26 Şubat 2014

86. Akademi Ödülleri (Tahminlerim)


86. Oscar Ödülleri'ne sayılı günler kala, "ben olsam kime\hangi filme veririm"den sonra sıra geldi tahminlere... 2 Mart gecesi en iyi film ve yönetmen kategorilerinde 12 Years a Slave ve Gravity'nin kıyasıya bir rekabet içerisine gireceklerini düşünüyorum. En İyi Film 12 Years a Slave'e, En İyi Yönetmen Gravity'e gidebileceği gibi, bu iki ödül birden 12 Years A Slave'e veya Gravity'e gidebilir. Bu yıl bir farklılık yapıp oranlarla tahminlerimi paylaşıyorum. Ben olsam kime verirdim kısmı için bakınız

En İyi Film
12 Years a Slave % 50 - Gravity % 35 - Nebraska % 15
En İyi Yönetmen
Alfonso Cuaron (Gravity) % 60 - Steve McQueen (12 Years a Slave) % 40
En İyi Erkek Oyuncu
Matthew McConaughey (Dallas Buyers Club) % 55 - Leonardo DiCaprio (The Wolf of Wall Street) % 45
En İyi Kadın Oyuncu
Cate Blanchett (Blue Jasmine) % 90 - Meryl Streep (August: Osage County) % 10
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu
Jared Leto (Dallas Buyers Club) % 53 - Michael Fassbender (12 Years a Slave) % 47
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu
Lupita Nyong'o (12 Years a Slave) % 40 - Sally Hawkins (Blue Jasmine) % 35 - Jennifer Lawrence (American Hustle) % 25
En İyi Özgün Senaryo
Spike Jonze (Her) % 85 - Bob Nelson (Nebraska) % 15
En İyi Uyarlama Senaryo
John Ridley (12 Years a Slave) % 52 - Terrence Winter (The Wolf of Wall Street) % 48
Yabancı Dilde En İyi Film
La Grande Bellezza % 70 - Jagten % 30

23 Şubat 2014

86. Oscar Ödülleri (Kişisel Tercihler)


2 Mart gecesi sahiplerini bulacak olan 86. Oscar Ödülleri, hemen hemen her yıl olduğu gibi yine pek çoğumuzu tatmin edemeyecek. Geçen yıla oranla Akademi ödüllerinde yarışacak filmlerin bu yıl çok daha iyi olduğunu düşünüyorum. Hatta akademinin görmezden geldiği Rush ve Inside Llewyn Davis'i de düşünürsek haklılık payımız artıyor. Kategorilere göre tahminlerimi daha sonra paylaşmayı düşünüyorum. Şimdi klasik "ben olsam kime/hangi filme verirdim" kısmına bakalım... (Animasyon kategorisinde birçoğunu izlemediğim için tercihimi de belirtemedim)

En İyi Film
Her
En İyi Yönetmen
Alfonso Cuaron (Gravity)
En İyi Erkek Oyuncu
Leonardo DiCaprio (The Wolf of Wall Street)
En İyi Kadın Oyuncu
Cate Blanchett (Blue Jasmine)
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu
Jared Leto (Dallas Buyers Club)
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu
Julia Roberts (August: Osage County)
En İyi Özgün Senaryo
Spike Jonze (Her)
En İyi Uyarlama Senaryo
Terrence Winter (The Wolf of Wall Street)
En İyi Kurgu
Gravity
En İyi Görüntü Yönetimi
Emmanuel Lubezki (Gravity)
En İyi Prodüksiyon Tasarımı
Her
Yabancı Dilde En İyi Film
Jagten
En İyi Kostüm Tasarımı
12 Yars a Slave
En İyi Makyaj ve Saç
Dallas Buyers Club
En İyi Görsel Efekt
Gravity
En İyi Ses Kurgusu
Gravity
En İyi Ses Miksajı
Kaptan Phillips
En İyi Şarkı
Let ıt Go (Frozen)
En İyi Müzik
Her

19 Şubat 2014

Yeni suçlu zevkimiz: "Nurse 3D"


