Rings: The Fellowship of the Ring, Moulin Rouge
Reddedilen film: Memento

74. Akademi ödüllerinin dağıtıldığı 2002 senesi, büyük usta Robert Altman'ın Gosford Park, Moulin Rouge ile kendini kanıtlayan Baz Lurhmann'ın, Yüzüklerin Efendisi ile en iyi projesini gerçekleştirmiş olan Peter Jackson'ın ve Ron Hovard'ın A Beutiful Mind'ının kıyasıya yarıştığı bir yıl oldu. Yine de en iyi film ödülünü alan Howard'ın Akıl Oyunları'yla kazandığı başarı Memento'nun başarısını gölgede bırakacak cinste değildi. Memento senaryosuyla, kurguya getirdiği yenilik ve oyuncuların da vasat üstü performansıyla en iyi filme aday değil, şimdiden bir kült statüsündedir. Memento, kısaca bir adamın kendini hiç hatırlamadığı bir otel odasında bulması ve üstündeki dövmelerin esrarını çözmesi üzerine bir neo-noir
Burç Karabulut


1984- O yıl yarışan filmler: Amadeus, The Killing Fields, A Passage to India, Places ın the Heart, A Soldier's Story
Reddedilen film: Once Upon a Time ın America

Akademiyi ve tercihlerini anlamak bazen çok zor olabiliyor. Ancak Sergio Leone'nin son filmi Bir Zamanlar Amerika, 3 saat 40 dakikalık süresi Amerikan seyircisi için uzun bulununca kısaltılarak vizyona sokulmuş. Sonuç olarak film, ne seyircileri ne de Akademi üyelerini tatmin edebilmiştir. Yönetmenin kurgusuyla yayınlandığında büyük klasikler arasında yerini alan Bir Zamanlar Amerika, bu bakımdan Oscar yarışında olmamasını anlayabildiğimiz filmlerden. Suçu bu kez Akademi'de değil filmi fütursuzca kısaltan yapımcılarda buluyorum.