28 Nisan 2013

Rebellion

Geçen hafta Matthieu Kossavitz ile yapılan bir röportajı okuduğumda ilgimi en çok çeken cümlesi şu olmuştu: Artık eskisi gibi filmler yapılmıyor demişti ancak sözünü burada bitirmedi. Rebellion ile bir kez daha Sezar ödüllerinden (Fransa’nın Oscarı) eli boş dönen Kossavitz, bana göre daha önceleri hayli geniş olan vizyonunu daha genişleterek belki de hayatının en zor kararını verdi. “Fransız olmaktan gurur duymuyorum” dedi. Bu yorumu niye yaptığını anlamak güç değil. Peki Rebellion filmiyle ne alakası var bu giriş yazısının? Neden şimdi?

 Burç Karabulut yazdı



Bu sorularının bana kalırsa cevabı Rebellion’da saklı. Tabii ki politik pozisyonunu yüzünden uzun zamandır büyük bir zorluğun altına girmiş olan Kossavitz, Rebellion ile yeni bir film vizyona sokmuş olmuyor ayrıca auteur köklerine de dönüş yapıyor. Rebellion, Fransa’nın bir kolonisi olan (aynı zamanda doğa cenneti) Yeni Kalendoya’da otuz Fransız polisin öldürülmesi üzerine Fransa bölgeye, Legarjus önderliğinde uzlaşma ekibi gönderiyor. Fransa’da cumhurbaşkanlığı yarışının sürmesi ise Kalendoya olaylarının politik bir güç haline gelmesi ile Legarjus’u ikilemde kalıyor: Fransa’ya rağmen Fransa için…

Fransa’dan geriye kalan acı dolu bir Fransız öpücüğü

Uzun zamandır kendi üslubuyla (auteur) sinemaya ara vermiş olan Kossavitz için La Haine (Nefret)’den beri aradığı şeyi buluyor. Başka birinin sinemasında devlet yüceltilecekken, Kossavitz bizleri devlet şiddetiyle başbaşa bırakmayı tercih ediyor. Nefret (La Haine) ile yarattığı havanın aynısını yaratarak çok başarılı bir filme imza atıyor. Adeta seyirciye de her sahnede ayrı bir tokat atmaktan geri durmuyor. Kassovitz’e göre Fransa’dan geriye kalan acı dolu bir Fransız öpücüğü.

Kassovitz’in kabul ettiği bir tarz onu olduğundan farklı bir auteur yapıyor. Nefret bu tokatı, çok iyi attığının kanıtı olmuştu. Polis şiddetini, getto hayatını ve ıssız Paris sokaklarını harmanladığı birbirini ardına puzzle tamamlarcasına oturan kareler - bence en ünlüsü Paris’in herkesçe bilinen Eyfel Kulesi’ne arkasını dönen üç Afrikalı sahnesi-arkasından gelen şiddetin otoriterinin keyfi sularına çekmesi (nefreti bile), güçlülere ait bir silah olduğunu anlattığı o şiirsel nefret ve şok tablosu yerini alenen pek de şiirsel ve estetize olmayan devlet terörüne bırakıyor.


Apocalyse Now!

Rebellion’da, Battle of Algiersle (Cezayir Savaşı) filmiyle özdeşleşen kolonici bakış açısını ve onun yerel halk tarafından geri püskürtülmesi, La Haine ile şoke eden polis şiddeti, İsyan ile travmatik olarak devletin kendi şiddet tarihine eklemlenip yeni bir cehennem yaşatmayı başarıyor. Flashback ile açılan film, günümüze yavaşça gelip bizi bir dedektif hikayesine bağlıyor. Her sahnenin açılışı öncesinden gelen ve arkasından gelecek olana öyle bir eklemlenmiş ki Kalendonya sorunun ortaya çıkışı ve ardından gelen politik tansiyon sürekli bir çaresizliği ve nefreti, en sonunda şiddeti ve politikadan doğan keyfi şiddeti tetikliyor.

Hikayenin en can alıcı kısmı ise, cennet gibi bir ada olan Kalendoya’nın işgalinin tamamen görselliği ile Apocalypse Now filmini çağrıştırıyor. Kalendoya’yı düşünürken Fransa’nın Vietnamı olarak düşünmek mümkün. Kanak yerlilerin (Kalendoya sakinleri) silahları ellerine alıp kendi adalarını Fransızlara karşı korumaları imgesel olarak bir Vietnam estetiğini içinde barındırırken, hikayenin klasik Vietnam’dan farklı olarak Fransız CIA görevlisi Lagarjus’un rehineleri kurtarmak için her geçen an yaşadığı baskı, stres hem de politik hesapların içinde oyuncak olmasının verdiği durum ve belirsizlik ile Kanaklılarla uzlaşma çabası yılan hikayesine dönüyor.