Fragmanları bir süredir dönen ve ülkemizde vizyona girip girmeyeceği belirsiz olan korku filmi Nurse 3D'nin "guilty pleasure" yani suçlu zevk olarak tabir ettiğimiz filmlerden biri olacağını düşünmüş ve dile getirmiştim. Filmi izledikten sonraki düşüncelerim de bu yönde oldu. Erkeklerin seksi hemşire fantezisini bir korku hikayesinin ana maddesi olarak kullanmak elbette yaratıcı bir fikir değil. Ancak, hem korku filmi sevenleri hem de erotizmin cazibesine kolayca kapılan seyircileri yakalama adına iyi bir fikir diyebiliriz. 

Film, son 30 yılda işlenen cinayetlerin diğer sektörlere nazaran sağlık sektöründe daha fazla olduğu  ve bu sektörden birçok seri katil çıkmıştır bilgisini vererek açılıyor. Bu veriyle elde gerçek bir hikaye olmamasına karşın gerçeklik hissiyatı verilmek istenmiş sanki. Ancak, açılıştaki sahneden Nurse 3D'nin kendini ciddiye alan bir korku filmi olmadığını hemen anlıyoruz. Kısaca bahsetmek gerekirse; gündüzleri hemşirelik, geceleri ise güzelliğini ve seksapalitesini kullanarak eşlerini aldatan evli erkekleri avlayan bir kadının hikayesi diyebiliriz Nurse 3D için.

Ana karakterimiz Abigail Russell'ın hikayesini kendi ağzından dinliyoruz. Bunun seri katil filmlerinde veyahut slasher korkularında sık karşılaşmadığımız bir anlatı şekli olduğunu söyleyelim. Yönetmen Douglas Aarniokoski'nin amacı elbette hikayeyi tamamen seri katilin bakış açısıyla sunmak ve karakterle birlikte hareket edip, onun bir adım önüne geçmemizi engellemek. Bir tür manipülasyon da denilebilir. Nurse 3D, 2000'li yıllar korku sinemasına enterasan bir seti katil armağan ediyor. Hemşire olması, kurbanlarını öldürme şeklini, şekillerini de doğrudan etkiliyor. Bu noktada akıllara Karındeşen Jack'in gelmesi olası. Üzerinde durulması gereken bir başka nokta ise sapkın katil hemşiremizin işlediği cinayetlerle tıpkı Jigsaw gibi iyilik yaptığını düşünmesi. Kurbanlarına baktığımızda arkalarında mutsuz bir eş, belki bir çocuk bırakıyorlar. Yuvalarını yıkan, sadakatsiz erkekler seçiliyor ve işlem tamamlandığında dünyadan bir kötülük temizlenmiş oluyor. Bu şüphesiz ki seri katilimizin düşüncesi.. Abigail Russell'ın seri katilliğe giden yolu tahmin edebileceğiniz gibi geçmişinde yaşadığı travmatik bir olayla doğrudan ilintili ama tadını kaçırmamak için bu konuyu fazla deşmeyelim. Şunu da belirtmeden geçmeyelim; Nurse 3D -ticari gerekçelerle de olsa- katilin tarafını tutan slasher filmlerinden biri. Ama bu alt türe ilave edebileceği hiçbir şey yok. Bu da onu kalıcı olamayacak eserler arasına şimdiden yazmamıza olanak tanıyor.

Son söz: Yaratıcı hamleleri olmayan Nurse 3D, sonlara doğru gore sahneleri iyice artırıyor ve kısmen akılda kalıyor. Sonunu da düşünürsek bir devam filminin yolunu gözleyebiliriz. 5\10


17 Şubat 2014

"300: Rise of an Empire" Vizyonda!


