17 Ocak 2025

Akira Kurosawa Biyografik Filmi Nasıl Olmalı


Japonya’nın dünya sinemasına en büyük armağanı olan usta sinemacı Akira Kurosawa; eğer yönetmenlerin hayatlarının beyazperdeye aktarılmasından bahsediyorsak, adını ilk anmamız gereken isimlerin başında geliyor. Şimdi zorluklarla geçen hayatını, uzun ve bir o kadar başarılı kariyerini göz önünde tutarak, “bir Akira Kurosawa biyografisi nasıl olmalı?” sorusuna cevap arayacağız.

Kurbağa Yağı Satıcısı

Akira Kurosawa’nın 70 yaşında kaleme aldığı otobiyografik eseri Kurbağa Yağı Satıcısı, yönetmenin çocukluğu, aile bireyleriyle ilişkileri, özel yaşamı, çektiği sıkıntılar ve kariyeriyle ilgili o kadar çok bilgi veriyor ki, filminizi doğrudan bu otobiyografik kitaptan uyarlayabilirsiniz. Ya da Kurbağa Yağı Satıcısı’nı her zaman başvurabileceğiniz bir yardımcı kaynak olarak kullanabilirsiniz. Uyarlamaya giriştiğiniz takdirde yapacağınız en mantıklı şey, filminizi Kurosawa’nın kitabını yazarken açmak olacaktır. Kurosawa yazar, biz de ilk anısından başlayarak hayat hikayesini izlemeye başlarız. Aralıklarla başlangıç noktamıza döner, yönetmenin hangi ruh hali içinde olduğunu görürüz. Onu, bu otobiyografiyi yazmaya iten neydi? Bu soruya kendi ağzından dökülen sözcüklerle cevap vermek gerekir: “İnsanlar benim kim olduğumu öğrenmek istiyorlarsa, onlar için bir şeyler yazmak benim görevim olmalıydı.” Kitapta çocukluk döneminden, hatırlamaya ve anlatmaya değer gördüğü her detayı yazan yönetmenin babası ve abisiyle olan ilişkisine daha fazla değindiğini ve her ikisinin de kariyeri üzerinde etkili olduğunu anlıyoruz. Kitap, olası bir biyografi için gerçekten tam bir hazine değerinde. Dolayısıyla özenli bir uyarlamayla filmi izlerken sanki yönetmenin kendi hayatını kendi anlattığı izlenimine kapılmak işten bile değil.

Akira Kurosawa ve sinema yolculuğu

Kurosawa, çocukluk döneminde sinemaya olan ilgisinin, yönetmen olmasıyla alakasının olmadığını söylüyor. Zaten çocukluk ve ilk gençlik yıllarında daha çok komedi sevdiğini belirtiyor. Sıkıntılarla boğuştuğu bir dönemde anlaşılır bir durum elbette. Buradan varacağımız nokta sinemasını şekillendiren birebir yaşadıkları olduğudur. Filminizde Kurosawa’nın yönetmenliğe başlama hikayesine yer verilmeli. Genç Kurosawa’nın, bir film stüdyosunun yönetmen yardımcıları aranıyor başlıklı gazete ilanına başvurmasına, bir hayli ilginç mülakat sürecine ve bununla birlikte ressam oluşunun yönetmenlikte kendisine ne gibi avantajlar sağladığına değinilebilir. Kurosawa’nın yönetmenlikle ilgili düşüncelerinden birkaçına otobiyografisini yazarken, kendi ağzından duysak hiç fena olmazdı:

Yönetmenin ilk çalışmaları çok da önemli olmadığından, kendisine uluslararası başarı getiren ve adını dünyaya duyuran Rashomon’a ayrı bir parantez açılabilir. Özellikle de kariyerinde altın yıllarını yaşadığı 50’li yıllar üzerinde durulabilir. Seven Samurai, Ikiru, The Hidden Fortress ve Throne of Blood gibi filmlerinin çekim süreçlerinde neler yaşadığı, kazandığı ödüllerin nasıl bir motivasyon sağladığını bir Kurosawa hayranı olarak şahsen ben filmde görmek isterdim. Yönetmenin William Shakespeare hayranlığına Ran üzerinden bakılabilir. Hatta genel olarak yaptığı uyarlamaları düşünürsek edebiyat ile ilişkisi mercek altına alınabilir diye düşünüyorum. Son olarak, 2. Dünya Savaşı’nın, sineması üzerindeki etkilerinin atlanmaması gereken detaylardan biri olduğunu söyleyeyim.

Akira Kurosawa biyografisi; daha önce bahsettiğimiz gibi Kurosawa’nın Kurbağa Yağı Satıcısı’nı yazdığı noktadan başlayacaksa, filmde şimdiki zaman 1970 olmak zorunda. Bu da sizi biraz sınırlayacaktır. Yönetmenin o tarihten sonra çektiği Dersu Uzala, Kagemusha, Ran gibi başyapıtlarının adını dahi telaffuz edemezsiniz. Ülkesinde batıcı olmakla suçlanan ve çoğunlukla filmlerini maddi sıkıntılar içinde çekmek durumunda kalan Kurosawa Hollywood’a yöneldi. Tora Tora Tora adlı savaş filminin yönetmen koltuğuna oturdu ancak çeşitli anlaşmazlıklar sebebiyle filmin başka bir yönetmene teslim edilmesiyle üzüntü içinde ülkesine döndü ve ilk renkli filmi Dodes’kaden’ı çekti. Ne var ki film hiç beğenilmedi. Bu durumun yönetmeni intiharın eşiğine getirdiği söylenir. Kurosawa oldukça duygusal, hassas bir insandı. Yönettiği bir filmin başarısız olmasının onu intihara sürüklemesin altında tam olarak ne yatıyordu bilemiyorum ama sinema sevgisi ve bir daha film çekememe kaygısı olduğunu varsayabiliriz. Sonuçta “Beni alın, sinemayı çıkarın, sonuç sıfır olacaktır.” diyebilen bir insandan söz ediyoruz.

Kim yönetir?

Sinema tarihinin büyük ustalarından Akira Kurosawa’yı anlatan bir filmin mutlaka çekilmesi ve projeyi de mutlaka kendi milletinden bir yönetmenin hayata geçirmesi gerektiği kanısındayım. Bilhassa da Kurosawa filmleriyle büyümüş bir yeni nesil Japon yönetmenlerden biri olmalı. Alacakaranlık Samurayı gibi başarılı samuray filmlerine imza atan Yoji Yamada olabilir. Kurosawa’dan etkilenen isimlerden biri olduğunu anlamak güç değil. Aklıma gelen bir diğer yönetmen ise Hirokazu Koreeda. Son 10 yıl içinde Bitmeyen Yürüyüş, Benim Babam Benim Oğlum gibi akılda kalan dramalar çekti. İsabetli bir seçim olacaktır. Pek tarzı olmasa da Takeshi Kitano da düşünebilir. Bebekler ve Zatoichi gibi filmleri neden olmasın diye düşünmemi sağladı diyebilirim.