11 Haziran 2023

Kapitalist Dünyanın Dinozorları: Jurassic Park

Steven Spielberg, bilimkurgu sineması tarihinde kilit yönetmenlerden biridir. 1977’de ilk bilimkurgu denemesi Close Encounters of the Third Kind ile düşman uzaylı algısını yerle bir etmesi, 1982’de E.T.’de aynı temayı duygusallıkla sarıp, bilimkurgunun 7’de 70’e herkesin birlikte izleyebileceği bir tür olduğunu göstermesi ve 90’lı yıllara geldiğimizde bilimkurgu ve korku sinemasının ‘dehşet saçan canavar’ hikayelerini bir popcorn eğlenceliğine -olumsuz bir çıkarım değil- dönüştürerek kitleleri sinema salonlarına çekebilmesi ve etkileyebilmesi, kendisine neden ‘Hollywood’un altın çocuğu’ dendiğini açıklıyor. Michael Crichton’ın aynı adlı romanından uyarlanan filmin, Dinozorlar ile insanoğlu aynı çağda yaşasaydı ne olurdu sorusuna bir cevap niteliğinde olduğunu da söyleyebiliriz.

Kapitalist dünyanın dinozorları

İşin bilimsel ayağına geçmeden evvel, Dinozorların hangi amaçla yaratıldığına bakılması gerekiyor. Milyarder olduğunu varsayabileceğimiz bir iş adamı olan John Hammond, tarih öncesine ve bilime meraklı olsa da ana motivasyonu para kazanmak. Spielberg, onu sevecen ve iyi kalpli bir ihtiyar olarak sunsa da özünde bir tüccar olduğu gerçeğinin altını çizmiş. Hammond, gerekli onayları alıp Jurassic Park’ı açmak için çabalıyor. Peki ne için? Elbette zenginliğine zenginlik katmak için. İnsanoğlunun para için her şeyi yapabildiği bir dünyada bilimin de kapitalist dünya düzenine hizmet etmesi hiç şaşırtıcı değil. İşte böyle bir dünyaya gözlerini açan Dinozorlar, karşılarında şeytani bir zekaya sahip başka bir canlı türü buluyor, başka bir dünyaya uyanıyorlar. Jurassic Park’da düzenlenecek turlar hayvanat bahçesi gezisinden çok öte, daha çok bir safaridir. Dinozorlar 65 milyon yıl sonra insanoğluna sergilenmek için yaratılmışlardır. Jurassic Park’ın müşteri portföyünde multi milyonerlerin yanında halk da var. Alaycı bir ifadeyle halk günü yapılabileceğinden bahsedildiğini duyarız. Spielberg’in bu ve benzeri donelerle düzeni eleştirdiğini söyleyebiliriz. Yönetmenin Dinozorlara beyazperdede can vererek stüdyosuna büyük meblağlar kazandırması da işin ironisi sanırım.

Bilim cephesinden bakınca

Jurassic Park, her ne kadar görselliği ve yaşattığı serüvenle seyircisini tavlamaya çalışan bir bilimkurgu olsa da, hikayesini bilimsel açıdan sağlam bir temel üzerine oturtur. Dinozorların 65 milyon yıl sonra nasıl yaratılabildiğini doğru sorular (Prehistorik DNA’nın nereden elde edildiğini, DNA’daki eksik halkanın nasıl tamamlanabildiği) sorup, onlara akla yatkın cevaplar vererek anlatıyor. Dinozor fosili üzerinde çalışan Paleontolog Dr. Alan Grant ile Palebotonist Dr. Ellie Sattler‘in kendilerini Jurassic Park’ta bulmaları ve Dinozorlara bakarken yaşadıkları şaşkınlık ve hayranlık aslında üzerinde durulması gereken bir durumdur. Bu, bir teolog veya rahibin karşısında Mesih’i bulması ve onla sohbet etmesiyle eşdeğerde olağanüstülük içeren bir olay denilebilir. Paleontolog Alan’ın Dinozor’u kanlı canlı gördüğünde yaptığı ilk tespit ise sıcakkanlı hayvanlar oldukları yönünde. Ve dolayısıyla da soğukkanlı olduklarını söyleyen kitapların artık yırtıp atabileceklerini söylüyor uzmanımız. Buradan bilimsel bilginin yeni keşiflerle nasıl da yanlışlanabilir olduğu veya kesinliği olmadığına iyi bir örnek verildiğini söyleyebiliriz.

