1 Ocak 2014

Saving Mr. Banks


Bay Banks’i kurtarmak, Mary Poppins isimli dünyaca ünlü romanın yazarı P.L.Travers ile onu filme çekmek isteyen Walt Disney arasında geçiyor. Disney, tam bir ticari patron olsa da yerinde duygusal yanını gösterebilen bir karakterken P.L.Travers tam bir soğuk hatta kıl bir İngiliz olarak karşımıza çıkıyor. Hikaye, tekdüze gelişmesine ve direk anlatılmasına karşın P.L.Travers rolünü başarıyla canlandıran Emma Thompson yarattığı derinlikli karakterle kendinden söz ettirmeyi başarıyor. Walt Disney’i canlandıran Tom Hanks ise neşeli karakterde biri olarak göze çarpıyor. Maalesef Mr.Banks’i kurtarmak, etkileyici konusuna rağmen hikayesindeki sıradanlık ve senaryoda sırıtan çatışma yokluğu, teatral duruşu ön planda olmasıyla harika bir gişe ve iyi bir çocuk filmi oluyor. P.L.Travers’ın hayatının karanlık tarafının geriye dönüşlerle anlatıldığı filmi büyükler içinde iyi bir seyirlik haline getiriyor.
Burç Karabulut yazdı

Soğuk başlangıçlar

P.L. Travers, Walt Disney ile tanışmak için Amerika’ya gidiyor. Travers başından beri sorunlu bir karakteri olduğunu bize anlatan bir sürü olay yaşıyor. Uçakta, ofiste, dışarda, arabada ve insanlarla konuşmasında hep bir gıcıklık, soğukluk gösteriyor. Çocuk romanı yazmış ve dünyada bu kadar ünlü olmuş bir insan bu kadar antipatik olabilir mi diye soruyorsunuz ister istemez. Walt Disney, olumlu, kabul edici, yerinde arkadaşcıl tavrı -hatta şunu kesin söyleyebilirim- ile adeta Disney ailesinin bir parçası olarak görüyor. Disney’e sıcaklık duyarken Travers’a bir antipati duyuyoruz. Bu noktadan itibaren film, kitabın filme dönüştürülmesi için yaşanan kargaşa sürecini ve Travers’ın adapte olamamasını işliyor. Bar’da İngiliz çayı içmeyi istemesi buna örnek verilebilir.


Bambaşka bir Travers

Travers’ın adapte olamaması onu yalnız, depressif kılıyor gibi görünse de yavaş yavaş sis perdesi kalktığında bambaşka bir Travers görmeye başlıyoruz. Ailesi, hayatı, deneyimleri, travması sırayla sahne sahne seyirciye sunuluyor. Çocuk roman yazarı olan Travers, beklendiği gibi kendi hayatından çok etkileniyor. Hangi yazar etkilenmemiştir tabii o ayrı soru. Sıradan bulunabilir ama Travers’ın hayatında yaşadığı sorunların kaynağına iniyoruz. Bir psikolog nasıl hipnoz yapıp hastasının bilinçaltına yöneliyorsa bizde öyle yöneliyoruz. Antipati silinmeye başlıyor. Bir süre sonra eğlenceli bile oluyor. İşin ilginci Walt Disney’de çok sonra da olsa Travers’a empati yapmaya ve onu çözmeye çalışıyor. Hatta bir zaman geliyor Disney, inatlarından, bağnazlıklarından vazgeçip sadece anlamaya çalışıyor. Travers çok bilinmeyenli bir denklem gibi gözüküyor.

Walt Disney kontrolü ele alıyor

Travers da Disney de kendi isteklerinde inatçılar. Her ikisi de filmi kendi istediği gibi çekmek istiyor. Travers, kendi istediği olmadığı için İngiltereye dönüyor. Bu ayrılış aslında yapbozun parçalarını da yerine oturtuyor. Disney, Travers ile tanıştığından beri ilk defa problemi çözüyor. Filmin çekilmesine giden yolu açıyor. Başarılı bir psikolog gibi Travers’ı çözmeyi başarıyor. Travers başta memnun olmasa da teslim olmak durumunda kalıyor.

Emma Thompson izletiyor 

Film için iki tane iyi şey söyleyebilirim. Biri Disneyland diğeri de Emma Thompson. Yukarda da söylediğim gibi; Emma’nın çok iyi bir karakter analizi yaptığını söylemekle beraber diyalogların iyi yazılmasının da etkisiyle P.L.Travers’ı yaşıyor, yaşatıyor. Korkularının, travmalarını da dikizleyen biz seyirciye de onu takdir etmek kalıyor. Uzayan ve sıkıcılaşan süresine rağmen Emma filmi tek başına almış götürmüş. Oscar adaylığı için bir şey söyleyemesem de Akademi Emma’nın performansı gözardı etmemeli sanki.