2 Ağustos 2012

The Dark Knight Rises

Christopher Nolan'ın Batman Begins ile başlatığı seri, hikayenin daha önce görselleştirilmemiş noktalarına uzanıyor ve Batman'in nasıl Batman olduğunu çocukluğuna inerek ve sağlam bir temel üzerine oturtarak şekillendiriyordu. İlk film bir kahramanın doğuşunu polisiye şablonuna yaklaşarak anlatıyordu. İkinci film The Dark Knight'a gelindiğinde ise bu yapı filmin omurgası haline geliyordu. Nolan, bir süper kahramanı fantazyadan olabildiğince arındırıp gerçek dünyanın ortasına atıyor ve çizgi roman uyarlamalarına taze bir soluk getiriyordu. Özellikle The Dark Knight'ın yakaladığı büyük başarı Nolan'ın Batman aşısının tuttuğunu gösterdi ve yeni bir filmin daha müjdeleyicisi oldu: The Dark Knight Rises'ın. Nolan'ın Batman macerası sonlanırken biz de yep yeni bir üçlemenin doğuşuna tanıklık ediyoruz.

Sıcağı sıcağına ilk izlenimlerimi paylaşıyorum 
Nolan, üçlemenin her bir ayağında Batman'i ve Gotham şehrini çok daha büyük bir tehlikeyle yüzleştiriyor. The Avengers gibi alabildiğine fantastik çizgi roman uyarlamaları kötülüğü-tehdidi dış dünyadan getirirken Nolan'ın filmlerinde kötülük içerden-ölümlülerden geliyor. Joker-Bane gibi anarşist ruhlu insanlardan. Seriye üçleme mantığıyla başlanmamış olmasına karşın Batman Begins ve The Dark Knight'la kurulan sıkı bağlar son film The Dark Knight Rises'ı bütünün bir parçası konumuna getiriyor. Serinin 1. ve 3. filmleri Rhas Al Ghul bağlantısı ve Gotham'ın toptan bir kaosa sürüklenmesiyle birbirine yakın duruyor. The Dark Knight Rises'da eleştirilebilecek çok fazla detay var ancak bunlar ne 11 Eylül sonrası Amerikan sinemasının teröre bakışı ne de kapitalist sistem göndermeleri. Sorun, senaryo yazımında yapılan hatalardan kaynaklanıyor. Tercihlerde.. Eğer The Dark Knight Rises'ı eleştireceksek filmi ortadan ikiye bölmek bir zorunluluk bana kalırsa.


Endişelenmeyin Spoiler yok

Downfall (ilk yarı)
The Dark Knight'da açılışta yer alan unutulmaz soygun sekansıyla Joker karakteri ve keskin zekasıyla tanışıyorduk. The Dark Knight Rises da benzer bir açılış sekansına sahip. Bane tüm ürkünçlüğüyle arz-ı endam ediyor. Görkemli bir sekansla seyirciyi avucunun içine almak isteyen Nolan sonrasında uzun ve sıkıcı planlarla örülü bir yarım saate maruz bırakıyor bizi. 8 yıl sonrasına gidilmesi ve yeni eklenen karakterler bu süreyi uzatıyor. Dağınık kurgu, tavan yapan beklentilerin ardından dikkatimizin dağılmasına sebep oluyor. Bocalıyoruz işin aslı. İlk yarıda Nolan'dan beklenen "yılın bombası", "yılın balonuna" mı dönüşecek endişesini hissetmedim desem yalan olur. Ayrıntılar ve açıklamalarla doldurulmuş ve her şeyden önemlisi temposuz bir ilk yarı sizi bekliyor. Sonuç olarak film, büyük finale hazırlanırken fazla risk alıyor. İlk yarıyı feda etme pahasına...

Rises (ikinci yarı)
Bane sahneye çıkıyor, Gotham'da anarşi hüküm sürmeye başlıyor. İlk yarı için saydığımız tüm olumsuzluklar bertaraf ediliyor. Nolan'ın kurgusu ve Hans Zimmer'ın müzikleriyle akıl almaz bir tempoya kavuşuyor The Dark Knight Rises. Bir an bile teklemiyor. Bu bölüm görüp görebileceğimiz en ihtişamlı ve en deli dolu polisiye öyküye kucak açıyor. Bane'in göründüğü her an, her sahne ışıl ışıl parlıyor. Nolan, Joker efsanesinden sonra dört dörtlük bir Bane karakteri yaratmış: Kötülüğü, felsefesi ve geçmişiyle.. Film klişelerle dolu ancak Nolan klişeleri de -mantık hatalarını saymazsak- yerinde kullanmış.

Oyuncular
Filmin  ilk yarısında Christian Bale, Bruce Wayne performansıyla sapır sapır dökülüyor. Batman olduğunda sorun yok. Bane ile Tom Hardy -kendi adıma- Joker'in pabucunu dama attı. (Bu Joker'in üzerinde olduğu anlamına gelmesin) Ne zaman konuşsa perdeden taşıyor. Parmak ısırttı diyebilirim. Anna Hathaway sınıfı geçmiş. Marion Cotillard ise karakteri kötü çizildiğinden olsa gerek kayıp bir oyun sergilemiş. Michael Cane ise her zamanki gibi yine döktürmüş

Son söz: The Dark Knight Rises, dengesiz bir film. Doruklarda gezindiği gibi uçurumun dibini de görüyor zaman zaman. 8\10