Dehşet saçan canavar hikayesinden bir popcorn macera yaratmak

Spielberg, Michael Crichton’ın fantezisinden daha önce örneğine rastlanmamış bir film çıkardı. Korku ve bilimkurgu sinemasının çoğunlukla geçirdiği mutasyonla devleşerek, insanoğlu için büyük bir tehdit unsuruna dönüşen Godzilla gibi yaratıkları, zamanla klişe kurbanı oldu ve hep aynı formüllerle beyazperdede varlığını sürdürebildi. Spielberg’ün elindeki hikaye ise ona yepyeni bir alan açtı. Adeta bir Disneyland yarattı. Bir yandan yapılan işin etiğini sorgularken, diğer yandan filmin belli bir noktasından itibaren karakterlerimizi Dinozorların ortasında bırakıp hakiki bir gerilim yarattı. Spielberg, E.T.’de olduğu gibi her kesimden izleyicinin birlikte deneyimleyebileceği bir eğlence yaratmak istediğinden, hikayenin ait olduğu alt türü eğip bükmekte, ona istediği biçimi vermekte kendini özgür hissetti. Kuşkusuz ki, sinemanın 90’lı yılların başında teknolojik anlamda sınıf atlaması da türün klasik örneklerinden birinin doğuşunu müjdeledi.  Efekt teknolojisinin istenilen düzeye ulaşması Jurassic Park gibi filmlerin önünü açtı ve onları olabildiğince gerçekçi kıldı.

Devam filmleri

Spielberg, ilk filmden dört yıl sonra Jurassic Pak’ın devam bölümü olan The Lost World (Kayıp Dünya) için kamera arkasına geçti. Hikayeye göre Jurassic Park’ın B adasına bir araştırma ekibi gönderilir ve çok geçmeden Dinozorların yok edilemediği ortaya çıkar. Spielberg, görsel efekt teknolojisinin geldiği nokta itibariyle yine alabildiğine görkemli bir iş ortaya koysa da tematik anlamda aynı başarıyı sergileyemediği için beklentilerin uzağında bir film oldu The Lost World. Özellikle ilk filmin dev canavar filmlerine yapı-bozucu yaklaşımının burada tekrarlanmaması da ikinci bölümün hanesine koca bir eksi olarak yansıdı. Spielberg’in doğa üzerine söyledikleri dışında The Lost World’de elle tutulur pek bir şey yoktu denilebilir. Biz başarısızlık olarak nitelendirsek de filmin 600 milyon doları aşan gişesi, üçüncü filmin yolunu açtı. 2001’de seyirciyle buluşan üçüncü filmin yönetmen koltuğunda Joe Johnston otururken, Spielberg bu kez yapımcılıkla yetindi. Jurassic Park’ın kapatılmasının dört yıl sonrasında geçen filmde, başka bir adada Dinozorların bir kez daha diriltilme girişiminin yol açtığı olaylar konu edildi. İlk filmde olduğu gibi büyük bir fırtına sonucu yerle bir olan laboratuvar ve yine adada serbest kalan Dinozorları izledik. Yönetmen değişikliği olumlu bir sonuç verdi ve gerek ritmi gerekse de yaşattığı heyecan dolu anları ve atmosferiyle iyi bir seyirliğe dönüştü serinin son halkası. Şu bir gerçek ki; Spielberg, söylenebilecek hemen hemen her şeyi klasikleşen ilk Jurassic Park filminde söyledi ve devam bölümlerine de sadece o efsaneyi yaşatabilecek kadarını bıraktı. Şimdi 14 yıl sonra gösterime giren ve ilk filme yakın duran Jurassic World’ün seriye ne katabileceği büyük bir merak konusu…