29 Haziran 2013

Noah'ın Ayak Sesleri

Nuh Tufanı'nı epik bir sinema şölenine dönüştürmek için şu sıralar yoğun mesai harcayan genç usta Darren Aronofsky, görsel anlamda da kusursuz bir iş çıkartacağının ilk sinyallerini verdi. Filmde yer alan 6 karaktere ait yeni yayınlanan görseller aklımızı almaya yetti. Açıkçası Anthony Hopkins'i Hannibal filmlerinden bu yana hiç bu kadar karizmatik görmemiştim. Onun yanına iliştirdiğim görselde filmin kötü adamı da oldukça heybetli duruyor. Jennifer Connelly de 'olmuş' dedirtiyor. Yeni görseller, ağzımıza çalınan bir parmak baldan daha fazlası değil ancak her yeni detay heyecanımızı artırmaya yetiyor. Noah'ın 28 Mart 2014'te gösterime gireceğini hatırlatayım. Daha önce kaleme aldığım detaylı "Darren Aronofsky'nin Rüya Projesi: Noah" yazıma buradan ulaşabilirsiniz.






28 Haziran 2013

En İyi 5 Ryan Gosling Filmi


1980 doğumlu genç aktör Ryan Gosling, oyunculuk kariyerine 90'lı yılların ortasında başladı. Bir kaç önemsiz filmden sonra 2000 yılında Remember the Titans gibi ses getiren bir filmde karşımıza çıktı. Üzerindeki toyluğu da atan Gosling'i bugün olduğu noktaya getiren film ise The Nootbook oldu. Gosling'in iyi oyunundan çok, filmin yakaladığı başarı sözünü ettiğimiz çıkışta büyük rol oynadı. Oyuncunun ödülle tanışması ise uyuşturucu bağımlısı bir öğretmen portresi çizdiği 2007 yapımı Half Nelson filmiyle oldu. Bu filmle Oscar adaylığı da elde etti ama ödüle uzanamadı. Yakışıklılığı ve karizmasıyla genç kızların hayranlık beslediği Gosling, son yıllarda film ve rol seçimlerindeki isabetli kararlarıyla çok hızlı yükseldi. Kadınların hayalini süsleyen aşık adamdan, yine kadınların hayalini süsleyen (kaçınılmaz) yalnız ve sert adama doğru  doğru bir hamle yaptı. Artık her yıl büyük yankı uyandıran 2-3 filmde seyrettiğimiz Gosling, yeni jenerasyonun en parlak isimleri arasına adını yazdırmayı başardı. 7 Haziran'da ülkemizde vizyona giren The Place Beyond the Pines ve Temmuz ayı içerisinde vizyona girmesini beklediğimiz Only God Forgives filmleri dolayısıyla en iyi 5 Ryan Gosling filmini derledim. Blue Valentine son anda ilk 5 dışında kaldı.

Önemli Not: En İyi 5 Ryan Gosling performansı değil, oyuncunun rol aldığı en iyi 5 filmin sıralamasıdır.

5- Lars and the Real Girl
Yazı için link


4- The Ides of March
Yazı için link


3- Only God Forgives
Filmin eleştirisi için bakınız


2- Drive
Yazı için link


1- The Place Beyond the Pines


Blue Valentine'den sonra yönetmen Derek Cianfrance'le Ryan Gosling'in ikinci buluşması The Place Beyond the Pines, çarpıcı bir suç draması. Profesyonel bir motosikletçinin çocuğu olduğunu öğrenmesiyle ona daha iyi bir gelecek hazırlayabilmek için suça bulaşması ve sonunda bir polis memuruyla yollarının kesişip, ikisinin de hayatlarının tamamen değişmesi, ezber bozan bir suç filmi anlatısıyla seyirciyi neye uğradığını şaşırtıyor. Suç filminden polisiyeye kayıp ordan da başladığı yere dönen film, ait olduğu türe yeni bir bakış açısı getiren -bakış açılarını değiştiren- sağlam dramatik yapısı ve yönetmen Cianfrance'ın sinema diliyle derin bir iz bırakmayı başarıyor. Ryan Gosling'in Drive'daki rolünü andıran kompozisyonu da enfes.. Gosling'i kariyerinde en üst noktaya taşıyan, Cianfrance'ı A sınıfı yönetmenler arasına yazdıran The Place Beyond the Pines 2013'ün en iyi filmlerinden. 

27 Haziran 2013

İlk İzlenim: "The Counselor"


Ridley Scott arayı soğutmadan yeni filmi The Counselor ile dönmeye hazırlanıyor. No Country For Old Men ve post apokaliptik bilimkurgu The Road'un Pulitzer ödüllü Amerikalı yazarı Cormac McCarthy'nin senaryosunu yazdığı gerilim filmi, yıldız isimlerden oluşan kadrosuyla göz dolduruyor: Brad Pitt, Michael Fassbender, Javier Bardem, Penelope Cruz ve Cameron Diaz...