Zack Snyder'ın yönettiği 300 Spartalı, 456 milyon dolarlık gişe zaferiyle yeni bir filmin kapısını da sonuna kadar açmıştı. Ancak, o hikaye ve karakterlerin önü tıkandığından aşılması gereken ilk sorun, aynı konsepte sahip yepyeni bir hikaye anlatabilmekti. Görünen o ki, bu sorun da aşılmış. 7 Mart 2014'te gösterime giren 300: Rise of an Empire, yine Frank Miller'ın grafik çizgi romanından uyarlanıyor. Yönetmen Zack Snyder bu kez prodüktörlükle ve senaryoyu yazmakla yetinip, yerini deneyimsiz bir isim olan Noam Murro'ya devretmiş. Aslında yeni filmle ilgili en can sıkıcı konu da bu.

Seyircisini 300 Spartalı'yla aynı zaman diliminde vuku bulan bir savaşa götürecek olan 300: Rise of an Empire'da konu edilen Artemis Savaşı, yeni kahramanımız ise Atinalı general Themistocles olacak. Pers cephesinde ise değişen bir şey yok. Kral Xerxes olanca ürkünçlüğü ve ihtişamıyla boy gösterecek. Peki, filmdeki savaşa da adını verecek olan Yunan Mitolojisinin tanrıçalarından avcılığı, vahşi hayvanları ve bakireliği sembolize eden Artemis nasıl bir karakter olarak çizilecek? Wolfgang Petersen'ın Truva'sında karakterlerin tanrısallık vasıfları üzerine gidilmemişti. 300: Rise of an Empire'da da Artemis tanrısallığından arındırılacak mı sorusu akla geliyor. Şahsen öyle olacağını düşünüyorum.

Diğer bir husus da 300 Spartalı'da büyük tartışmalara sebep olan Perslerin öcü gibi gösterilmesinin, yeni filmde de tekrarlanıp tekrarlanmayacağı konusu. Hollywood'un geri adım atacağını hiç sanmıyorum. Tartışmalar alevlenecek gibi görünüyor.

300 Spartalı, görselliği ve stilize edilmiş savaş sahneleriyle epik sinemanın son dönemdeki en dikkat çekici işlerinden biriydi kuşkusuz. 300: Rise of an Empire'ın aynı görsel yapı ve stil denemesini tekrarlayıp, daha görkemli ve sayısal olarak da daha orantılı bir savaş izleteceğini söyleyebiliriz. Filmin fragmanlarına baktığımızda bir farklılık yakalama adına savaşların karadan denize taşındığını görüyoruz. Ayrıca her şey devam filmi konseptine de uygun olarak hazırlanmış.




16 Şubat 2014

'Şarkı Söyleyen Kadınlar'a doğru...


Beni tanıyanlar Reha Erdem sinemasını ne kadar sevdiğimi bilir. Gerçekçilik saplantısı olmaması, bakış açısını kendine has sinema diliyle ustaca anlatabilmesini fazlasıyla önemsiyorum. Erdem sinemasını sevmemdeki ana etkenin de zaten bakış açılarımızın, yaklaşımımızın birbirine çok benzemesi olduğunu düşünüyorum. Erdem'in son filmi 15 Ocak'ta Başka Sinema'nın ön gösterimiyle seyirciyle buluştu ve beklenmedik şekilde çok kötü tepkiler aldı. Peki filmin fragmanı aklımızı alıp, beklentimizi iyice yukarı çekmişken, -istisnalar dışında- hemen hemen izleyen herkesin olumsuz görüş beyan etmesine ne demeli? Bu durum heyecan ve beklentimi törpülese de söz konusu Reha Erdem olduğundan umudu korumaya devam ediyorum. 

Şarkı Söyleyen Kadınlar öncesinde Reha Erdem filmlerinin sıralaması

1- Kosmos
2- Jin
3- Hayat Var
4- Beş Vakit
5- Korkuyorum Anne
6- Kaç Para Kaç
7- A ay

Şarkı Söyleyen Kadınlar, bu sıralamaya kaçıncı sıradan dahil olacak? Başka Sinema salonlarında 21 Şubat'tan itibaren gösterilmeye başlayacak filmi gösterimdeyken izleyebilirsem sıralamayı da güncelleyeceğim.

Peki, Şarkı Söyleyen Kadınlar ne anlatıyor?

