Hikayemiz, Briony adlı henüz on üçünde bir geç kızın, ablası Cecilia ile hizmetçilerinin oğlu Robert'ın bir anda alevlenen ilişkilerine tanık olup, tamamen yanlış yorumlaması sonrasında Robert'ın hayatını mahvetmesi ve kendini affettirme çabası üzerine diyebiliriz.
Romana sadık bir uyarlama
Joe Wright'ı, Gurur ve Önyargı ve Anna Karenina gibi klasik eserlerin başarılı uyarlamalarıyla biliyoruz. Atonement ise modern bir roman. Yine de bir dönem hikayesi olmasıyla, diğer uyarlamalarından çok da ayrı tutamayız. Wright'ın Atonement'ı sinemaya adapte ederken verdiği en önemli karar, esere tamamen sadık kalan bir uyarlamaya imza atmak istemesi. Wright, yazar McEwan'ın hikaye kurgusunu birebir takip ediyor. Eser Briony'nin kefaretini anlatırken, ikincil olarak da onun yazarlığı üzerine bir hikayedir. McEwan yazarlıkla ilgili bir roman yazmış, hatta hikayenin sonlarına doğru bunun bir üstkurmaca olduğunu anlıyoruz. Okuduklarımız Briony'nin otobiyografik kitabıdır. Uyarlamalarda yönetmenler bu yapıyı genelde bozar. Wright'ın sadakati ilginç bir şekilde kısmen de olsa bu üstkurmaca anlatısını da kapsıyor. Diğer bir husus ise senarist Christopher Hampton'un McEwan'ın kalemine güvenerek, bazı diyalogları kelimesi kelimesine senaryoda kullanması. Bunu da uyarlamanın artılarından biri olarak sayabiliriz.
Uyarlamanın zorlukları
Roman üç kısımdan oluşuyor. Hikayenin en can alıcı noktaları, kitabın yarısına tekabül eden birinci kısımda vuku buluyor. McEwan, birinci kısımda hikayeyi oldukça ağır anlatmayı tercih ediyor. Ana karakterleri tanıdığımız, aralarındaki ilişkiye tanık olduğumuz bu bölüm, karakterlerimizin iç monologları üzerinden ilerliyor ve ivme kazanıyor. Filmde bu birinci kısmı izlediğimiz elli dakikalık dilimde, her şeyin şaşırtıcı bir hızda gerçekleştiğini görüyoruz. Öyle ki, neredeyse birinci kısmın özetini izlediğimiz hissine kapılıyoruz. Uyarlamalarda romandaki detaylar kaybolur. Bu kaçınılmazdır. Atonement uyarlamasında, Wright'ın esere sadakatine rağmen mühim kayıplar söz konusu. Mesela ana karakterimiz Briony'nin, Robert ile Cecilia arasında yaşananları gördüğünde, neden öyle yorumladığını anlatmada film yetersiz kalıyor. Çünkü filmde Briony'nin yetişkinlerin dünyası hakkındaki düşüncelerini duyamıyor ve onun dünyayı nasıl algıladığını bilemiyoruz. Roman, ikinci ve üçüncü kısımda daha hızlı akıyor. Bir dengesizlik söz konusu. Adaptasyonu zorlaştıracak hususlardan bir diğeri de bu aslında. Ne var ki, filmsel anlatı gereği her şey zaten hızlı aktığı için filmde bu dengesizliği göremiyoruz.
Joe Wright faktörü
Wright, Briony'nin Robert ile Cecilia'yı görüp yanlış yorumladığı iki sahneyi, öncelikle Briony'nin bakış açısından izletiyor. Sonra Robert ile Cecilia'nın o noktaya nasıl geldiklerini ve olay anını gerçekte olduğu gibi görüyoruz. Romanı okumayanlar için bu anlatım tekniği bence bir artıya dönüşüyor. Anlatımı zenginleştiriyor. Romanın kendine has bir duygusu var. Adaptasyondaki kayıplar bu duygunun kaybolmasına sebep olsa da, Wright'ın yönetmenlik becerisiyle filmin kendi duygusunu bulabildiğini düşünüyorum. Romanın en başarılı bölümü uzun, o ağır anlatımlı birinci kısım. İkinci ve üçüncü kısımda Robert'ın II. Dünya Savaşı'nda yaşadıkları, Cecilia ve Briony'nin ise hemşirelik günleri anlatılıyor daha çok. Hikaye gücünü, bu üç karakterin ilişkileri ve yaşadıklarından alıyor. Savaş esnasında yaşadıklarının uzun uzadıya anlatılması, romanın en büyük zafiyeti bana göre. Wright bunun önüne geçebilmiş. Dolayısıyla romanın zafiyeti filmin zafiyetine dönüşmemiş. Wright'ın bir başka başarısı da dönemin ruhunu yakalayabilmesi. Cast başarısı, mekanların aslına uygunluğu, sanat yönetimi ve genel olarak yapımdaki özen filmin her anında hissediliyor. Altın Küre ve Bafta başta olmak üzere filmin kazandığı ödüller, seyirci ve eleştirmenlerin beğenisi, Atonement'in uyarlama olarak iyi, romandan bağımsız baktığımızda daha da iyi bir film olduğu sonucunu çıkarıyor.