Konu: Counselor, üst seviyede saygı duyulan ve nişanlısı Laura ile huzurlu bir hayat süren başarılı bir avukattır. İtibarının sarsıldığı günler ise ekonomik sıkıntılarla boğuştuğu ve daha fazla paraya ihtiyaç duyduğu sırada başlar. Counselor, adaletin iki yanında yer alacağı bir hamle yapar ve kendini milyonlarca doların döndüğü uyuşturucu ticaretinin içinde bulur. Artık Amerika'nın Meksika sınırındadır ve Reiner isimli güçlü bir adamıyla bir iş anlaşması yapmak üzeredir. Ne var ki, hiçbir şey planlandığı gibi gitmeyecektir...

Avukatı Michael Fassbender canlandırırken, Brad Pitt de büyük ihtimalle filmin kötü adamı olarak karşımıza çıkacak. El Paso yollarında geçen bölümlerinin No Country For Old Men'i hatırlatıyor oluşunu eklemeden geçmeyelim. McCarthy'nin usta kalemini, yönetmen Scott'ın yükselişe geçmiş olmasını, müthiş kadrosunu ve fragmanın bıraktığı tadı hesaba katarak, The Counselor'un yeni sezonun büyük beklenti içine girilmesinde sakınca görmediğim bir kaç filminden biri olduğunu belirteyim. Film, 29 Kasım'da ülkemizde gösterime girecek.

                           

26 Haziran 2013

Kurgusuyla Sivrilen Bir Film: "Stoker"

Daha çok Oldboy'la tanınan Güney Koreli yönetmen Park Chan-Wook da sonunda Holywood'a transfer oldu. Ülkemizde ilk gösterimini 32. İstanbul Film Festivali'nde yaptıktan sonra Nisan ayı içerisinde vizyon yüzü de gören Stoker (Lanetli Kan), yönetmenden beklenen nitelikte bir film. Hikayeyi kısaca hatırlatmak gerekirse; İndia Stoker, çok sevdiği babası Richard'ı 18. doğum gününde trajik bir trafik kazasında kaybeder. Uzun zamandır kayıp olan ve varlığından da bihaber olduğu amcası Charli'nin beklenmedik biçimde cenazeye gelmesi, India'yı duygusal açıdan dengesiz olan annesi Evie ile kalmaya zorunlu kılar. India başlangıçta şüphelendiği büyüleyici ama gizemli olan amcasıyla ne kadar çok ortak noktası olduğunu zamanla fark edecektir.

Hikayeye baktığımızda dikkat çeken ilk husus Alfred Hitchcock klasiklerinden Shadow of a Doubt'la Stoker arasındaki benzerlik. Gizemli amcanın eve gelişi ve yeğeniyle suçlar ve sırlar üzerine kurulan ilişki. Shadow of a Doubt'un esin kaynağı olduğunu gizlemeyen yönetmen, o hikayenin omurgasını alıp -klasik gerilim yaratabilecek motifleri kullanarak- karakterler arasındaki kan bağından bir lanet (mecazi anlamda) yaratıyor. Stoker için ağır ama emin adımlarla ilerleyen bir gerilim diyebiliriz. İlk yarım saatin ardından seyircinin ilgisini ayakta tutmasını sağlayacak materyalleri usul usul veren Park Chan-Wook, amca Charlie'nin üzerindeki gizemi, film son düzlüğe girene girene kadar aydınlatmıyor. Bu noktaya kadar da Stoker, klişelerle ilerleyen bir dramatik gerilim olduğu izlenimi yaratıyor.

India karakterinin amcanın gelişiyle yaşadığı değişimi ustalıkla veriyor Chan-Wook. India, insanlarla iletişim kurmaktan kaçınan bir ergenden, cinsellik de dahil olmak üzerine, bastırılmış veyahut hiç açığa çıkmamış yönlerini keşfeden bir karaktere evriliyor. Bu değişim, gizemli adamın yarattığı gerilim klişesiyle ilerleyen filme yepyeni bir kimlik kazandırıyor. Amca Charlie'nin yeğeni ve onun annesiyle cinselliğe uzanan garip ilişkisi, hikayenin düğüm noktasıyla ilintili ancak amca cephesinden baktığımızda. Anne ve kızın eğilimi ise faklı okumalara açık.

