Bilimkurgu sineması, kötücül gelecek senaryolarını bugünümüze bakarak üretir ve bunu yaparken hiç zorlanmaz. Bazen yapay zeka, bazen nükleer silahlar, bazen salgınlar, bazen de doğal felaketler olası bir kıyametin fitilini ateşler ama çoğunda kendi sonumuzu hazırlayacağımız vurgulanarak eleştirel bir tutum sergilenir. Felaket ve kıyamet senaryoları insanlık için bir tür uyarı niteliği de taşır. Yazımızın konusu Snowpiercer da onlardan biri… İklim şartlarında belirgin değişiklikler olduğunda hararetli tartışmalara sebep olan Küresel Isınma, insanoğlunun geleceği için ciddi bir tehdit oluşturuyor ve Kyoto Protokolü gibi sera gazlarını azaltıcı bir takım önlemler alınmaya çalışılıyor. Snowpiercer’da da Küresel Isınma’ya çare olarak üretilen CW7 adlı yapay soğutucu özelliği olan bir gazın salınmasıyla buz topuna dönüşen dünyamızda hayatta kalmayı başaran bir grup insanın hikayesi konu ediliyor.
Snowpiercer’ın dünyası
Küresel Isınma’ya önlem alınmaya çalışılırken, insanoğlunun yok olmanın eşiğine geldiği, sağ kalanların ise sürekli hareket halinde kalmak zorunda olan üstün teknoloji eseri bir trenin içine hapsolduğu tarihten 17 yıl sonrasına, yani 2031 yılına atlıyoruz. Bilinen dünyanın unutulmaya yüz tuttuğu yeni bir buzul çağındayız. Minyatür bir dünya olduğunu söyleyebileceğimiz tren, yaşam döngüsünü sağlayabilecek bir ekosistemi de olan yaşayan bir organizma. Belli bir yörüngeyi takip etmesi gibi dış etkenlerin yanı sıra toplumsal düzen açısından da dünyamıza ayna tutuyor. Kompartımanlar aracılığıyla toplumun sınıflara ayrılması, adaletsizlik, eşitsizlik ve totaliter bir yönetim anlayışı gibi etkenlerin isyan ve devrimi zorunlu kılmasıyla, kuyruktan lokomotife zorlu bir yolculuk da başlamış oluyor.
Toplumsal devrimin getir(eme)dikleri!
Dünyamıza ve geçmişimize ait değerlerin silinip gittiği bir gelecekte olsak da insan yine aynı insan. Hayatta kalma içgüdüsü gibi değişmeyen bir şey varsa, o da temeli insanlığın ilk dönemlerine kadar uzanan birlikte yaşamanın getirdiği düzendir. Toplumsal yaşamın kuralları gücü elinde bulunduranın istediği biçimde mi şekillenmelidir yoksa uygar dünyada kanunlarla mı sağlanmalıdır? Trenin mucidi Nuh’u andırırcasına insanlığı tufandan -kıyametten- kurtaran Wilford’a göre ilki geçerli. Hayatta kalanlar için bir tür tanrı konumunda olan yeni dünyanın kurucusu Wilford, bir diktatör. Onun dünyasında eşitliğe ve adalete yer yok. Sınıflara ayrılmış halk, bu çarpık düzeni er ya da geç yıkmak için harekete geçecektir. İşte Snowpiercer’ın temelinde de “toplumsal devrim” yatıyor. En alt tabakadan, en tepeye doğru gelişen bir devrim… Güney Koreli yönetmen Joon-ho Bong, bu devrim meselesiyle yönetenler ile yönetilenler arasında ezelden beri süregelen çirkin iktidar oyununa eleştiri oklarını saplamaktan geri durmuyor.
Post apokaliptik dünyada umut ışığı
Genel olarak bakarsak Snowpiercer’ın bu alt türe yeni fikirler aşılasa da yenilik getirme anlamında çok da başarılı olduğunu söyleyemeyiz. Filmin esin kaynakların başında ise Logan’s Run’ı görmek mümkün. Post apokaliptik dünyaları çok farklı olsa da, insanoğlunun kendine yeni, küçük bir dünya yaratması ve yeni kurallarla bilinen dünyayı unutturması ile paralellik kurabiliyoruz. İnsanoğlunun kendisini eski dünyadan tecrit etmesi, bir karakterin bu düzeni yıkma girişimi (devrim) ve umuda yelken açmasıyla Logan’s Run, Snowpiercer’ın elinden yenilik yapma fırsatını alıyor. Bu iki film umut dolu finalleriyle alt tür içinde ayrıksı bir noktada durmayı başarıyorlar.
Snowpiercer’ın asıl başarısı ise kıyamet sonrası için tasarladığı dünyada yatıyor. Özellikle de insanlığa dair söyledikleriyle dikkat çekiyor. Yakın dönemden The Day After Tomorrow’un yeni bir buzul çağ öngörüsünü, felaket filmi 2012’nin gemiye binenler kurtulur düşüncesiyle harmanlayıp, George Orwell’ın 1984’ünün totaliter geleceğinin bir benzerini Snowpiercer’ın post apokaliptik dünyasına adapte ediyor Joon-ho Bong. 1984’ün “geçmişi kontrol eden, geleceği de kontrol eder” söylemi de Snowpiercer’da “Lokomotifi kontrol edersek, dünyayı kontrol ederiz” biçiminde karşımıza çıkıyor.
Son söz: Türü sevenlerin vakit kaybetmeden görmeleri gereken bir bilimkurgu... 8.5