İstanbul'un adalarından birinde muhtemel bir deprem nedeniyle adayı boşaltma kararı alınmıştır. İnsanlar akın akın oradan ayrılırlar ancak küçük bir kesim bu karara uymayarak kalmakta ayak direr. Etrafta kıyamet arifesini andıran bir atmosfer hüküm sürerken geride kalanlar için hayat koşulları günden güne zorlaşacaktır. Film, yaşamları farklı engellerle sıkıştırılmış bir grup kadının, inanç, cesaret ve enerji ile hayatın farklı boyutlarına yaptıkları heyecan verici insani serüvenlerine eşlik ediyor. Trajedilerini, isyan ve hayat şarkılarıyla dönüştüren bu kadınlar, bir türlü çıkamadığı çocukluğuyla erkekliğinde boğulan Adem'i elinden tutmalarıyla, insan olmanın eşsizliğini tattırıyorlar.




14 Şubat 2014

En İyi 10 Ridley Scott Filmi


Ne zamandır aklımda olan "En İyi 10 Ridley Scott Filmi" listemi iftiharla sunarım. Bu bekleyişin sebebi ise ustanın son çalışması The Counselor'u görebilmek ve bu filmin listeme girip, sıralamayı değiştirebileceğini düşünmemdi. Ve The Counselor görüldü... Sonuç: yaklaşık 40 yıldır bu piyasada ürün veren Scott'ın en kötü filmiyle karşı karşıyayız. Proje aşamasında ve sonrasında fragmanıyla yüksek beklenti oluşturan film acemice kotarılmış bir suç gerilimi. Cormac McCarthy'nin iyi yazar - kötü senarist olması bu başarısızlığın başlıca sorumlusu diyebiliriz. Filmde iyi olan bir şey varsa o da karakterlerin anlattığı küçük hikayecikler, emin olun filmden daha eğlenceli ve akılda kalıcılar...

Bilimkurgu sinemasının ve epik sinemanın en önemli temsilcilerinden biri olan Scott, hiçbir zaman el üstünde tutulan yönetmenlerden olamasa da benim için yeri özeldir. Tam da Prometheus'la çıkışa geçtiğini düşünürken, The Counselor faciası pek hoş olmadı. Ama yönetmenin epik sinemaya dönüş filmi Exodus'un her şeyi unutturacağını düşünmekteyim.

1- Blade Runner
2- Alien
3- Thelma and Louise
4- Prometheus
5- Gladiator
6- The Duellists
7- Robin Hood
8- Kingdom of Heaven
9- Matchstick Men
10- Hannibal


12 Şubat 2014

13. !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali Başlıyor

13. !f İstanbul Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali, bu yıl da ödüllü ve çok adından sıkça söz ettirmeyi başaran filmleri Türkiye’ye getiriyor. !f İstanbul, 13 Şubat’ta İstanbul’dan yola çıkıyor, 27 Şubat - 2 Mart 2014 tarihlerinde de Ankara ve İzmir’e uğruyor! 