26 Nisan 2013

Kısa kısa.. Brave ve Hotel Transylvania


Brave
"Yeni Pixar harikası" gibi iddialı sözler sarf edemesek de en iyi animasyon oscarını kucaklayan Brave (Cesur), 'cesur' kelimesinin hakkını veren bir animasyon. Ortaçağ Avrupa'sında -İskoçya'da- geçen hikaye fazlasıyla klişe ancak, bir animasyon sineması örneğinde tarihe yapılan yolculuk sık rastlanan bir durum değil. Özellikle bir Ortaçağ hikayesinin merkezine genç bir kızın yerleştirilmesi de biraz düşündüğümüzde cesaret isteyen bir iş. Animasyon film olması bunun önünü açmış sanırım. Merida'nın kendini bulma veya olgunlaşma hikayesi olarak özetleyebileceğimiz film, dönemine uygun olarak kullandığı cadılık, büyücülük gibi kavramlarla tarihi filmi fanteziye açıyor. Bu noktadan itibaren sürükleyici ve neşeli bir maceraya dönüşüyor Brave. Eski İskoçya'nın doğası, birinci sınıf görsellikle buluşunca da seyirciyi etkilemekte çok zorlanmıyor filmimiz. Özgün olmasa da yaratıcı bir iş... 7.4


Hotel Transylvania
Korku sinemasının kültleşmiş figürlerini; Dracula'dan Franknstein'e, Kurt Adam'dan Görünmez Adam'a ve Mumya'ya kadar daha pek çok yaratığı alıp birer komedi unsuru haline getirmek artık sıradan bir fikir ancak, yapı-bozucu bir hamleyle yaratıkların insanlardan saklanması ve korkması gibi algısal bir değişiklik Hotel Transylvania'nın en önemli meziyeti ve filmi de önemli kılan nokta bana kalırsa. Diğer bir husus da Frankenstein, Dracula ve Kurt Adam gibi korku mitlerinin gerçekçi bir zemine oturtulması diyebiliriz. Şöyle ki; Hotel Transylvania, korku edebiyatı veya sinemasının yarattığı figürlerin gerçekten varolduğunu varsayarak hikayesini şekillendiriyor. Bir sahnede Dracula'nın Twilight filmindeki vampirleri görünce verdiği tepki bunu net bir şekilde ortaya koyuyor. Hotel Transylvania, oldukça eğlenceli bir animasyon fakat yeterince komik değil. Bu da elini zayıflatıyor. Böylesine bir zenginlik içinde daha yukarıya oynayan bir animasyon olabilecekken, iyi bir seyir olmakla yetiniyor. 6.8

20 Nisan 2013

En İyi 10 John Carpenter Filmi

Kendisine "The Master of Horror" yakıştırması yapılan ve bunu fazlasıyla hak eden John Carpenter, sinemaya çok küçük bir bütçeyle kotardığı Dark Star (1974) adlı bilimkurgu filmiyle adım attı. 2 yıl sonra westernden bozma aksiyon Assault on Precinct 13 geldi ve kısa zamanda bir kült filme dönüştü. Carpenter'ı Carpenter yapan film ise ustanın daha sonra uzmanlaşacağı alandan, korku sinemasından geldi. Michael Myers gibi bir korku figürü yaratan Halloween, 80'li yıllar korku sinemasını derinden etkileyecek ve peşi sıra gelen devam filmleriyle bu efsaneyi pekiştirecektir. Devam filmleriyle bağını koparmasa da yönetmekten kaçınan Carpenter, korku, bilimkurgu ve aksiyon sineması arasında git gelli bir kariyer inşa etti. Ancak korku türündeki üstün meziyetleri, daha çok korku sineması ürünleri veren bir yönetmen olarak hafızlarda yer etmesini sağladı. Sayısal olarak baktığımızda bilimkurgu filminin daha çok olduğunu görürüz. 80'li yıllarda altın dönemini yaşayan Carpenter, 90'lı yıllarla birlikte sendelemeye başladı. Ancak bu dönemde de In The Mouth of Madness ve Escape From Los Angeles gibi başarılı işlere imza attı. 2000'li yıllarına baktığımızda, 2001'deki Ghosts of Mars hezimeti sonrasında sinemaya uzunca bir ara veren üstat, bu sessizliği 2010'da The Ward ile bozdu. Beklenilen bir dönüş olmadı bu belki ama benim gibi koyu Carpener hayranlarını memnun etmeyi başardı. Filmlerini yönetmek dışında senaryolarını yazan, müziklerini besteleyen ve hatta zaman zaman prodüktörlüğünü de üstlenen Caerpenter, çok yönlü bir isim, bir 'Auteur'... İşte bana göre John Carpenter'ın en iyi 10 filmi şöyle:

10- Starman (1984)


9- They Live (1988)


8- In The Mouth of Madness (1996)


7- Dark Star (1974)


6- Assault on Precinct 13 (1976)


5- Escape From New York (1982)


4- Prince of Darkness (1987)
Filmin kritiği için link


3- The Fog (1980)


2- The Thing (1982)


1- Halloween (1978)


16 Nisan 2013

İlk İzlenim: "Elysium"


2009 tarihli ilk filmi District 9 ile büyük ses getiren genç yönetmen Neil Blomkamp, görünen o ki, bilimkurgu sinemasında ısrarcı. Zira yönetmenin 9 Ağustos'ta vizyona girecek yeni filmi Elysium da distopik bir bilimkurgu. Matt Damon ve Jodie Foster gibi iki yıldızın başrolleri üstlendiği filmin ilk fragmanı geçtiğimiz günlerde yayınlandı. Öncelikle Elysium'un hikayesine kısaca bakalım.

2159 yılında Dünya iki sınıfa ayrılmıştır. Zenginler, Elysium adı verilen bir uzay üssünde kendilerini harap olmuş Dünya'dan soyutlayıp, refah içinde yaşamaktadır. Hükümetin bir üyesi de seçkin ve nüfuz sahibi azınlığın bu yaşam biçimini korumak için her şeyi yapmaktadır. Öte yandan halk da Elysium'a girebilmek ve bu mevcut düzeni yıkabilmek için uğraşmaktadır. Halktan biri olan Max, oldukça tehlike bir görev olan Elysium'a giriş görevini kabul etmek zorunda kalacaktır.

Fragman ne söylüyor?

Neil Blomkamp'ın District 9'a hem içerik hem de görsel tercihleriyle çok benzeyen bir filmle karşımıza çıkmaya hazırlandığını söyleyebiliriz. Districk 9'un göçmen uzaylıları, Elysium'da yerini alt sınıf insanlara bırakmış. Yönetmenin bir tür sistem eleştirisine soyunacağını kestirmek güç değil. Hikayeye genel olarak baktığımızda alt ve üst sınıf olarak ikiye ayrılan Dünya'nın bilimkurgu sinemasında sıkça konu edinen bir tema olduğunu ve son dönemde In Time ve yakında vizyona girecek Upside Down gibi bilimkurgularda ürünler vermeye devam ettiğini, bu bakımdan Elysium'un çok da özgün bir tür filmi izlenimi bırakmadığını ancak buna rağmen Neil Blomkamp'ın başyapıt potansiyeli olan bir filmle geldiğini düşünüyorum.

Filmin eleştirisi için tıklayınız

14 Nisan 2013

Afişlerdeki 'Özgürlük Heykeli'

Amerikan filmlerinde sıkça karşımıza çıkan Amerika'nın sembolü Özgürlük Anıtı, film afişlerine de farklı bir estetik katıyor. Özellikle felaket filmlerinin vazgeçilmezi konumunda. Doğal felaketleri konu edinen The Day After Tomorrow, Deep Impact gibi filmlerde Özgürlük Heykeli sular altında kalırken çarpıcı kareler ortaya çıkar.  Planet of the Apes ve Escape From New York türevi Post Apokaliptik bilimkurgularda ise heykelin ya kafası sağlam kalmıştır ya da biraz daha fazlası.. Felaket filmlerinde Özgürlük Anıtı mutlaka zarar görür. Bu şekilde dışardan gelen tehdidin Amerika'nın sembolüne zarar vermesiyle dramatik etki artırılmaya çalışılır. Eleştiri oklarını Amerika'ya yönelten Killing Them Softly ve God Bless America gibi filmlerin de bu eleştirel tavrı vurgulamak için heykeli -en azından afişlerde- kullandıklarını görüyoruz. Ben de hafızamı zorlayıp, biraz da araştırarak bir seçki hazırladım. God Bless America ve Killing Them Softly favorilerim. Sizinki hangisi?










