Alexandre Dumas'ın sinemaya ve Tv'ye birçok kez uyarlanan klasiği The Count of Monte Cristo, roman dediğimiz türün en önemli örneklerinden biri. Eser, geçtiğimiz yıl ana vatanı Fransa'da iddialı bir uyarlamaya daha kavuşmuş ve genel olarak iyi tepkiler almıştı. Bu yazıda 2024 Fransız yapımının yanı sıra 2002 Amerikan yapımı The Count of Monte Cristo'yu birlikte değerlendireceğim.
The Count of Monte Cristo (2024)
Sefiller ve Monte Cristo Kontu gibi 1500 sayfalık klasiklerin sinemaya hakkıyla uyarlanması pek olası değil. Her uyarlamada detaylar kaybolacaktır şüphesiz ama eserin özünü yakalayıp beyazperdeye yansıtabilmek filmin başarısında hayati öneme sahip diyebiliriz. 2024 yapımı Monte Cristo Kontu, üç saatlik süresi ve özenli prodüksiyonuyla ilk bakışta umut vadediyor. Romanı okumamış olanlar için tatmin edici bir sinema deneyimi sunduğunu bile söyleyebiliriz aslında. Filme bir uyarlama olarak baktığımızda ise defoları gözümüze batıyor. Yönetmenlerimiz Alexandre La Patalliere ile Matthieu Delaporte, sadık ve kapsamlı bir uyarlama yapmak için yola çıkmışlar bunu anlıyoruz. Filmin üç saatlik süresi de bunu destekler nitelikte. Ancak bu sürenin sadık bir uyarlama için yeterli olmayacağının yönetmenlerimiz de farkında. Film boyunca gördüğümüz 'kısa yollar', bu farkındalığın bir sonucu. Örneklerle açalım: Edmond Dantes'e komplo kurma fikri, çalıştığı geminin muhasebecisi Danglars'tan çıkmıştır. Geminin kaptanı öldüğünde, Edmond Dantes kaptanlığa terfi eder. Armatörün bu beklenmeyen tercihi ihtiraslı Danglars'ı harekete geçirir. Filme baktığımızda Danglars'ı bizzat geminin kaptanı olarak görüyoruz ve gemide yaşanan bir olay ile iki karakter arasında kısa yoldan bir düşmanlık yaratılmış oluyor. Diğer bir örnek ise varlığından sadece Başrahip Faria'nın haberinin olduğu hazinenin kaynağının filmde Tapınak Şövalyelerine bağlanmış olması. Bu gibi akılcı kısa yollarla atlanamayacak önemdeki olaylar kısıtlı sürenin kurbanı olmadan verilmiş oluyor.
Romanın uyarlamasındaki kusurlara gelelim. Edmond'un sorgulamaları bitip hapishane yolculuğu başladığında, dört yıllık bir zaman atlaması yapılıyor. Seyirci Edmond'un mahpusluğunun ilk zamanlarını, yakarışlarını, delirmenin eşiğine gelişini, kısaca çektiği acıları deneyimleyemiyor. Alexandre Dumas'ın özenle yarattığı Başrahip Faria karakteri, filmde bir o kadar özensiz çizilmiş. Edmond'un hapisteki akıl hocası olan Faria, Dumas'ın ona atfettiği tüm üstün niteliklerinden arındırılmış. Hatta başrahipliği dahi elinden alınmış. Bu basitleştirmenin affedilir bir yanı yok açıkçası. Zira, Edmond'u hayatta tutmanın, onun kaçışını sağlamasının çok ötesinde bir rolü olduğunu biliyoruz. Bildiği dilleri ve tüm bilgi birikimini Edmond'a aktaran Faria, onun kont rolüne bürünebilmesinin de yolunu açmıştır. Sonuçta 19 yaşında hapise giren bir gencin sofistike bir intikam alabilmesi için donanımlı olması gerekir. Söz hapisten açılmışken, mekan tasarımı bakımından da en azından hapishane ayağının çok yetersiz kaldığını söyleyebilirim. Yönetmenlerimiz, aslında eserin en unutulmaz kısımlarına gerekli ehemmiyeti vermediklerini görüyoruz. Filmin hapishane bölümü sadece 20 dakika sürüyor, buradan da anlaşılabilir.
2024 yapımı Monte Cristo Kontu'nda, Edmond Dantes'in nasıl olup da Monte Cristo Kontu olduğuna dair hiçbir fikir edinemiyoruz. Filmin en büyük kusuru bana kalırsa bu. Yönetmenlerimizin ilk bir saatlik dilimdeki tercihlerinin bir sonucu bu elbette. Daha çok Edmond'un alacağı intikamla ilgilenmişler. İntikam alacağı karakterlere yeterince süre veriliyor ama buna karşın karakter gelişiminde sınıfta kaldığını düşünüyorum. Toparlarsak, yönetmenlerimizin filmin süresini verimli kullanamadıklarını, romana kısmen de olsa sadık kalabilmeye çabalarken, eserin ruhunu yakalayamadıkları düşünüyorum.
The Count of Monte Cristo (2002)