Çok da özel bir hikayesi olmayan Stoker'ın en büyük kozu; dört dörtlük kurgusu ve Park Chan-Wook'un zirveye çıkan yönetmenliği. Paralel kurgusu ve bu kurgu biçimiyle birbirine bağlanan sahnelerle ortaya çıkan yeni anlamlar, seyrine doyum olmayan bir film çıkarıyor ortaya. Birbirleriyle eşleştirilen sahneler zeka dolu bir işçilikle Stoker'ı yukarı çekiyor. "Orta halli senaryosuna rağmen..." şeklinde cümleler kurduran film, birinci sınıf görüntü yönetmenliğiyle de hatırlanacaktır. Yönetmenin Hollywood'a açılması bu anlamda sorun yaratmıyor. Stoker'da kendini özgür hisseden bir Park Chan-Wook gördüm ben. Sonuç olarak; simgesel anlatımı sebebiyle kafa yormanızı gerektirecek, bittikten sonra tatmin olup olmadığınız konusunda kararsızlık yaşayabileceğiniz bir film Stoker. 

Son söz: Stoker, genel seyirci kitlesi için büyük bir heyecana sebep olmayacaktır. Ancak, yönetmenin hayranları ve yönetmenlik sanatı, kurgu gibi teknik detaylardan büyük zevk alan sinemaseverlerce el üstünde tutulacaktır. 8/10

24 Haziran 2013

Only God Forgives'ten Detaylar

Valhalla Rising ile tanıyıp sevdiğim yönetmen Nicholas Winding Refn, 2011'in en çok konuşulan filmlerinden biri olmayı başaran Drive'la da adını takip edilmesi gereken yönetmenler arasına yazdırmıştı. Yönetmenin Ryan Gosling'le işbirliğine devam ettiği yeni filmi Only God Forgives (Sadece Tanrı Affeder)'i bir suç dramı veyahut suç gerilimi olarak niteleyebiliriz. 5 Temmuz'da ülkemizde gösterime girmesi planlanan (değişiklik olabilir) filmin konusu şöyle: Bir cinayet işlediği için Bangkok'a kaçan Julian 10 yıldır burada sürgünde yaşamaktadır. Yeraltı dünyasında saygı gösterilen bir suçlu olan Julian, kardeşiyle birlikte uyuşturucu ticareti yapmak için paravan olarak kullandıkları bir boks kulübünün işletmeciliğini yapar. Bir gün Julia'ın kardeşi, bir kadını öldürmesinin ardından öldürülür. Bunun üzerine sert mizaçlı bir patroniçe olan anneleri Crystal, ilk uçakla oraya gelerek Julian'dan kardeşinin katillerini bulup intikamını almasını isteyecektir. Ancak karşılarından şeytanın ta kendisi vardır.

Yönetmen Refn'in filmle ilgili görüşleri

Orijinal fikir, Tanrı'ya karşı dövüşmek isteyen bir adamın filmini yapmaktı. Bu tabii ki oldukça zor bir iş ama filmi yazarken, hayatım açısından varoluşla ilgili bazı şeyleri sorguladığım bir dönemden geçiyordum. İkinci bebeğimizi bekliyorduk ve zor bir hamilelikti. Nedenini bilmeden Tanrı'ya karşı dövüşmek isteyen karaktere sahip olma fikri bana çok cazip geldi. Bu bağlamda, kendisinin Tanrı olduğuna inanan bir karakter (Chang) ekleyerek senaryoyu detaylandırdım. Başkahraman ise kendisine inanacak din arayan bir gangster (Julian) oldu. Bu tabi kendi içinde de çok varoluşsal bir durum zira inanç, daha yüksek bir cevap ihtiyacını temel alır fakat çoğunlukla ihtiyaç nedir bilmeyiz. Cevap ortaya çıktığında soruyu bulmak için hayatımızı geriye doğru taramamız gerekir. Bu açıdan film bir 'cevap' olarak tasarlandı ve soru ise finalde açığa çıkıyor. Only God Forgives bir bakıma şuana dek yaptığım tüm filmlerin bir toplamı gibi.

Filmle ilgili ilk izlenimlerim

Fragmana baktığımızda ışık oyunlarıyla müthiş bir görsellik yakalandığını ve filmin içeriğini doğru yansıtan görüntülerin üst üste bindirildiğini söyleyebiliriz. Cannes Film Festivali'nde içerdiği yoğun şiddet nedeniyle eleştirilen hatta yuhalanan Only God Forgives'e acımasızca davranılmış gibi geliyor. Ryan Gosling'in Drive'da olduğu gibi yine cool bir karakterle karşımıza çıkacağının sinyallerini de alıyoruz. Gece çekimlerinin ve kapalı mekan kullanımının da fazla olduğunu not düşelim. IMDB'de genel kitlenin 6.5 puana layık gördüğü film, genel kitlenin zevkleriyle de pek uyuşmuyor gibi. Sanırım yönetmenin tarzıyla ilgili bir durum bu. Yılın merak ve heyecanla beklediğim filmlerinde biri Only God Forgives. Dolayısıyla da olumsuz eleştirileri şuan için ciddiye alamıyorum.

