2 Ocak 2017

Bir Zamanlar Sinema öneriyor - #57 Socrates


Roberto Rossellini’nin Tv filmlerine yöneldiği son döneminin en parlak ürünü olan Socrates filmi, insanlık tarihinin en büyük düşünürlerinden Socrates’in son dönemine ışık tutuyor. Yönetmenin klasik anlatısının dışına çıktığı film, bir belgesel niteliği taşımakla birlikte, sinema duygusunu sonuna kadar hissettirmeyi başarıyor. Rossellini’nin filmi, akılcı bir tercihle Socrates’in hayatındaki en can alıcı dönemi ele alıyor: Yargılanmasını, ölümünü ve Socrates’i o noktaya götüren süreci…

Bir Tv filmi olmasına ve 70’li yılların şartlarını düşündüğümüzde prodüksiyon kalitesiyle şaşırtan Socrates, öncelikle Antik Yunan’da doyumsuz bir yolculuğa çıkarıyor bizi. Bu yolculukta bizler birer öğrenci ve birer gözlemciyiz. Atina ile Sparta arasında gerçekleşen Peloponez Savaşı sonrasında, oligarşik sistemle yönetilmeye başlayan Atina’nın bir portresini çizerek açılan film, Socrates ve öğrencilerine odaklandığında düşünsel bir şölene dönüşüyor. Film, bir bakıma “Yeni başlayanlar için Socrates” olarak görülebilir. Çünkü Socrates ete kemiğe büründüğü için hem kişiliğiyle hem felsefesi hem de duruşuyla onu tanımayanları etkilemekte hiç zorlanmayacaktır. Film bittikten sonra ister istemez kendinizi Socrates’in Savunması’nı okurken bulmanız olası diyebilirim. Büyük oranda Socrates’in Savunması üzerine kurulan film, Socrates’in bilgeliğinin seyirciye geçirilmesi hususunda kusursuz bir iş çıkarıyor. Senaryo öyle incelikli diyaloglarla bezenmiş ki, filmle birlikte Socrates’e bir kez daha hayran oluyorsunuz.

Atina’nın tanrılarına inanmamak, yeni inançlar aşılamak ve gençlerin ahlakını bozmak gibi ithamlarla yargı önüne çıkarılan Socrates, hayatı boyunca edindiği düşmanlıkların kurbanı olurken, erdemli duruşu, doğruluktan şaşmaması ve bir adalet timsali olmasıyla bugün hala insanoğlunu etkilemeyi sürdürüyor. Daha çok bilgi ve bilgelik hakkında söyledikleri, düşünce tarzı ve dünya görüşüyle konuşulup tartışılsa da Rossellini filmde az önce bahsettiğimiz yönlerini öne çıkarıyor. Özel hayatıyla ilgili pek bir şey bilinmediği için filmde de Socrates’in eşi ve çocuklarıyla ilişkisi yüzeysel bir biçimde işleniyor. Bu durum filmin hanesine bir eksi olarak yansımıyor çünkü zaten seyircinin ilgilendiği Socrates ve onun düşünceleri… Ve o düşüncelerin öğrencileri ve karşıtları üzerinde bıraktığı etkiden başka bir şey değil. Mutlak gerçeğe ulaşmanın yıldızlara ulaşmak kadar zor olduğunun farkında olsa da o gerçeği aramaktan ve savunmaktan vazgeçmeyen Soctares’in ölüm karşısında soğukkanlı duruşunun arkasında mutlak bilgiye ulaşmanın yegâne yolunun ölüm olduğunu düşünmesi yatıyor. Bu düşünce de ölümden kaçmak yerine onun üzerine koşa koşa gitmesini ve sükûnetini korumasını açıklıyor. Ölümü bekleyişi sırasında dahi öğrencilerini eğitmekten vazgeçmeyen Socrates’i anlamak, gerçek bilginin ne olduğunu anlamakla alakalı diye düşünüyorum. Bilginin değersizleştiği çağımızda, internet gençliği bunu ne kadar anlayabilir işte orası muamma.

Sokrates’in Savunması’nın özeti niteliğindeki duruşma sahnesi, savunmayı okumuş olsanız da sizi çarpacak ve derin düşüncelere dalmanıza yol açabilecek kadar iyi çekilmiş. Filmin son bölümü ise önce kahkaha attıracak, sonra kanınızı donduracak ve nihayetinde huzur verecek. Socrates’i anlayan bir ekibin elinden çıktığı çok belli olan film, gerçek bir hazine değerinde.

Not: Yazıda kullanılan resim, Fransız ressam Jacques-Louis David'in Socrates'in Ölümü adlı eseridir.