Nicelik bakımından hareketli bir yıl geçirdiğini söyleyebileceğimiz Epik sinema, 2014’ün ilk yarısında 300 Spartalı’nın devam filmi, 300: Bir İmparatorluğun Yükselişi, Herkül: Efsane Başlıyor, Nuh: Büyük Tufan ve Haziran’da vizyona girecek Pompeii ile canlanma eğilimini sürdürüyor. Ancak bunda ne kadar başarılı olacak? İşte bu sorunun cevabını üretilen filmlerin nitelikleri verecek. Milattan önce 79 yılında, Vezüv yanardağının şiddetli bir patlamayla Pompeii şehrini yok ettiği büyük felaket, film ve dizilere konu olmuş ama uzun yıllardır sinemadan uzak kalan olay, tıpkı Nuh Tufanı gibi yeni bir uyarlamaya ihtiyaç duyuyordu. İşte yönetmen koltuğuna daha çok Resident Evil serisiyle tanınan Paul W. S. Anderson’un oturduğu Pompeii, bu ihtiyaca karşılık verebilmek amacıyla sinema salonlarındaki yerini alıyor.
Genelevleri ve Arenadaki spor müsabakaları (Gladyatör dövüşleri) ile asil Romalılar için bir zevk şehrine dönüşen Pompeii, bugün trajik sonuyla hatırlanan bir antik kent. Bu trajik olayı odağına alan film, kurgusal bir hikayeyle beslediği felaketi Hollywood gösterişçiliği ve anlatısıyla karşımıza çıkarıyor. Geçmişte yaşanan felaketlerden Nuh Tufanı ve Sodom ve Gomorra dini epiklere açılırken, Pompeii faciası; kasırgalar, depremler ve volkanik patlamalar gibi doğal felaketleri işleyen hikayelerin geçmişte vuku bulan nadide örneklerinden olmasıyla epik sinema içinde ayrıksı bir noktada durmuya devam ediyor. Pompeii, epik filmleri felaket filmleriyle buluştururken James Cameron’un gişe rekortmeni filmi Titanic’in uyguladığı formülü harfiyen uyguluyor. Üst sınıftan bir kadınla alt sınıftan bir erkeği birbirine aşık etmek, kızın kendi sınıfından nişanlısı veya bir seveni-isteyeni olması, iki erkek arasındaki düşmanlık ve tüm bunların kopan felaketle paralel olarak anlatılması, felaketle bir noktaya varması ya da varamaması Pompeii ve Titanic’i birbirine bağlıyor.
Romalılarca katledilen Kelt kavminden sağ kurtulan bir çocuk, intikam duygusuyla büyür. İyi savaşan, güçlü bir erkek olur ama kölelikten kurtulamaz. Gladyatör olarak yükselir ve arenaya çıkartılmak üzere kaderi onu Pompeii’e götürür. Filmin kendi türü içerisindeki konumuna baktığımızda Spartaküs ve Gladyatör’deki (Gladyatör’deki kölelik mevzusu biraz farklıydı) gibi yükselen bir köle hikayesi anlattığını söyleyebiliriz. İşin içine romantizmi de katmasıyla özellikle Kubrick’in Spartaküs’üne yakın durduğunu belirtmemiz gerekiyor Pompeii’in. Köle ayaklanmasıyla da bu benzerlik pekişiyor ama tabi Pompeii'in çıkış noktası felaket olduğu için pek benzerine rastlamadığımız bir epik filme dönüşüğünü görüyoruz.
Filmin genel seyrine baktığımızda; intikam, aşk, yaşam savaşı ve felaketi klasik bir anlatıyla sunması, klişelerden fazlasıyla medet ummasıyla fazla başarılı olamadığını ve fakat volkanik patlamanın yarattığı kaosu yansıtma, olayın kendisini görsel efektlerden çokça faydalanarak görselleştirme anlamında da hakkını vererek beyazperdeye taşıdığını söyleyelim. Oyuncu seçimlerinin Game of Thrones’tan tanığımız Kit Harington dışında türle uyumsuz olduğunu ve bunun da filmi olumsuz etkilediğini görüyoruz. Gerçek bir olayın kurgusal bir hikayeyle beslenirken, bunun baştan aşağı klişelerle yapılması sonunu zaten bildiğimiz hikayenin sadece aşk galip gelecek mi sorusuyla merak unsurunu ayakta tutmaya çalışması seyircinin epik film beklentisiyle örtüşmüyor maalesef.
Son söz: Yönetmenin yeteneklerinin sınırlı olması ve epik film tecrübesizliği Pompeii'i vasat bir film olmaktan kurtaramamış 5.5\10