Steven Spielberg, bilimkurgu sineması tarihinde kilit
yönetmenlerden biridir. 1977’de ilk bilimkurgu denemesi Close Encounters of the
Third Kind ile düşman uzaylı algısını yerle bir etmesi, 1982’de E.T.’de aynı
temayı duygusallıkla sarıp, bilimkurgunun 7’de 70’e herkesin birlikte
izleyebileceği bir tür olduğunu göstermesi ve 90’lı yıllara geldiğimizde
bilimkurgu ve korku sinemasının ‘dehşet saçan canavar’ hikayelerini bir popcorn
eğlenceliğine -olumsuz bir çıkarım değil- dönüştürerek kitleleri sinema
salonlarına çekebilmesi ve etkileyebilmesi, kendisine neden ‘Hollywood’un altın
çocuğu’ dendiğini açıklıyor. Michael Crichton’ın aynı adlı romanından uyarlanan
filmin, Dinozorlar ile insanoğlu aynı çağda yaşasaydı ne olurdu sorusuna bir cevap
niteliğinde olduğunu da söyleyebiliriz.
Kapitalist dünyanın
dinozorları
İşin bilimsel ayağına geçmeden evvel, Dinozorların hangi
amaçla yaratıldığına bakılması gerekiyor. Milyarder olduğunu varsayabileceğimiz
bir iş adamı olan John Hammond, tarih öncesine ve bilime meraklı olsa da ana
motivasyonu para kazanmak. Spielberg, onu sevecen ve iyi kalpli bir ihtiyar
olarak sunsa da özünde bir tüccar olduğu gerçeğinin altını çizmiş. Hammond,
gerekli onayları alıp Jurassic Park’ı açmak için çabalıyor. Peki ne için?
Elbette zenginliğine zenginlik katmak için. İnsanoğlunun para için her şeyi
yapabildiği bir dünyada bilimin de kapitalist dünya düzenine hizmet etmesi hiç
şaşırtıcı değil. İşte böyle bir dünyaya gözlerini açan Dinozorlar, karşılarında
şeytani bir zekaya sahip başka bir canlı türü buluyor, başka bir dünyaya
uyanıyorlar. Jurassic Park’da düzenlenecek turlar hayvanat bahçesi gezisinden
çok öte, daha çok bir safaridir. Dinozorlar 65 milyon yıl sonra insanoğluna
sergilenmek için yaratılmışlardır. Jurassic Park’ın müşteri portföyünde multi
milyonerlerin yanında halk da var. Alaycı bir ifadeyle halk günü
yapılabileceğinden bahsedildiğini duyarız. Spielberg’in bu ve benzeri donelerle
düzeni eleştirdiğini söyleyebiliriz. Yönetmenin Dinozorlara beyazperdede can
vererek stüdyosuna büyük meblağlar kazandırması da işin ironisi sanırım.
Bilim cephesinden bakınca
Jurassic Park, her ne kadar görselliği ve yaşattığı serüvenle
seyircisini tavlamaya çalışan bir bilimkurgu olsa da, hikayesini bilimsel
açıdan sağlam bir temel üzerine oturtur. Dinozorların 65 milyon yıl sonra nasıl
yaratılabildiğini doğru sorular (Prehistorik DNA’nın nereden elde edildiğini,
DNA’daki eksik halkanın nasıl tamamlanabildiği) sorup, onlara akla yatkın
cevaplar vererek anlatıyor. Dinozor fosili üzerinde çalışan Paleontolog Dr.
Alan Grant ile Palebotonist Dr. Ellie Sattler‘in kendilerini Jurassic Park’ta
bulmaları ve Dinozorlara bakarken yaşadıkları şaşkınlık ve hayranlık aslında
üzerinde durulması gereken bir durumdur. Bu, bir teolog veya rahibin karşısında
Mesih’i bulması ve onla sohbet etmesiyle eşdeğerde olağanüstülük içeren bir
olay denilebilir. Paleontolog Alan’ın Dinozor’u kanlı canlı gördüğünde yaptığı
ilk tespit ise sıcakkanlı hayvanlar oldukları yönünde. Ve dolayısıyla da soğukkanlı
olduklarını söyleyen kitapların artık yırtıp atabileceklerini söylüyor
uzmanımız. Buradan bilimsel bilginin yeni keşiflerle nasıl da yanlışlanabilir
olduğu veya kesinliği olmadığına iyi bir örnek verildiğini söyleyebiliriz.