Filmin eleştirisini okumak için bakınız

23 Haziran 2013

Beklenen Uyarlama: "Man of Steel"


Süpermen'i yeniden çekmek hem çok kolay hem de çok zor. Çok kolay çünkü basit bir güncellemeyle-hikayeyi günümüze taşıyarak- aynı masalı seyirciye sunabilir ve gişede başarılı olabilirsiniz. Çok zor çünkü kalıplaşmış hikayeye yeni bir yorum getirmeyi denediğinizde, kötü karakterleri değiştirseniz dahi -hikayeyi baştan alıyorsanız- olay akışının dışına çıkamazsınız. Ancak makul değişiklikler yapıp ufak riskler alarak beklenen Süpermen'i yaratabilirsiniz. İşte bunu yapabilecek sayılı isimden biri olan Chistopher Nolan'ın prodüktörlüğünü üstlendiği Man of Steel, Watchmen gibi bir başyapıtı arkasından bırakan Zack Snyder'ın yönetmenliğinde yeniden sinema salonlarındaki yerini aldı.

Christoher Nolan'ın getirdikleri

Baştan belirtmekte fayda var. Man of Steel'in senaristi Nolan değil, David S. Goyer. Filmde anlatılacak hikayeyi yazıp, izlenecek yolu belirleyen ise Nolan (bunu da Goyer'le birlikte yapıyor). Filmin prodüktörlüğünü üstleniyor olmasının getirdiği rahatlıkla Batman'e getirdiği gerçekçi yorumun bir benzerini Süpermen'e de uygulamayı kafasına koymuş. Ancak, Nolan şunun farkında: ne yaparsa yapsın bir Süpermen filminin genetiğiyle fazla oynayamaz ve fantastik yapıyı zedeleyemez. Bu noktada Nolan'ın atılması gereken adımları attığını belirtelim ve ne olduklarını açıklayalım:


1- Filmde zaten var olan bilimkurgusal motifleri öne çıkarmak (20 dakikalık Kripton girizgahı) 
2- Aksiyonu 5. vitese atıp, felaket filmlerine yaklaşma 
3- Süpermen adını geri çekip, Clark Kent kimliğinde bariz değişiklikler yapmak ve aslolan kimliği yani Kal-El'i ortaya çıkarmak. 
4- Gözlük, elbisenin altından çıkan Süpermen kostümü ve yeşil kriptonit taşı gibi klişeleri en azından ilk filmde kullanmamaya özen göstermek (?) 
5- Süpermen filmlerinin hikaye akışı lineer (düz) olmak zorunda değil diyerek gerekli hamleleri yapmak. Ve bu başarıda Nolan'a büyük bir pay biçerken, Zack Snyder'in temiz yönetenliğini ve elindeki senaryoyu iyi kavradığını es geçmemek lazım.

20 dakikalık Kripton girizgahı ne anlama geliyor?

Hikayeyi detaylandırmak ve baştan anlatmak için en mantıklı yol, Süpermen daha var olmadan, ona ve gezegenine dair bir geçmiş hazırlamaktan geçiyor.Yok olduğunu bildiğimiz Kripton, neden yok oldu? Bu soruya cevap arayan Nolan ve Goyer, bir yandan da bu uzun açılışla Süpermen filmini, başka galaksilerde kendi gezegenlerinin iç sorunlarıyla yaşayıp giden ırkların hikayelerinin anlatıldığı bilimkurgu filmlerinin -kısa da olsa- bir örneğine dönüştürüyor. (Star Wars, Star Trek gibi filmlerde varolan gezegenler ve ırkları Riddick Günlükleri'nin görsel stiliyle buluşturuluyor)

İlk iki Süpermen filmi üzerine kurulan bir reboot: "Man of Steel"

1978 yapımı ilk uyarlamada Süpermen ve babası Joe-El arasındaki ilişki, Süpermen'in çocukluğu ve bir kahramana dönüşümüyle 1980 yapımı ikinci filmin kötü karakterleri General Zod ve arkadaşlarının dünyada yarattığı infial, Man of Steel'in hikayesini oluşturuyor. Bu karışımdan yeni bir şey türetilememiş olsa da bir yeniden çevrim için yeterince yeni bir Süpermen filmi çıkartılabilmiş. Belki Marlon Brando'nun Jor-El'ini ve ikinci filmin General Zod'unu arıyoruz ama Russell Crowe ve Michael Shannon'un bedenlerinde can bulan yeni hallerinin de tatmin edici olduğunu söylemek lazım. Evet, karizma eksikliğinin de altını çizmek gerekiyor.

