10 Haziran 2016

Sıra dışı bir sıradanlık gösterisi: Fur: An Imaginary Portrait of Diane Arbus


Steven Shainberg’i nasıl bilirsiniz? Ya da şöyle sorayım Steven Shainberg’i bilir misiniz? 90’larda başladığı sinema kariyerine dört film sığdıran ve ancak sinemaseverlerin çoğunlukla yönetmenin çıkış filmi de sayılabilecek Secretary ile tanıdığı Shainberg, kendine has üslubu ve sıra dışı karakterleriyle nevi şahsına münhasır bir sinemacı portresi çiziyor. Yönetmenin dördüncü filmi Fur: An Imaginary Portrait of Diane Arbus, yıldız isimleri Robert Downey ve Nicole Kidman’a rağmen vizyona girdiğinde pek ses getirmedi. Kimilerince kendisine hilkat garibelerinin fotoğrafçısı veya ucube fotoğrafçısı denilen Diane Arbus’un hayatını düşsel bir biyografi biçiminde hikâyeleştirerek beyazperdeye taşıyan Shainberg’in nasıl bir film çektiğine ve ne anlattığına bir bakalım.

50’li yılların New York’unu mesken tutan filmde fotoğrafçı eşi ve iki çocuğuyla görünürde mutlu bir hayat sürdüren Diane’in apartmana yeni taşınan yüzü maskeli gizemli komşusuyla tanışmasıyla birlikte değişen yaşamı hikaye ediliyor. Fur’a hayattaki amacını bilmeyen, işinde başarılı eşinin gölgesinde yaşayan sıradan bir kadının uyanış öyküsü veya bir kendini bulma öyküsü diyebiliriz. Hipertrikozis (aşırı ve anormal derece kıllanma) sendromundan muzdarip Lionel’e her geçen gün biraz daha fazla ilgi duyan Diane, bu süreçte kendi evine ve ailesine yabancılaşmaya başlıyor. Bu yabancılaşma hali, suçluluk duygusuna sebep oluyor. Ancak Diane’in Lionel’in çekim alanından kurtulamadığı gibi ona âşık olması, kendi hayatını yaşaması düşüncesinin filizlenmesini sağlıyor. Mağara adamını andıran Lionel’le kurduğu yakın ilişki Diane’in, fiziksel görünümleri anormal olduğu için bir şekilde toplumdan soyutlanan insanlara ilgi duymasına neden oluyor. Belki de kendi sıradan hayatının hilkat garibelerim dediği insanlarla birlikte olduğunda sıradanlıktan kurtulduğunu düşünüyor Diane. Shainberg, ünlü portre fotoğrafçısı Diane Arbus’un doğuşunu ve dönüşümünü anlatırken, ana karakterimizin nasıl bir ruh hali içinde olduğunu da anlamamızı sağlıyor. Burada Nicole Kidman’ın Diane Arbus kompozisyonunun da hakkını verelim. 

Mağara adamı görünümlü Lionel ile güzeller güzeli Diane’in aşkı, akıllara hemen Beauty and the Beast (Güzel ve Çirkin)’i getiriyor. Belki uçuk bir yorum olacak ama Fur için post modern bir Güzel ve Çirkin filmi diyebiliriz. Oradaki imkânsız aşkı imkânlı hale getirip, sonra tekrar imkânsız aşka çevirmesi ve Güzel ile Çirkin’in rollerindeki kimi değişimler yönetmenin bilinçli tercihleri ve Beauty and the Beast’in bu hikâye üzerindeki etkilerinin net birer göstergesi bana kalırsa.

Fur’un en çok takdir edilmesi gereken noktası, Shainberg’in gerçek bir karakteri alıp, onu kendi gerçekliğinden koparmadan hayali bir biyografik film modeli inşa edebilmesi. Bu film, Diane Arbus’un nasıl bir kişiliğe sahip olduğunu öğrenebileceğiniz, çalışmaları ve yaşamı hakkında donanımlı hale gelebileceğiniz bir biyografi değil. Diane Arbus, büyük ölçüde kurgusal bir karaktere dönüşüyor. Shainberg, gerçekle kurguyu kendine özgü bir biçimde bağlıyor. Örneğin Diane, hem gerçek hayatta hem de filmde eşinden uzaklaşıyor. Ancak çifti boşanmaya götüren sebepler gerçeklik ve kurguda tamamen farklı. Shainberg, bir karakter olarak Diane Arbus’un dönüşümüyle ilgilendiğinden, dramatik açıdan seyirciyi de etkileyebilecek bir kurguyu tercih ediyor. Fur’un en büyük sorunu ise Diane Arbus’un ünlü bir fotoğrafçıya dönüşünün hikâyesinden, içindeki tüm sıra dışılığa rağmen sıra dışı ve seyircinin hafızalarına kazınabilecek bir film olamaması. Shainberg’in duru anlatısının aleyhine çalıştığını da eklemeden geçmeyelim. Sonuç olarak; Fur: An Imaginary Portrait of Diane Arbus’un ortalama ama ilgiye değer bir biyografi denemesi olduğunu söyleyeyim. 6.3\10