12 Nisan 2013

Tabletteki Hürriyet değil, tablete özel Hürriyet

Hürriyet, Türkiye’nin en çok okunan gazete uygulaması Hürriyet E-Gazete’den sonra Hürriyet Tablet uygulamasını da hayata geçirdi. “Tabletteki Hürriyet değil, tablete özel Hürriyet” sloganıyla tanıtılan ve Apple Store’da 1 numaraya yerleşen bu yeni uygulama kullanıcılar tarafından oldukça beğeniliyor.

2011 yılının Mart ayında hayata geçirilen Hürriyet E-gazete uygulaması bugün, Türkiye’nin en çok okunan tablet gazetesi olmayı başarmış durumda. Toplamda ücret ödeyen abone sayısı 16 bine ulaşarak, ücretsiz rakiplerinin ulaştığı rakamları geride bırakırken; Hürriyet okurları, E-Gazete uygulamasını günlük 50 bin, haftalık 350 bin kez ziyaret ediyor.

Tablet okurunun beklentisinin farklılaşması ve ilgi alanlarının değişmesiyle, okurlar artık okuduğu haberin videosunu da izlemek, farklı spor dalları hakkında analizler okumak, dünyadan ilginç fotoğraflar görmek, içeriği 'parmağının ucunda' hissetmek istiyor. Hürriyet Tablet uygulaması tam da bu beklenti ve ihtiyacı karşılamaya yönelik hazırlanmış bir uygulama.

Bir haftadır Apple Store’da en çok indirilen uygulamalar arasında 1 numarada yer alan Hürriyet Tablet’te, Manşet, Güncel, Ekonomi, Spor, Kelebek, Seyahat bölümlerinin yanı sıra Cumartesi ve Pazar eklerinin bambaşka yorumları yer alıyor. Günün videosu ve foto galeriler oldukça beğenilirken, HTML5 tabanlı bir uygulama olduğu için reklamverenler için de oldukça cazip.

Tablet bilgisayarların tüm olanaklarını kullanan yeni Hürriyet Tablet uygulaması, App Store ve Android Market’te, ücretsiz.



Bir bumads advertorial içeriğidir.

9 Nisan 2013

Aksiyon Patlaması "Star Trek: Into the Darkness"


60’lı yıllardan bugüne uzanan bir uzay macerası olan Star Trek ya da bizdeki adıyla Uzay Yolu; dostluk, fedakarlık ve onur gibi kavramların altını çizen ve kainatın dört bir köşesinde yeni maceralara yelken açan Atılgan ve ekibinin birbirinden bağımsız heyecan dolu hikayelerini perdeye taşır. 1994’te başlatılıp 2002’de son verilen ve adına yeni nesil denilen Star Trek’te Kaptan Kirk, Mr. Spock ve Scotty gibi bir Star Trek filminin olmazsa olmazı ana karakterlerin yer almamasıyla gelen başarısızlık, Star Trek’in 3. Kuşak sinema serüveninde efsanenin köklerine döndürülmesini sağlayıp, yepyeni bir serinin de fitilini ateşlemiş oldu. J. J. Abrams’ın yönetmenliğinde 2009’da karşımıza çıkan Star Trek, Kaptan Kirk’ün, Mr. Spock’un kısaca tüm Atılgan ve ekibinin bugüne dek hiç anlatılmamış olan gençliklerine ışık tuttu. Ve o filmin getirdiği başarı, yine Alex Kurtzman, Robert Orci ve David Lindelof üçlüsünün elinden çıkma senaryosuyla ‘Bilinmeze Doğru’ yoluna devam ediyor.

Aksiyon sinemasına olan hakimiyetiyle Star Trek filmlerine yeni bir soluk getiren Abrams, 2009’da çektiği Star Trek’le aynı çizgide seyreden yeni macerada aksiyonun dozunu iyice artırmış. Ancak, Abrams’ın Star Trek filmlerinde uyguladığı aksiyon, filmin dahil olduğu uzay operası alt türünün -örneğin Star Wars filmlerinin- o kıvrak ve eğlenceli aksiyonundan oldukça uzakta. Aksiyon sahneleri daha çok gerilim yaratıyor ve bu alanda da oldukça başarılı. Abrams’ın zaten seride eksik olan heyecanı getirme vaadiyle yönetmenlik koltuğuna oturduğunu biliyoruz. Abrams’ın türe ve Star Trek filmlerine yaklaşımının bu yönde olması, hedef alınan kitleyi memnun edecektir mutlaka.