Ayakları yere basan bir Süpermen

Yeni bir Clark Kent profili çıkaran senaristlerimiz, Daily Planet'te çalışan gazeteci gizli kimliği yerine işçi sınıfına mensup bir Clark Kent yaratıyor. Farklı işlerde çalışan, ikinci vatanını ve insanları daha iyi tanıma fırsatı bulan, güçlerini saklamak zorunda olmanın yarattığı güçlüklerin-çelişkinin üstesinden gelmeye çalışan ve yolunu kaybetmiş bir uzaylı profili çizen Clark Kent, sakalları ve salaş halleriyle de desteklenen yeni görünümüyle o alışık olduğumuz kusursuz adama doğru giderken, doğru yolda yürüdüğünü söyleyebiliriz. Henry Cavil'in de Christopher Reeve'den sonra hakkını veren bir Süpermen olduğunu not düşelim.

Uzaylı istilası şablonuyla beklenen hareketlilik sağlanıyor

Filmin ikinci yarısında ortaya çıkan Zod ve arkadaşları, amaçlarını da düşünürsek istilacı uzaylı tanımıyla yüzde yüz uyuşuyor.1996 yapımı uzaylı istilası filmi 'Kurtuluş Günü'nü akıllara getiren bir yok etme sürecine tanık oluyoruz. Felaket filmlerinde olayın farklı coğrafyalardaki yansımalarını gösterme eğilimi de tekrarlanıyor. Man of Steel'i o türlerden ayıran nokta ise Süperrmen ve Zod'un kendi aralarında halletmeleri gereken kişisel sorunlar.

Bir önceki Süpermen filmi Supermen Returns'ün aksiyon fukarası olması sebebiyle kimseyi tatmin edememesi, hem bu beklentiye cevap verebilmek hem de filmin ticari başarısını garantilemek isteyen prodüktör Nolan'ı, The Dark Knight Rises'ın ikinci yarısını andıran, temponun hiç düşmediği bir Man of Steel ikinci yarısı tasarlamaya itmiş.

Postmodern bir uyarlama mı bekleniyordu?

Man of Steel'in aldığı olumsuz eleştirilere baktığımızda, aksiyona yüklenilmesinden, bu aksiyonun da basmakalıp ve sıkıcı olmasından yakınıldığını görüyoruz. Ayrıca filmin zeka dolu bir senaryosunun da olmadığı dile getiriliyor. Pardon ama biz ne zaman zeka dolu bir Süpermen filmi izledik? Seyircinin beklediği şey, Nolan'ın elini taşın altına koyup The Dark Knight'ta olduğu gibi zeka dolu bir hikaye tasarlamasıymış. Ancak, bunun bir Süpermen filmi olduğu unutulmamalı. Zeka dolu bir Süpermen filmi için postmodern bir uyarlama şart. Ticari kaygılar ve genel kitlenin beklentisi şuan buna izin vermez. Aksiyon kısmına bakarsak, Zod ve Süpermen'in ikili mücadeleleri evet yaratıcı değil ama oldukça görkemli. Sınırsız süper güçleri olan bu adamlar başka nasıl mücadele etsin?

Son söz: Zack Snyder'ın yeni Süpermen yorumu, bundan sonra göreceklerimizin de muhtemelen en iyisi olarak kalacak. 8\10

Süpermen filmleri sıralaması

1- Supeman II (1980)
2- Man of Steel (2013)
3- Superman (1978)
4- Superman III (1983)
5- Superman Returns (2006)
6- Superman IV: The Quest of Peace (1987)

20 Haziran 2013

Fırtına Öncesi: "Nymphomaniac"


Danimarkalı yönetmen Lars Von Trier, son iki filmi Antichrist ve Melancolia ile olduğu kadar söylemleriyle de uzun zaman gündemi meşgul etti ve tartışıldı. Trier’in filmografisine baktığımızda aykırı ve cesur sinemacı kimliğinin altını kalın bir şekilde çizmek gerekiyor. Cannes Film Festivali’nde porno film çekme isteğini dile getiren Trier, gerçek manada öyle olmasa da bu dileğinin peşine düşmüş gibi. Zira, Nymphomaniac erotik film şablonunun en uç uygulamalarından biri olacak gibi görünüyor. Öte yandan izleyeceğimiz filmin erotik-drama olacağını da söyleyebiliriz. Bilindiği gibi belki her kesim sinemasevere ulaşmak, belki de gelecek tepkileri azaltmak için soft ve hardcore olmak üzere iki farklı versiyonu olan bir filmle karşımıza çıkacak Trier. 

Nymphomainac’a dair henüz pek bir şey bilmiyoruz. Film, nemfomani hastalığından muzdarip Joe adlı bir kadını, tanımadığı bir adam olan Seigman’ın onu yolda dövülmüş olarak bulması ve evine götürmesiyle başlayan arkadaşlıklarıyla açılacak. Joe’nun adama hayat hikayesini anlatmaya başlamasıyla da doğumundan 50 yaşına kadar olan ve cinsellikle sarılmış bir hayat hikayesine ortak olacağız.

