17 Haziran 2017

Compliance - İtaat


2012'de Filmekimi'nin en dikkat çeken filmlerinden biri olan Compliance yani Türkçesiyle İtaat, itaat kavramı üstünde yoğunlaşıyor. Jagten'e çok benzeyen yanları bulunan bu film, Jagren'den farklı olarak gerçek bir hikayeye dayanıyor. İki şeyi çok doğru söylüyor. Birincisi; iktidar üzerinden normal insanların hayatına seslenirken bu iktidarın nasıl kuvveti olduğunu söylüyor ve diğer bölümdeyse; iktidarın yıkıcı etkisini çok iyi anlatıyor. Film şu soruları sorduruyor: Ne kadar itaat yeterli, sınırları nerde başlıyor ve nerede bitiyor? Filmin konusunu basitçe özetleyip analizlerimi aktarmak istiyorum.
Burç Karabulut yazdı

Hikayemiz; Amerika'nın küçük bir kasabasında geçiyor. Hemen aşina olacağımız bir hızlı tüketim restoranındayız. Yavaş yavaş karakterlerimizi tanımaya ve hayatlarına ortak olmaya başlıyoruz. Sarışın genç kasiyer Becky, sakar Kevin, diğer elemanlar Connie, Marti ve yaşlı Harold ile manager Sandra güneşli bir günün sabahında iş başı yapmak için restorana gelirler. Toplantı sonrası her zamanki gibi iş başı yaparlar. Restorana gelen bir telefon, bugünü normalden daha uzun yaşatacaktır. Arayan bir polistir yani kanundur(!). Elemanlardan birinin suçlu olduğunu söyler. Sandra hiç vakit kaybetmeden bu kişiyi bulup telefondaki polise yardımcı olmayı amaçlamaktadır. Keza restoran yoğun saatine girdiğinde yönetmek için başında durmak istemektedir. İşler tam anlamıyla içinden çıkılmaz hale gelir.

Yönetmen Craig Zorbel, itaat kavramını, iktidar, güç ve kurban üçlüsünde inceliyor. Polisin(!) otoriter dili, yönetici Sandra'nın konuştuğu kişinin polis olduğuna inanmasına yetiyor. Polis sürekli çok yardımcı oluyorsunuz deyince Sandra'nın bu durumu olumlu karşılaması ve telefondan ayrıldığı anlarda bile 'iktidardan' şüphelenmemesi iktidar gücünü simgelemesi bakımından çok önemli.

Filmdeki anlatıyı götüren, Sandra'nın sarsılmaz itaati ona otoriteyi transfer ederken (onu zalim kılıyor) olan kurbanlara oluyor. Transfer etmek diyorum çünkü polis sadece bir sesten ibaret. Fiziksel olarak olaya müdahil olacak durumu yok. Söz gelimi, Becky'nin suçlu olup olmadığına karar vermesi gereken merci kanunken, Sandra bu işe karışıyor bir anlamda kanun mercii oluyor. Becky'i gözlem altında tutması için bir çok kişiyi Sandra öneriyor mesela. İktidarın sarsılmaz, güven verici, yer yer onaylayan dili Sandra'yı baştan çıkartıyor desem yeridir.

Buna mükabil, kurban karakterlerimiz mevcut ama kurban olduklarının bilincinde değiller. Özellikle Van, (Sandra'nın nişanlısı) diğer kurban karakterlere oranla bekçilik konusunda iki kat başarılı oluyor. Hem kız arkadaşı tarafından hem de telefondaki ses tarafından iki kat itaat ediyor. Harol ve Kevin ise itaatkar olmak bir yana iktidara karşı bile duruyorlar. Bu isyanın dili, Sandra'da sonlanıyor.

Kurbanların içinde en talihsiz olanı Becky, sadece suç işlediğine inandırılmıyor ayrıca iktidardan fiziksel işkence yani cinsel istismar görmesi mümkün hale getiriliyor ki bu filmin en rahatsız edici anı. Becky'nin kendi namusunu koruma ihtiyacı, itaatsizliği, suç ve ceza ekseninde iktidarın baştan beri hipnotik diline sapkınlığı da etkiliyor. Bunu yapanlar tabii ki de Van ve Sandra'ya transfer edilen otorite oluyor. Bu iki karakter otoriteye cevap vermedikleri gibi otoritenin dediklerine uymayı bir yerde tercih ediyorlar.

Tüm karakterler göz önüne alındığında, iktidar iletişim kurduğu dilde ve yarattığı algıyla baştan çıkarmayı ve hipnotize etmeyi hedefliyor. Harold karakteri dışında tüm karakterler bir yerde iktidarla konuşmaktan bile korkuyorlar. O korkunun bedeli de tüm itaati getiriyor. Daha korkuncu, o dilin sapkınlığına kayıtsız kalan insanların itaatlerin limitsizliğini göstermesiyle anlaşılıyor. Maalesef iktidarın gücü itaatin limitsizliğiyle belirleniyor.