Terrence Malick’in yedinci uzun
metraj çalışması Knight of Cups, ilk gösterimini 65. Berlin Film Festivali’nde
yapmış, ana yarışma filmleri içinde yer almış ama ödül kazanma başarısı
gösterememişti. Vizyon sürecini de görece sessiz tamamlayan film, izinden
gittiği The Tree of Life gibi ses getirmeyi başaramamış ve çok konuşulmamıştı.
Seyircinin ana karakterimiz Rick’in uyanış hikayesini belki anlamlandıramaması,
belki karakterle empati kuramaması veya Malick’in anlatısı filmin içine
girilememesine sebep olmuştu. İlk izlediğimde
değerini anlayamadığım, derinliğini kavrayabildiğimde ise büyük bir başyapıt
olarak selamladığım Knight of Cups’ın özüne inmek ve filmi analiz etmek
istedim.
Filmi izlemeden okumayınız!
Hollywood ve kayboluş
Filmin başlarında Rick’in babası,
küçükken oğluna anlattığı bir hikayeden bahsediyor ve onu hatırlamasını
istiyor. Bu hikayeye göre; bir prens, Doğu'nun kralı olan babası tarafından
denizin derinliklerinde bulunan bir inciyi aramak için Mısır’a gönderiliyor.
Prens oraya vardığında, yöre halkı prensi hafızasını kaybetmesine yol açan bir
kupaya koyuyor. Prens, kralın oğlu olduğunu unutuyor. İnciyi de unutup derin
bir uykuya dalıyor. Film, bir bakıma bu masalsı hikayenin modern çağdaki bir
uyarlaması denebilir. Babanın, oğlunun bu hikayeyi hatırlamasını istemesinin
sebebi, yaşadıklarıyla hikayedeki benzerlikleri görmesi ve oğlunun bunu
görebilmesini ummasıdır. Hikayenin devamında kralın oğlundan vazgeçmediği
anlatılıyor. Filmde de baba aynı rolü üstleniyor, bunu oğlunu uyarmasından
anlıyoruz.
Rick, Hollywood’un kapılarını
kendisine sonuna kadar açtığı başarılı bir senarist. Prensin inciyi arama
hikayesinde olduğu gibi Rick’in bu yolda yürümesinde babasının bir rolü olmalı.
Onu teşvik ettiğini, desteklediğini ve hatta yönlendirdiğini düşünebiliriz.
Rick, “Olmak istediğim kişiyi unuttum.” diyor. Bu, üzerinde durmamız gereken
önemli bir cümle. Rick ne olmak istiyordu? Bu yola hangi motivasyonlarla
çıkmıştı? Hikayelerini kendi istediği gibi anlatabilmek, onlara ruhunu
katabilmek istiyordu belki. Babası ise inciyi bulmasını istiyordu. Değerli bir
taş olan incinin, modern dünyada yerini paraya bıraktığını söyleyebiliriz.
Rick’in babasının, filmin bir yerinde “Seni ben kör ettim. Hayatını alt üst
ettim.” dediğini duyuyoruz. Para kazanma hırsıyla oğlunun ideallerini hiçe
sayan, onu yanlış yönlendirip Hollywood stüdyo sisteminin kucağına bırakan bir
baba figürü çizebiliriz. Babaları ben böyle yetiştirildim diyor, çocuklarının
da kendisi gibi olmasını istiyor, bu uğurda çaba gösteriyor. Hatasını ise
oğlunun dönüştüğü insanı gördükten sonra fark ediyor.
Rick’in yolunu kaybetme sürecinde önemli iki husus var: Birincisi Hollywood stüdyo sisteminin çarklarında ezilmesi, özgürlüğünü kaybetmesi ve adeta bir köleye dönüşmesi diyebiliriz. Stüdyo patronları daha fazlasını talep
ediyor. Önünde eşsiz bir fırsat olduğunu ve sadece evet demesi gerektiğinden
bahsediyor. Hollywood’un cazibesine karşı koyabilmek kolay değil ama bu teklif
geldiğinde Rick’in anlam arayışı çoktan
başladığı için, seyirci olarak bizler kabul etmeyeceğini hissediyoruz. İkinci husus ise Hollywood'un cafcaflı yalan dünyasında yaşadıklarının getirdikleri ve götürdükleri... Babasının
zampara olmuşsun dediği Rick’i, partilerde kadınlarla yarınlar yokmuşçasına eğlenirken veya baş başa vakit geçirirken görüyoruz birçok kez. Prensin hikayesine dönersek,
gittiği ülkede insanlar onu, hafızasını kaybetmesine sebep olan bir kupaya
koymuşlardı. Filme baktığımızda ise Rick’in Hollywood’da edindiği çevrenin,
oradaki şaşaalı yaşamın ve dünyevi zevklerin kölesi olduğunu, onu hedeflerinden
saptırdığını, bir anlamsızlığın içine sürüklediğini anlıyoruz. Rick’in yeni bir
başlangıç için çareler aradığını, başarısızlıkla sonuçlanan evliliğinden de
umduğunu bulamadığını söylersek yanılmış olmayız. Eşinin deyimiyle verdiği
sözde sadıkmış. Evlilikle birlikte içinde bulunduğu ortamdan uzaklaşıyor ama
evliliğine ve yeni hayatına da veremiyor kendisini. Evliliği kafasındaki
bulutları dağıtamıyor, sürüklenmeye devam ediyor.