Trier’in değişmez oyuncularından biri olmayı başaran başarılı oyuncu Charlotte Gainsbourg yine başrolü üstleniyor. Nymhomainac’ın kadrosunda irili ufaklı rolleriyle pek çok yıldız isim dikkat çekiyor: Shia LaBeouf,  Stellan Skarsgard, Uma Thurman,William Dafoe, Jemie Bell, Udo Kier, Christian Slater, Connie Nielsen…


Filmde gerçek sevişme sahneleri olacağı açıklaması da doğru görünüyor. Oyuncuların gerçekten sevişecekleri, gerekli görülen yerlerde ise dublör kullanılacağı açıklandı. Konu hakkında Shia LaBeouf’un söylediklerine kulak verelim: “Senaryoda ne varsa hepsini yaptık. Göstermememiz gerekenleri ise flulaştırdık.” 

Ağzı bantlanmış bir halde telefonuyla çekim yapan Lars Von Trier’in de bulunduğu görsel, filme dair ilginç ipuçları vermekte. Film, Charlotte Gainsbourg’un canlandırdığı Joe adlı bir kadının hayat hikayesi olsa da ünlü aktör ve aktrislerden oluşan geniş oyuncu skalası, pek çok seksüel ilişkiye tanık olacağımızın kanıtı. Bahsettiğimiz görselde, Trier’ın ağzının bantlı olarak sette çekim yapması da yönetmenin sanki “artık konuşmayacağım, sadece sanatımı konuşturacağım” demek istemesinin imalı bir şekilde ifade edilişi olarak yorumladım. Buna ek olarak, filmin koparacağı fırtınaya rağmen estetik kaygıların ve sinema sanatının ikinci planda kalmayacağını umuyorum. 

IMDB sitesine göre filmin ilk gösterimini 12 Aralık’ta Hollanda’da yapılacak. Bazı kaynaklarda ise açılışın Cannes Film Festivali’nde yapılacağı söylenmekte. Uzun bir süre daha bekleyeceğiz ve Nymphomaniac’ın hangi versiyonunun Türkiye’de gösterime gireceğini bilmiyoruz. Türkiye şartlarında soft versiyonun gösterim şansı daha yüksek görünüyor. Filmin ilk fragmanını heyecanla beklerken, Lars Von Trier’ın nasıl sürprizler hazırladığını merak ediyoruz.

Nymphomaniac eleştirime buradan ulaşabilirsiniz

16 Haziran 2013

Dr. Caligari'nin Muayenehanesi


Dr.Caligari’nin muayenehanesi bugün birçok sinemacı, sinefil ve akademisyen tarafından korkunun öncülü kabul edilse de sosyolojik ve psikolojik yönü ağır basan bir film. Film tüm haşmetiyle baş döndürüyor, uyku kaçırıyor ve düşünmeye zorluyor. Filmin vizyona girmesinin ardından 90 yıl geçtikten sonra bile halen bir şeyler demeye mi çalışıyor? Hem bunu bulmak için, hem de bu filmin haşmetini benden başka insanlarla da paylaşmak için Dr.Caligari’nin Muayenehanesini yazmaya koyuldum.
Burç Karabulut Yazdı

Tabutta saklanan kaos

Das Cabinet des Dr. Caligari, bir sohbet sahnesiyle açılır. Francis adlı adam tanık olduğu bir cinayeti arkadaşına aktarmaya başlar. Holstenwall kasabasına panayır gelir. İnsanlar dalga dalga panayıra akar. Panayırda bir adam çok dikkat çeker. Kirli sakalı, gözlüğü, paltosu ve kılık kıyafetiyle sıradışı bir karakter olan Dr.Cagliari’yi tanırız. Dr.Caligari’nin gösterisi büyüleyici bir şov olmaktan çok uzakta durur. Cagliari’nin tabutunda sakladığı kaos tüm şehri saracaktır. Gizemini hiç kaybetmeyen Cesare, adeta gizemine gizem katan mesleği ise gelecekten haber vermektir. Gelecek okuyan Cesare olunca gelecek de kaostan başka bir şey olmayacaktır.

Karnival’de Ölüm!

İlginçtir ki, o dönemde Almanya’da bunun benzeri olaylar gerçekleşiyor. Senaristlerden olan Carl Meyer, gerçekten karnavaldaki cinayeti gazetelerden öğreniyor. Carnival'den dönen bir insan grubu, çalılıkların arasından bir adamın cesedinin çıktığına tanık oluyorlar. Ondan sonraki gün gazeteler büyük manşetlerle Karnival’de Ölüm diye bu haberi yazıyorlar. Ne kadar günümüzde rutin bir durum olarak görülse, o zaman için kaos üstüne kaos yaratan bir durum ortaya çıkıyor.

