13 Eylül 2013

The Village ve The Devil's Backbone


The Village

M. Night Shyamalan’ın büyük tartışmalara sebep olan filmi ‘Köy’, yönetmenin düşüşe geçmeden önce çektiği son başyapıttı. Seyircisini, 19. Yüzyılda, küçük bir köye ve onların korku dolu yaşantısına ortak eden Shyamalan, yine tüm hikayeyi akıllardan çıkmayacak bir sürpriz finalle bağlayarak, şok etmesini bilmişti. Tartışmaların odak noktasında da bu sürpriz final sonrasında hikayenin ütopik bir hal alışı ve ideolojisi yer alıyordu. Ancak bu daha çok eleştirmenleri ilgilendiren bir durumdu. Seyircinin derdi ise korkuyu doyasıya yaşamaktı. Temel sorun filmin klasik bir korku hikayesi olarak pazarlanması ve aslında Shyamalan’ın korkutmaktan çok korkunun kendisi üzerine bir film çekmiş olmasıydı. Sürprizin erken ifşa olması da bir grup seyircinin canını sıkmıştı. Ne var ki, bahsettiğimiz durumlar filmin başarısını gölgeleyemedi. Dönem filmi estetiğini önce korku janrına adapte edip, sonra yerle bir eden ve dramatik hikayesini korku sinemasından aldığı referanslarla, korku janrı üzerinden anlatmayı deneyen Shyamalan, film bittiğinde, seyircinin kurduğu ütopik dünyayı ve filmi düşünmelerini istiyordu. Bu düşünce yapısına rağmen, iyi kotarılmış korku ve gerilim sahneleri ve bilhassa atmosferiyle akılda kalan Köy, son 10 yılın en yaratıcı korku filmlerinden biri olmayı başardı.


The Devil's Backbone

Korku janrına hakim bir isim olan Guillermo Del Toro'nun üçüncü uzun metrajı Şeytanın Belkemiği (The Devil's Backbone), İç savaşın yerle bir ettiği İspanya'da bir yetimhaneye bırakılan 10 yaşındaki Carlos'un gözünden bu ıssız yetimhanede yaşanan olayları anlatılıyor. Cinayete kurban gitmiş bir çocuğun hayaletinin dolaştığını ve hikayenin düğümünün de bu olayla bağlantılı olduğunu belirtelim. Del Toro, hayalet hikayesini, iç savaşta yetim kalmış çocukların dramına destekleyici bir unsur olarak kullanmış. Zira, filmde klasik bir hayalet hikayesi olmasına ve alt türün klişeleri kullanılmasına karşın korku hep ikinci planda tutulmuş. İç savaşın yarattığı karmaşayı filmin her anında hissedebiliyoruz. Gerçekçi ve minimal bir iç savaş portresi çizen yönetmen, korku filmi beklentisiyle yaklaşılmadığı takdirde seyircisini tatmin edebilen, samimi bir filmle baş başa bırakıyor. İç savaş fonunda bir korku hikayesi anlatmasıyla da Pan'ın Labirenti'ni akla getiren fantastik ve korku değişkeni dışında hikayesini birer çocuğun bakış açısıyla anlatmalarıyla da iki film arasındaki benzerlik gözden kaçacak gibi değil doğrusu. Sonuç olarak; görselliği ve iyi oyunculuklarıyla da akılda kalan başarılı bir korku/dram olduğunu söyleyebiliriz.