The Haunting Party filmiyle tanıdığımız Richard Shepard'ın yazıp yönettiği, Jud Law'ın en sıradışı rollerinden birinde izleyeceğimiz suç komedisi türündeki Dom Hemingway; arkadaşlıklar ve geçici aşklar üzerine eğlenceli hikayesiyle eleştirmenlerin gözdesi olmuş, Tarantino’nun “2013’ün en iyi filmleri” listesinde de 5. sırada yer almış Joe Swanberg'ın yönettiği Drinking Buddies/Akşamdan Kalanlar; Alex Gibney'nin Julian Assange ve Bradley Manning’in psikolojilerini ve onların etrafında yaratılan efsaneleri kurcalayan belgeseli We Steal Secrets: The Story of WikiLeaks/Sırları Çalıyoruz: WikiLeaks'in Hikâyesi; ünlü İtalyan aktris Valeria Golino’nun yönettiği, yılın ödüllere doymayan filmlerinden Honey/Bal; ilk uzunu Reconstruction/Yeniden Sev Beni’den beri kendine sıkı hayranlar yaratan Christoffer Boe’nun yeni filmi Sex, Drugs & Taxation/Spies & Glistrup; Amerikan bağımsız sinemasının gözde kadın yönetmenlerinden Kelly Reichardt’ın bir barajı havaya uçurtmayı hedefleyen radikal çevreci üç aktivistin hikayesine odaklandığı etkileyici filmi Night Moves/Gece Planı; Karl Lagerfeld, Tom Ford, Donatella Versace’nin arz-ı endam ettikleri, Fransız Vogue dergisinin eski editörü Carine Roitfeld’in hayatını anlatan Mademoiselle C/Matmazel C; aynı zamanda ünlü bir modacı olan Agnès B.’nin bir çocukluk travmasının çetin ve sinemasal olarak çok yönlü hikâyesini anlattığı filmi My Name is Hmmm…/Benim Adım Hmmm…; 2007’de çektiği Amal’la yakın takibe aldığımız Hindistan asıllı Kanadalı yönetmen Richie Mehta’nın çalışmaya gönderdikleri çocukları Siddharth’ı kaybeden bir ailenin yürek burkucu hikâyesini konu alan Siddharth; Sundance’te oyuncu performanslarına Jüri Özel Ödülü getiren ve yılın en parlayan bağımsızlarından The Spectacular Now/Şu An Muhteşem; Irvine Welsh’in aynı adlı romanından uyarlanan, James McAvoy’u psikopat, seks düşkünü, alkolik ve uyuşturucu bağımlısı bir polis olarak izleyeceğimiz Filth/Pislik ve sıkı sinefillerin ilk uzunu Abel’den beri takip ettikleri Hollandalı usta Alex van Warmerdam'ın izleyen herkesi şaşkınlığa sürükleyen son yapıtı Borgman/Bela, “Galalar” bölümü filmlerinden sadece birkaçı.


Yılın merakla beklenen filmlerinden Nymphomaniac, Dallas Buyers Club, The Double, Under the Skin, Is the Man Who Is Tall Happy?: An Animated Conversation with Noam Chomsky, The Wind Rises ve The Grandmaster da Türkiye galasını yapacak filmler arasında... 

Lars von Trier, her zamanki gibi provokatif bir işe soyunduğu Nymphomaniac/İtiraf’ta, seks bağımlısı bir kadının çocukluğundan yetişkinliğe, hayatının farklı dönemlerini anlatıyor. Trier’in ürkünç ve büyüleyici dört saatlik bu epik filmi, Charlotte Gainsbourg, Stellan Skarsgård, Stacy Martin, Shia LaBeouf, Christian Slater, Uma Thurman, Willem Dafoe, Udo Kier gibi bir arada görmesi hayal olabilecek bir kadroyu buluşturuyor ve kuşkusuz yılın sinema olayı oluyor.

Başta C.R.A.Z.Y./Çılgın olmak üzere Young Victoria/Genç Victoria, Café de Flore/Ruh Eşim gibi filmleriyle kendi takipçilerini yaratan Jean-Marc Vallée’nin Oscar’larda 6 dalda aday son filmi Dallas Buyers Club/ Sınırsızlar Kulübü; sarsıcı hikâyesi kadar Matthew McConaughey ve Jared Leto’nun Altın Küreli oyunculuklarıyla da yılın en merak uyandıran projelerinden... 

2010’da gönlümüzü çeldiği bağımsızı Submarine’den beri sesi soluğu çıkmayan ve ne yapacağını heyecanla beklediğimiz Richard Ayoade’nin ikinci filmi The Double/Öteki ise (2013) kendisiyle tıpatıp benzerlik gösteren ‘öteki’ kendisiyle tanışan bir adamın deliliğe doğru giden hayatını anlatıyor. Dostoyevski’nin yazdığı dönem ağır eleştirilere maruz kalmış, ama zamanla bir başyapıta dönüşmüş aynı adlı romanından uyarlanan film, Jesse Eisenberg ve Mia Wasikowska’nın uyumuyla da göz dolduruyor. 