Yaklaşık 10 dakika süren açılış sekansı adeta kısa bir Star Trek filmi havasında. Oldukça heyecanlı ve kendi içinde bir finale sahip. Ve işlevsiz de değil. Kaptan Kirk’ün ve Mr. Spock’un olaylara bakış açılarındaki farklılığı ve nasıl karakterlere sahip olduklarını kısa yoldan seyirciye geçirebiliyor. Bununla birlikte görselliği ve efektleriyle filmin iddiasını ortaya koyuyor.

Abrams, ilk filmi sıfır noktasında başlatıp, Kirk-Spock dostluğunun temellerini atarken, serinin geçmişine ihanet etmek şöyle dursun, sıkı bir bağ kurup Star Trek hayranlarını mest etmişti. Star Trek: Bilinmeze Doğru’da yine yapacağını yapmış. Kötü karakter olarak Kirk‘ün ezeli düşmanı Khan’ın seçilmesi, 1982 tarihli The Wrath of Khan’ı izlemiş seyirciler için bu filmi daha özel kılıyor. Abrams’ın yönettiği iki Star Trek filminin de birer ön bölüm (prequel) olduğunu düşünürsek, bu ön bölümlerde atılacak adımların orijinal seriyle herhangi bir çelişkiye düşmeme zorunluluğu olduğu gibi o filmlerde anlatılan hikayeleri ve karakterleri geliştirmek ve altını doldurmak gibi bir misyonu da var. Star Trek: Bilinmeze Doğru, bu misyonu layığıyla yerine getirirken, özellikle Star Trek evrenine hakim olan fanları hedef aldığını söyleyebiliriz. Bu bakımdan Star Terk: Bilinmeze Doğru, eski filmlere mesafeli olan seyirci için özel bir anlam ifade etmeyecektir.

Star Trek: Bilinmeze Doğru, klasik bir Star Trek filminde olması gereken tüm özelliklere sahip. Evet, belki bir “Işınla beni Scotty” repliği yok ama onun dışında her şey olması gerektiği gibi. İyi yazılmış senaryosunda yaratıcı fikir eksikliği göze çarpsa da Kirk ve Mr. Spock’un birbirlerini tamamlayıcı yanlarının üzerine gidip, karakterlerini biraz daha derinlemesine işleyerek bir fark yaratabildiğini ve dozunda mizahıyla seyrine doyum olmadığını belirtmekte fayda var.

Son söz: Abrams’ın Star Trek filmlerini birlikte değerlendirirsek, set ve kostüm tasarımları, görsellikleri ve düşmeyen tempolarıyla yeni neslin tüm beklentilerini karşıladığını söyleyebiliriz.

4 Nisan 2013

90'lı Yılların 'Alternatif' En İyi 25 Filmi


90'lı yıllar sinemasını özlemle anmaya devam etme isteği, daha önce hazırladığım "90'lı yılların en iyi 25 filmi" listeme alternatif bir en iyi 25'lik liste daha yapmaya itti beni. Bu alternatif listenin asıl amacı, bitmek bilmez bir hazine niteliğindeki 90'lı yıllar sinemasının 25 filmden oluşan bir listeye sığdırmanın imkansızlığı ve o listeye giremediği için hakkını yediğimi düşündüğüm başyapıtlara da saygı duruşunda bulunmaktı. Şüphesiz ki, alternatif listenin de alternatifi yapılabilir.

1- Crash (1996)
2- Dark City (1998)
3- Magnolia (1999)
4- Godfellas (1990)
5- Forrest Gump (1994)
6- The Truman Show (1998)
7- JFK (1991)
8- Strange Days (1995)
9- Barton Fink (1991)
10- Fearless (1993)
11- Carlito's Way (1993)
12- Braveheart (1995)
13- Exotica (1994)
14- Total Recall (1990)
15- Pi (1998)
16- Todo Sobre Mi Madre (1999)
17- Twin Peaks: Fire Walk With Me (1992)
18- Jacob's Ladder (1990)
19- Fargo (1996)
20- Thelma and Louise (1991)
21- Arizona Dream (1992)
22- Ed Wood (1994)
23- Trainspotting (1996)
24- Europa (1991)
25- Eşkiya (1996)