Dehşet saçan canavar
hikayesinden bir popcorn macera yaratmak
Spielberg, Michael Crichton’ın fantezisinden daha önce
örneğine rastlanmamış bir film çıkardı. Korku ve bilimkurgu sinemasının
çoğunlukla geçirdiği mutasyonla devleşerek, insanoğlu için büyük bir tehdit
unsuruna dönüşen Godzilla gibi yaratıkları, zamanla klişe kurbanı oldu ve hep
aynı formüllerle beyazperdede varlığını sürdürebildi. Spielberg’ün elindeki
hikaye ise ona yepyeni bir alan açtı. Adeta bir Disneyland yarattı. Bir yandan
yapılan işin etiğini sorgularken, diğer yandan filmin belli bir noktasından
itibaren karakterlerimizi Dinozorların ortasında bırakıp hakiki bir gerilim
yarattı. Spielberg, E.T.’de olduğu gibi her kesimden izleyicinin birlikte
deneyimleyebileceği bir eğlence yaratmak istediğinden, hikayenin ait olduğu alt
türü eğip bükmekte, ona istediği biçimi vermekte kendini özgür hissetti.
Kuşkusuz ki, sinemanın 90’lı yılların başında teknolojik anlamda sınıf atlaması
da türün klasik örneklerinden birinin doğuşunu müjdeledi. Efekt teknolojisinin istenilen düzeye ulaşması
Jurassic Park gibi filmlerin önünü açtı ve onları olabildiğince gerçekçi kıldı.
Devam filmleri
Spielberg, ilk filmden dört yıl sonra Jurassic Pak’ın devam bölümü olan The Lost World (Kayıp Dünya) için kamera arkasına geçti. Hikayeye göre Jurassic Park’ın B adasına bir araştırma ekibi gönderilir ve çok geçmeden Dinozorların yok edilemediği ortaya çıkar. Spielberg, görsel efekt teknolojisinin geldiği nokta itibariyle yine alabildiğine görkemli bir iş ortaya koysa da tematik anlamda aynı başarıyı sergileyemediği için beklentilerin uzağında bir film oldu The Lost World. Özellikle ilk filmin dev canavar filmlerine yapı-bozucu yaklaşımının burada tekrarlanmaması da ikinci bölümün hanesine koca bir eksi olarak yansıdı. Spielberg’in doğa üzerine söyledikleri dışında The Lost World’de elle tutulur pek bir şey yoktu denilebilir. Biz başarısızlık olarak nitelendirsek de filmin 600 milyon doları aşan gişesi, üçüncü filmin yolunu açtı. 2001’de seyirciyle buluşan üçüncü filmin yönetmen koltuğunda Joe Johnston otururken, Spielberg bu kez yapımcılıkla yetindi. Jurassic Park’ın kapatılmasının dört yıl sonrasında geçen filmde, başka bir adada Dinozorların bir kez daha diriltilme girişiminin yol açtığı olaylar konu edildi. İlk filmde olduğu gibi büyük bir fırtına sonucu yerle bir olan laboratuvar ve yine adada serbest kalan Dinozorları izledik. Yönetmen değişikliği olumlu bir sonuç verdi ve gerek ritmi gerekse de yaşattığı heyecan dolu anları ve atmosferiyle iyi bir seyirliğe dönüştü serinin son halkası. Şu bir gerçek ki; Spielberg, söylenebilecek hemen hemen her şeyi klasikleşen ilk Jurassic Park filminde söyledi ve devam bölümlerine de sadece o efsaneyi yaşatabilecek kadarını bıraktı. Şimdi 14 yıl sonra gösterime giren ve ilk filme yakın duran Jurassic World’ün seriye ne katabileceği büyük bir merak konusu…