Chungking Express, In the Mood for Love/Aşk Zamanı, 2046, My Blueberry Nights/Benim Aşk Pastam filmlerinin usta yönetmeni Wong Kar-Wai’nin son filmi The Grandmaster/Büyük Usta’sı ise, 1930’larda geçiyor ve Bruce Lee'nin de hocası olan dövüş sanatları ustası Ip Man’ın hayatına odaklanıyor. Uzakdoğu festivallerinde ödüllere boğulan ve her Wong Kar-Wai filminde olduğu gibi tasarımı ve görselliğiyle büyüleyen film, yönetmenin fetiş oyuncusu Tony Leung ile Ziyi Zhang’ı buluşturuyor.

10 Şubat 2014

2013'ün En İyi 25 Filmi


Belgeseller dahil değildir. Dahil olmamasının sebepleri hem kurmaca film ile belgeseller arasında objektif bir kıyaslama yapamayacağımı düşünmem hem de Oscar adayı ya da aday adayı belgeseller dışında da yılın belgesellerinin en azından bir kısmını izlemem gerektiğini düşünmem. Bunu da yapmadım. İkinci sebep aynı zamanda kısa filmler için de geçerlidir. O yüzden sıralama yaparken kısa filmleri de dahil etmedim. Animasyonlar dahil fakat ilk 25'e giren bir animasyon yok :)

Bertu Yılmaz'a göre 2013'ün en iyi 25 filmi

1- La Grande Bellezza
2- Jagten
3- Her
4- The Wolf of Wall Street
5- Gravity
6- Dupa Dealuri
7- Blue is the Warmest Color
8- Post Tenebras Lux
9- Jin
10- The Hobbit: The Desolation of Smaug
11- The Broken Circle Breakdown
12- Nebraska
13- Dans La Maison
14- Blue Jasmine
15- Inside Llewyn Davis
16- Frances Ha
17- Ulrich Seidl's Paradise Trilogy: Love, Faith, Hope
18- 12 Years a Slave
19- Child's Pose
20- August: Osage County
21- Le Passe
22- This is the End
23- Before Midnight
24- Gloria
25- Pasific Rim

5 Şubat 2014

Her


Her (Aşk) filmi, kabaca teknoloji bağımlılığı ile aşkı özdeşleştirerek kurulan insan yaşamlarını ve ilişkilerini geleceğin dünyasında inceliyor. Bu bağımlılık o kadar olumlanabilinir şekilde incelenmiş ki bu da artık Terminator’den beri gelen tekinsiz teknolojinin, insanoğlunu ele geçirme korkusu kalmamış hatta gönüllü olarak esaret söz konusu. Her, yani Aşk burada fiziksel bir insana duyulan bir duygu değil, aşkın makinaya gönüllü bir bağımlılık kurmasını da ele alıyor.
Burç Karabulut yazdı

Terminatör’deki robotlardan kaçarken “Aşk”daki işletimcilere yakalandık

Aşk duygusunun teknoloji tarafından bizim sanımıza göre üretilebilir bir nesne olması (bu aynı zamanda kapitalist düzenin de temellerine oturduğu aşk adı altında markalarına ya da ürünlerine bağımlılık yaratma çabası olarak algılanabilir) ile ‘Aşk’ın da evlere bir işlemci formunda girmesini sağlıyor. Hemen şu soru akıllara gelebilir? Mutlu olunuyorsa aşkın alınabilir veya satılabilir bir şey olmasının sakıncası ne? Sakıncası şurada Terminator ile başlayan tekinsiz robotların dünyamızı dolayısıyla bizi alt etme serüvenini olumlama sürecinde görüyoruz.

Mesela Theodore yaşadığı kötü bir evlilikten sonra bunalıma girmiş durumdadır. Kendini hayata bağlayacak bir şeyler aramaktadır. Bu bir şeyler onu mutlu etmeli ve hayatını yaşamaya değerli olmak zorundadır. İşte o an bir kadın işlemci almaya karar verir. Fiziksel formu olmayan bir ilişkinin de tohumları atılır. İnsan formunu zaten yitirmiş olan aşk, bir duygu olarak Theodore’ın emrine verilir. Samantha işte Theodore’ın hissetme ihtiyacı duyduğu o nesne yani ‘Aşk’tır. Theodore bu ‘Aşk’a kapılıp günlerce kendini oyalaya dursun eski eşi ile karşılaşması yüzüne bir tokat olarak geri dönecek bir aydınlanmayı da getirir. Yaşadığı Aşk ya da duygu bir şeyden ibarettir. Bir kapitalist üretim ile birliktedir. Asıl uyanış burada olmayacaktır. Samantha onu her gün derinden etkilemektedir.