Uyanış ve anlam
arayışı
Rick’i, hayatını sorgulamaya iten
şey, bir müddet sonra hiçbir şeyden zevk alamaması, yaşadıklarının ona
yetmemesi ve bunun da ötesinde içindeki boşluğu bir türlü dolduramaması… Bunun
manevi bir açlık olduğunu varsayabiliriz. Rick’i yine partilerde, sokaklarda,
striptiz kulübünde insanları seyrederken, bazen sohbet ederken ama çokça da
onları gözlemlerken ve farklı bir gözle bakarak anlamlandırmaya çalışırken
izliyoruz. Çevresindeki insanlar ondaki karanlığın farkına varıyor, aralarında
bir gölge gibi dolanıyor. Yeniden başlama isteğiyle yanıp tutuşuyor ancak hangi
yoldan gideceğini, nereden başlayacağını ve ulaştığı yerde aradığı her ne ise
onu bulup bulamayacağını bilememenin endişesini taşıyor. Uyanışın başlamasıyla,
öncelikle geçmişi, ailesi ve sevdikleriyle yüzleşmesi gerektiği sonucuna
varıyor. Filmde sırasıyla kardeşi, babası, eski eşi ve bir zamanlar âşık olduğu
kadınla vakit geçirmesine, yüzleşmesine tanık oluyoruz. Babası, Rick’in
hayatını, Rick ise hem kendi hayatını hem de başkalarının hayatını mahvettiğini
düşünüyor. Onca yıl boyunca başka birinin hayatını yaşadığının ve bunun
farkında bile olamadığı sonucuna varıyor. Ailesini suçlamıyor. Çektiği acılar
ve anlam arayışına çıktığı bu yolculuk, yaşadıklarını olgunlukla karşılamasını
sağlıyor. Artık çok daha büyük bir şeyin peşinde. Bu arayış, onu doğaya yönlendiriyor.
Sessizliğe, kendini dinlemeye ihtiyacı var. Otuz yıl hayatımı yaşamadım diyor.
Doğadan uzaklaşmanın, insanın özünden uzaklaşması anlamına geldiğini de
söyleyebiliriz. Dolayısıyla Rick, nereden başlayacağımı bilmiyorum demesine
karşın içgüdüleri onu doğaya çekiyor.
Geçmişiyle yüzleşti, korkularını
yendi, özüne dönme adına doğaya açıldı. Yeniden başlayabilmek ve yolunu
bulabilmek için yapması gereken son bir şey daha var: Maneviyatına yönelmek… Filmin
sonlarına doğru Rick’in bir rahibe gittiğini, ondan tavsiyeler adlığını
görüyoruz. Filmi bölümlere ayıran Malick, bu bölüme Ölüm adını vermiş. Esasında
oldukça anlamlı bir seçim. Rick’in yeniden başlayabilmesi için eski benliğini
öldürmesi gerekiyor. Rahibin vaazında, Rick’in duymak isteyeceği her şey var
diyebiliriz. “Acı çekmek seni olduğundan yüksek şeylere bağlar. Seni bu
dünyadan alır, arkasında yatan şeyleri bulmanı sağlar” diyor mesela. Rick,
anlamlandıramadığı ruhsal acılar sebebiyle kaybolmuştu. Bu yolculuğu başlatan,
acılarının ve yoksunluk hissinin doğurduğu anlam arayışıydı. Rahibin konuşması
sonrasında zihnine, çektiği acıların bir amaca hizmet ettiği fikrinin
tohumları ekiliyor. Kendisiyle yabancılaşmıştı ve başka birinin hayatını
yaşamaktan yakınıyordu. O kişiyi geride bıraktı ve ruhsal dönüşümünü tamamladı.
Filmin Özgürlük adlı son
bölümünde babanın oğluna son nasihatlerini duyuyoruz: “Doğudaki aydınlığı bul,
bir çocuk olarak.” Ve ekliyor: “Oğlum, hatırla” Burada oğuldan hatırlaması
istenen şey çocukluğun masumiyeti, yaşama sevinciyle dolup taşılan, geleceğe
umutla bakılan, hatta gelecek kaygısı taşınmayan zamanlar diyebiliriz. Rick,
yeniden doğmaya ve başlamaya hazır. Yeni görüsüyle daha önce deneyimlediği
tecrübeleri bir çocuk gibi keşfetmeli ve kaybettiği zamanı düşünmeden, içini
doldurarak yaşamalıdır. Filmde son söz Rick’e ait: “Başla” diyor. Bu noktada Malick
yol görüntüleri veriyor. Ana karakterimizin öze yaptığı içsel yolculuk yeni bir
aşamaya geçerken, doğanın rehberliğinde doğudaki aydınlığı bulmaya doğru dışsal
yolculuğu da başlamış oluyor.