Eğri büğrü de olsa bir başyapıt!

Cesare, efendisi Cagliari’nin emriyle sabaha karşı öleceğini söylediği Alan’ın canını alıyor. Francis, polise durumu haber veriyor. Polisler, Francis’e hak vererek Cagliari’nin peşinden gidiyorlar. Onlar, Cagliari’yi tutuklamaya gittiği sırada Cesare’i başka bir cinayete kalkışırken yakalıyoruz. Cesare, fakat karşısındaki kadını öldüremiyor. Efendisine karşı gelerek onu kaçırmaya kalkıyor. Cesare yorgun düşerek ölüyor. Cagliari yakalanıyor. Bu son olmuyor.

Bu sahne ancak bir gün değil, her gün Almanya’da yaşanan gündelik hayatın bir parçasını anlatıyor. ‘M’ filmiyle daha rahat bilgi sahibi olabileceğimiz bu sosyal kaos durumu Cagliari’de eğrilmiş bükülmüş bir perspektiften kameraya yansıyor. Dekorların yansıttığı hava da psikolojiye ekliyor. UFA, Alman Film Stüdyosu, bu filme kendi çapında sansür uyguluyor. Filmin bazı sahneleri Carl’a baskı yapılarak değiştiriliyor. Öyle bir değiştiriyor ki filmin sonu Francis’in deli olduğuna kadar geliyor.

Sonuç: Dr.Cagliari’nin Muayenehanesi, bugün bile bizim ülkemizde kol gezen kaosu anlatıyor. Zaten klasikleşmiş, birçok filme ilham vermiş bir başyapıta düşen de sanatın ölümsüzlüğünü kanıtlamaktır. Tozlu raflarda durmak yerine yılda bir kez seyredilmesi gereken filmler arasındaki yerini almalı. Sırf kullanılan perspektif, ışık, mizansen ve dekorlar için görülmeli.

14 Haziran 2013

Star Trek: Into Darkness Tartışması


Star Trek: Into Darkness gösterime girdi gireli bir kavram kargaşası ve yanlış yorumlamalar dizisidir ki, sürüp gidiyor. Star Trek: Into Darkness'ın 1982 tarihli Star Trek II: The Wrath of Khan'ın yeniden çevrimi olduğu konuşuluyor. Bu çok yanlış bir yorum ve işin aslı kesinlikle öyle değil. Peki film neden bir yeniden çevrim değil? Sorunun cevabı çok basit. Çünkü Into Darkness bir Prequel yani bir ön bölüm. Bizi karakterlerin geçmişine, hiç anlatılmamış günlerine götürdüğü birer ön bölüm. Dolayısıyla Kaptan Kirk ve Mr. Spock'un geçmişine giderken, Khan'ın da gençlik dönemine şahit oluyoruz. The Wrath of Khan'da Khan, ezeli düşmanından intikam almak için saldırıyor. Neden intikam almak istediği de geçmişte yaşadıkları bir takım olaylarla açıklanıyor. İşte Into Darkness'da o düşmanlığın yani geçmişin perdesi aralanıyor. Kirk ve Khan tanışıyor ve gelişen olaylar onları can düşmanı yapıyor. Tekrar bakarsak, Into Darkness'ın The Wrath of Khan'ın yeniden çevrimi değil, o filmin altını dolduran bir ön bölümü olduğunu söylemek zorundayız. Zira, şimdi geri dönüp tekrar The Wrath of Khan'ı izlediğimizde, Into Darkness'ın senaristleri Robert Orci, Damon Lindelof ve Alex Kurtzman'ın kötü karakter olarak Khan'ı seçtiklerinden yeni filmin hikayesini de Wrath of Khan'ı temel alarak ve o filmin üzerine inşa ederek oluşturduklarını rahatlıkla görüyoruz. 

Peki, Star Trek: Into Darkness neden bir yeniden çevrim olarak algılandı? Bunun sebebi büyük oranda iki filmin çok benzer bir sona ulaşıyor olması tahminimce. Ancak bu, yazarlarımızın ve yönetmenimizin Star Trek efsanesinin en sevilen filmlerinden biri olan The Wrath of Khan'ı yeniden çektiği anlamına gelmiyor. Sözün özü, Into Darkness bir preguel ise -ki öyle- iki film arasında ciddi bir göbek bağı olmasından daha doğal bir şey yok. Nostalji duygusuyla serinin fanlarını düşünen, serinin önceki filmlerinden ayrılan aksiyonuyla da yeni jenerasyon için bir Star Trek filmi çekerek orta yol bulmak ve daha geniş bir kitleye seslenebilmek hedeflenmiş. Şu da bir gerçek ki; Star Trek: Into Darkness, atası The Wrath of Khan'dan daha başarılı bir Star Trek filmi olmayı başarmış.