Gönüllü kölelik…

Terminator filmine bir an geri dönelim. Gelecekten gelen bir robot insanlığın son umudu olan John Connor’ı öldürüp insan ırkını sonsuza kadar yok etmeyi amaçlamaktadır. Terminator yani yok edici her anında bize tekinsiz bir gelecekten söz etmektedir. Makineler dünyayı ele geçirecektir. İnsanlar köleleştirelecektir. T-800 formunda olan bu makine her nesnenin şeklini alabilmektedir. Yani formsuz, kimliksiz bir makineden söz edilmektedir. Açıkçası ‘Aşk’ da farklı değil.

Theodore yaşadığı kötü evlilik sonrası yani ‘Aşk’ acısını bir makineye bağlanarak kapatma derdindedir. Gelecek ne şanslıdır ki ona bir çözüm sunar. Tek taraflı olan bir duygu (kapitalist, yani nesneye bağlı) üretimi geliştirilmiştir. Bu duygu üretimi aynı zamanda satın aldığı bilgisayardır. Sadece üretimi gereği müşterisini memnun etmek derdindedir. Hayatı kolaylaştıran bu makineye, kendi bırakıverir Theodore. Kuşkusuz mutludur. Siber bir şekilde sadece sese dayanan bir birleşim bile söz konusu olmuştur. Tüm benliğini, varlığını Samantha’ya teslim etmiş olan Theodore, bağımlı olduğu teknoloji (Samantha) Terminator’deki yok edici felsefesiyle aynıdır. Formsuz ve kimliksiz bir makine tabii cinsi belli. Makineler gelecekte bizi ele geçirecek. Sadece hayatımızı kolaylaştırmakla kalmayacak aynı zamanda hayatımızı yönetecek hale gelecektir ve biz o makinelerin gönüllü kölesi olacağız. John Connor mutlaka burada isyan bayrağını çekerdi.

Taşıyıcı vücutlar… 

Kapitalist dünyanın bize sattığı o muhteşem aşk üretiminin bugünlerde harika mutluluğa belki de mutlu sona dönüşmesi artık kaçınılmaz. Dedim ya sonumuz geldi. İnsanoğlu, yıllar önce kaçmaya çalıştığı o teknolojik robotların seve seve esiri oluverdi. İşletimciyle fiziksel olarak birlikte olmak için kullanılan ”taşıyıcı vücut” extrem bir örnek olsa da çok uzakta bir örnek de değil. Sevimli bir body horror örneği olarak okunabilir. Tanıdık bir sesle, tekinsiz bir vücudu dublaj yapan bir makine sevgili ancak kapitalizmin üretilebileceği bir hediye oluyor.

3 Şubat 2014

Eyvah Eyvah 3


3. filmin hikâyesi yeniden Hüseyin Badem ve Firuzan’ın yaşayacakları Geyikli macerasına odaklı. Hüseyin talihsiz bir olaydan ötürü ekmek teknesini kaybedip (klarnetini), Firuzan da ani bir hayal kırıklığı yaşayınca yine kendilerini ''Hacı hacıyı mekkede, Firuzan Hüseyin'i Geyikli'de” hesabı önceki filmlerinden de alışık olduğumuz şekilde kriminal bir kaçırma olayında buluyorlar. Tabi bu kovalamaca dolu komedide ikilimizin grubuna aşırı hassas ve tepkili Mercedes ( Serra Yılmaz), üçkâğıtçı organizatör Halit (Cengiz Bozkurt) ve illegal kasap (Beyti Engin) eklenince önceki filmde bıraktığımız kahkaha da aynı dozda, devam etmiş oluyor. Tabi Hüseyin ve saz arkadaşlarından oluşan resitalde bu komediyi pekiştiriyor. Üstelik önceki filmlerine göre bu resital filmin yarısına serpiştirilmiş şekilde…
Furkan Erkan yazdı

