27 Haziran 2014

Under the Skin


Ülkemizde ilk kez 13. !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nde seyirciyle buluşan ve Scarlett Johansson’un varkığıyla dikkat çeken Under the Skin (Derinin Altında), bilimkurgu sinemasının “insan formunda uzaylı” alt türünü minimal bir yaklaşımla ele alındığı şaşırtıcı bir tür filmi. Michael Faber’in aynı adlı eserinden sinemaya uyarlanan Under the Skin’de kendisine seksi bir kadın imajı vererek erkekleri avlayan bir uzaylının hikayesi anlatılıyor.

Filmine 2001: A Space Odyssey’in tekinsiz bir müzikle desteklenen karanlık açılışına benzer bir şekilde giren Jonathan Glazer, Kubrick'in destanına saygı duruşunda bulunmanın da ötesinde 2001'in uzun karanlıklardan aydınlığa geçişin bir sıfır noktası, bir başlangıç olması fikrini, uzaylının insan bedeninde yeniden doğumu biçiminde kullanmış. İnsan kılığına bürünüş de konuşma  ve görme yetisi dışında "göstermeden" veriliyor. Sonrasında uzaylının dünyaya\çevreye uyum sağlama süreci ve nihai hedefe kilitlenme ile birlikte erkek avı başlıyor. Minimal bir anlatı yeğleyen Glazer, bu doğrultuda hiç aceleci davranmıyor. Bununla birlikte kafamızda beliren soruların cevaplarıyla da pek ilgilendiğini söyleyemeyiz. Under the Skin’in zayıf karnı da tam olarak burası. Bir noktadan sonra “erkek avı”nın amacını sorguluyor, bireysel mi yoksa daha büyük bir planın parçası mı olduğunu düşünüyoruz. Glazer ise oralı değil. Onu ilgilendiren uzaylı karakterin geçirdiği dönüşüm diyebiliriz. Evet, filme adını da veren “derinin altında” başka bir yaşam formu var ve insanoğluyla yakınlaştıkça farklı bir yola sapıyor. Bu noktada da Under the Skin, Nicholas Roeg’in klasiği The Man Who Fell to Earth’ün amacından sapan uzaylı karakteri bir kez daha yaşam alanı buluyor. Grazer'in filmi de bu şekilde derinlik yakalamayı başarıp, Invasion of the Body Snatchers (1956)'tan The Host (2013)'a uzanan insan bedenindeki uzaylıların işgali temasına teğet geçip karakter odaklı bir hikayeye yöneliyor.

Uzaylılar kendi türlerini kadın kılığına sokarak erkekleri tuzağa düşürdükleri bir avlanma metodu geliştiriyor. Erkeklerin karşı cinse olan seksüel zaafiyetini silah olarak kullanıyorlar. Yani dişil özellik doğurganlık için değil cinsel obje olarak işlev görüyor. Eğer bir istila düşüncesi varsa güçlü olanı -erkeği- bu yolla alt etmek zekice ama uzaylının erkekleri evine attığı sahneler daha deneysel çağrışımlar yapıyor. Filmin en başarılı anlarına da denk düşen bu sahneler, biçimsel yetkinliğinin yanı sıra, uzaylıların amacıyla ilgili de ipuçları veriyor. Zaten istila veyahut insan bedeninde uzaylı filmlerinde genellikle o türün yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olması ya da başka bir ihtiyacın karşılanması söz konusudur. Under the Skin’deki duruma da böyle bakabiliriz. Scarlett Johansson’un vücudunu cömertçe sergilemesinin yanında iyi oyunculuğuyla götürdüğü film, yönetmen Glazer’in ağır anlatımına paralel olarak yaratıcı bir stil denemesine girişmesi, hikaye ve alt tür bazında yeni bir şey söylemese de akılda kalacak bir eser yaratmasına olanak tanımış. Tabi büyük bir fırsat kaçırdığını da söyleyelim. Biçimsel numaralara ağırlık verseymiş uzun zaman konuşulacak bir bilimkurgu izleyebilirmişiz.

Son söz: Under the Skin, bilimkurguda yeni tatlar arayan, eski hikayeleri yeni bir ambalaj ve anlatımla tekrar önümüze süren filmlerden hoşlananlar için birebir. 7.7