En iyi 5 Star Trek filmi listeme buradan bakabilirsiniz


13 Haziran 2013

300: Rise of an Empire'ın ilk fragmanı yayınlandı


300 Spartalı'nın devan filmi 300: Rise of an Empire'ın ilk fragmanı yayınlandı. 7 Mart 2014'te izleyebileceğimiz filmin 2.30 dakikalık fragmanında dikkat çeken ilk şey 300 Spartalı'nın kaldığı yerden başlıyor oluşu. Leonidas'ın ölü bedenine bakan Kral Xerxes görüntüsü ve sonrasında ilk filmin kraliçesi Gorgo'nun varlığı iki film arasındaki bağı kuvvetlendiriyor. Deniz savaşlarıyla da bir fark yakalanmaya çalışıldığı çok açık. İlk filminden mutlu ayrılan seyirciyi, yine tatmin edecek bir devam filminin geldiği söyleyebiliriz. Zack Snyder, mitolojiden beslenen hikayeden yeni bir gişe canavarı çıkartacak gibi görünüyor. Filmle ilgili diğer ayrıntılar için bakınız


11 Haziran 2013

The Hobbit: The Desolation of Smaug'un ilk fragmanı yayınlandı


13 Aralık 2013'te tüm dünya ile aynı anda ülkemizde de gösterime girecek olan Hobbit üçlemesinin ikinci filni "The Hobbit: The Desolation of Smaug"un ilk fragmanı yayınlandı. Filme dair ayrıntılı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz

6 Haziran 2013

En İyi 5 Star Trek Filmi


Bilimkurgu sinemasının uzay operası alt türünün Star Wars'la birlikte en uzun soluklu ve en popüler serisi Star Trek, 60'lı yıllarda bir televizyon dizisi olarak yayın hayatına başlayıp, kısa zamanda fenomen olmayı başarmış ve 70'li yılların sonunda sinemaya transfer olarak arkası kesilmeyecek bir seriye dönüşmüştür. 1979'da başlayan ilk seri 1991'de 6. filmiyle son bulmuş ve 1994'te yeni jenerasyon adı verilen 2002'de son bulacak 4 filmlik bir seri daha üretilmiştir. Ne var ki, Star Trek markasının hakkını veremeyen yeni jenerasyon, 2009'da yepyeni bir Star Trek'in doğuşunu müjdelemiştir. J. J. Abrams'ın "Star Trek filmlerinin en büyük eksiği, aksiyon ve heyecanın tatmin edici düzeyde olamamasıdır" düşüncesinden yola çıkarak kotardığı Star Trek, o bahsedilen eksikliği de kapatarak büyük bir başarı kazandı. Abrams'ın devam filmi Star Trek: Into the Darkness vizyona girerken, ben de 12 filmle ulaşan serinin en iyilerine bir bakış atmak istedim.

Genel olarak ilk sinema filmi olan The Motion Picture, çok sevilmese de benim için serinin en iyi halkasıdır. Star Trek filmlerinin özellikle rekabet içine girmesi beklenen Star Wars'un değil de 2001: A Space Odyssey'in peşine takılmasıyla The Motion Picture'da daha etkileyici bir hikaye çıkartılabildiğini düşünüyorum. Felsefesi, varoluşu sorgulaması ve dönemi için iyi görsel efektleriyle seyircisini bilinmeyen, göz alıcı bir yolculuğa çıkarabilmesiyle listemin tepesine yerleşti.

1- Star Trek: The Motion Picture (1979)
2- Star Trek (2009)
3- Star Trek: Into Darkness (2013)
4- Star Trek II: The Wrath of Khan (1982)
5- Star Trek IV: The Voyage Home (1986)

4 Haziran 2013

John Carpenter's The Thing

John W. Campbell’ın Who Goes There? adlı hikayesinin bu ikinci uyarlaması, korkunun efendisi John Carpenter’ın altın dönemine yani 80’li yıllara denk düşüyor. Şekil değiştirebilen, uzaylı bir yaratığın Antarika’da bir bilimsel araştırma istasyonuna musallat olmasıyla gelişen hikaye, temel aldığı romana sadık kalmaktansa onu dönemine daha uygun ve seyirci için de daha cazip hale getiriyor. Öncülü Alien’la aynı formülü kullanan fakat klostrofobiden ziyade paranoyadan beslenen bir bilimkurgu filmi The Thing. Karlarla kaplı, uçsuz bucaksız ve tekinsiz atmosferi, yaratıcı görsel efektleri ve en önemlisi Carpenter dokunuşuyla bir klasiğe dönüşüyor. Bir bilimkurgu-korku melezi olarak da türünün en iyilerinden olduğunu söyleyebiliriz.


Filmin birbirinden başarılı afişlerine de bir bakalım istedim.