BKM'nin Yılmaz Erdoğan kadrolu, sosyokültürel hicivli komedileri son yıllara baktığımızda yerini müzikal komedi formatlı Yeşilçam tadı veren ve genel olarak Erdoğan'ın mutfağından yetişmiş olan oyuncuların yer aldığı filmlere bırakmış durumda. Eyvah Eyvah da bu ekolün ilklerinden aslında. İlk filmiyle yeni bir tarz yaratmayı başarmıştı. Fazlasıyla samimi, mümkün olduğunca küfüre sırtını dayamayan, müzikal komedi filmiydi. Tabi çok sevilince devam filmlerinin çekilmesini mecburi kılıyor. Ama maalesef aynı ekolü aynı şekilde, aynı mizah oranında bütün serilerindeki senaryolara yayılınca bir anlamda kabak tadı verdiğini söylemek lazım. Tabi bu genel izleyiciye bakıldığı zaman o kadar kötü sayılmaz. Sonuçta kendini tekrar da etse insanları samimi ve keyifli bir şekilde güldürebiliyor.

Ama bu filmin farklılıkları da var elbet. 3. filmde durum komedilerinin olduğu yanlış anlaşılmalar, mimik şakaları, bazısı laf oyunlarıyla bazısı da çok aşırıya kaçmadan belden aşağı vurmak suretiyle ince espriler de mevcut.


Ekstra olarak filmde unutulmayacak ve kimi yerlerde rahatsız edici sahneler var. Başta Serra Yılmaz'ın oynadığı Mercedes'in dağdan aşağı ters takla atmak suretiyle yuvarlandığı sahne, hem alkışlanacak derecede komik hem de Serra Yılmaz için kilosundan dolayı riskli bir sahne olmuş. Zira o sahne tekrar tekrar çekilmiş. Bir başka unutulmaz sahne de bana kalırsa Hüseyin'in klarnetle çocuğunu uyutması, hatta Halit karakterini oynayan Cengiz Bozkurt'un Erdal Bakkal'dan (Leyla ile Mecnun dizisinden) alışık olduğumuz mimikleri bebeği susturmak için yapması diyebiliriz.

Rahatsız edici sahneler ise hayvanlara karşı fazla vurdumduymazlığın, hoyratlığın olduğu sahneler. Evet deveden sucuk yapılması, dinamitle balık avı işin mizahi boyutunda olduğundan pek gözardı etmesek de dışarıda kasabın koyunu keserken, koyunun acı çığlıkları, hayvan etlerini kanlı kanlı kamyona yüklemeleri hem üzücü hem de rahatsız edici. Abartmak da istemiyorum bu durumu ama bir sahnede adam koyunlarının kesildiğine üzülüp ağlarken, Hüseyin'in benim çocuğum gitmiş, sen koyunun derdindesin gibisinden alaylı söylemleri daha da rahatsız edici. Bu açıdan genel izleyiciye de pek uygun değil. Ama yine de filmde hiçbir hayvana zarar verilmediği de gerçek. 

Sonuç olarak Ata Demirer ve Demet Akbağ'ın eğlenceli performanslarıyla başı çektiği, eski kadronun yanına eklenen sevimli karakterleri, bazen sanat dünyasına, bazen politikaya, bazen de durum komedisinden mizah gücünü alan eğlenceli, komik bir aile filmi diyebiliriz. İkinci yarısına doğru zorlama esprileri büyük çoğunlukta toparlasa da film çıkışından yüzünüzü güldürüyor, güldüğünüzle kalıyorsunuz. Son olarak filmin müziklerinden ''Dol Karabakır'' ve ''Çikolata Çikita''nın ''Bu Fasulya Yedi Buçuk Lira'' kadar da tutacağını zannetmem.

Filmin Notu: 5/2.5