Litvanya sinemasından kopup gelen
Kristina Buozyte imzalı bağımsız yapım Vanishing Waves, son dönemin,
romantizmini derinden hissettiğimiz sıradışı bir aşk hikâyesine sahip
bilimkurgularından biri. 2000’li yıllarda romantizm soslu bilimkurgular,
yerlerini romantizmi hikâyenin merkezine yerleştiren veya ana meselesi haline
dönüştüren Eternal Sunshine of the Spotless Mind, The Fountain ve Her gibi filmlere
bırakmaya başladılar. Genellikle olumlu sonuç veren bu eğilimin önemli
örneklerinden biri olan Vanishing Waves’i incelemek istedim.
Mulholland Drive etkili, Inceptionvari bir yolculuk
Hikâyenin ortak yazarlarından
biri de olan yönetmenimiz Kristina Buozyte’nin 2010 çıkışlı Inception’ın başka
birinin bilinçaltına girme, karakterlerimizin esas yolculuğunun bilinçaltının
sonsuzluğunda vuku bulması fikrinden etkilenerek, kendi hikâyesini oluşturduğu
belli. Inception ile kurulan bağ bundan öteye geçmiyor. Vanishing Waves’e
baktığımızda asıl etkinin Mulholland Drive’dan olduğunu görüyoruz. İki filmde
de bir noktada gerçeklik değişmeye başlıyor. Mesela Aurora’nın anılarını geri
kazanmasından sonraki sahneler dikkat ederseniz hep karanlıktır. Geri gelen
anılarda gözyaşı ve acılar vardır. Yönetmen bunu verebilmek için gece
çekimlerini tercih etmiş. Bununla birlikte yönetmen Buozyte, gizem yaratmaya
başlıyor ve kabusvari bir atmosfer oluşturuyor. İki filmde de ana karakterimizin zihninde yarattığı ve gittikçe değişmeye, bozulmaya başlayan bir gerçeklik var.
Ayrıca karakterin bilincinde geçen bölümlerdeki sürreal anlar da bahsettiğimiz
etkinin önemli bir ayağını oluşturuyor.
Buozyte, birçok filmden etkilense
de özgün bir hikâyeyle karşımıza çıkıyor. Aurora’nın bilinçaltında filmin genel
izleğinden oldukça farklı bir görsel yapı kuran yönetmen, cesur ve oldukça
kışkırtıcı sahnelerle seyircisini etkilemeyi başarıyor. Buozyte, Hollywood ana
akım bilimkurgularının hızlı kurgusundan, gösterişinden ve anlatısından uzak
duruyor. Bağımsız ruhunu sonuna kadar koruyor, bunu yaparken de son dönemin bu
alandaki kimi bilimkurguları gibi deneysele kaçmıyor. Filmin yer yer kafa
karıştırdığını söyleyebiliriz ama yönetmenin berrak anlatısıyla Vanishing Waves’in
bilinçaltı kısımlarının, David Lynch’in birer bulmacaya dönüşen Lost Highway ve
Mulholland Drive gibi başyapıtları gibi seyircisini çok zorlamadığını belirtelim. Yine de kafası karışan seyirci için Aurora'nın zihninde olup bitenlere açıklık getirmek istedim.
Hikâyenin çözümü
Bir bilim insanı olarak sadece
gözlem yapmak amacıyla yola çıkan Lukas’ın bilinçaltı düzleminde Aurora ile
tanışması, denizde onun hayatını kurtarması, daha doğrusu kurtardığı
izlenimiyle gerçekleşiyor. Suni teneffüs, öpüşmeye evriliyor. Bu hızlı
yakınlaşma, deneyin amacını saptırırken, karakterlerimiz için yeni bir sürecin
başlangıcı anlamına geliyor. Filmde daha
sonra öğrendiğimiz bilgilere göre Aurora, bir trafik kazası geçiriyor ve
arabasıyla denize uçuyor. Boğuluyor. Beyni oksijensiz kaldığı için koma durumuna
geçiyor. Lukas, bilinçaltına girdiğinde, onu boğulurken yani son anısında buluyor. Bunun sebebi Lukas’ın, Aurora’nın zihnine yaptığı yolculukla,
Aurora’nn bilinç düzeyinde bir farklılığa yol açması ve o düzlemde yaşamaya
başlamasıdır denilebilir. Böylece Aurora’nın bilinçaltında tutkulu bir ilişki
başlıyor. Onları sevişirken, sahilde çocuklar gibi eğlenirken izliyoruz. Adeta
sadece ikisinin yer aldığı bir cenneteler, her şey gerçek olamayacak kadar
güzel. Birlikte yemek yedikleri sahnede, Aurora ayağını ısırmasını istiyor
Lukas’tan. Bir şey hissetmemesi, içinde bulunduğu gerçekliği sorgulamasına
sebep oluyor. Bu yeni yaşamın bildiği gerçeklik olmadığını anlıyor ve bu
farkındalıkla acı çekiyor.
Lukas açısından da durum oldukça
karışık çünkü yıllardır sürmekte olduğunu öğrendiğimiz bir ilişki var. Hem
Aurora’nın hem de bilinçaltında gerçekleşen bu emsalsiz deneyimin cazibesine
kapılması kolay oluyor diyebiliriz. Aurora’ya âşık olmaya başladığında ise
gerçek hayattaki sevgilisiyle daha fazla devam edemiyor. Bir tercih yapması
gerekiyor ve Aurora’yı, belki de imkânsız olanı seçiyor. Her bilinçaltı
yolculuğu, onu gerçekliğinden koparıyor. Bunu ümitsiz aşkına daha fazla
tutunmasından çıkarabiliyoruz. Öyle ki, onu hayata döndürebileceğine inanmaya
başlıyor. Bir bilim insanı da olsa yoğun duyguları devreye girdiğinde bilimsel
bakış açısından uzaklaşıyor. Hayatının aşkını buluyor ama boş umutlara
tutunduğunu içten içe biliyor. Psikolojisi bozuluyor ve gerçek hayattaki
ilişkisinde Aurora ile sınır tanımayan birlikteliğinin bir benzerini yaşamak
istiyor.
Lukas, Aurora’ya yardım etmenin, bu aşkı gerçek hayatta var edebilmenin bir yolunu arıyor. Aslında yaşadıklarının gerçek olup olmadığından da emin değil. Aurora’ya komadaki hastalarda denenmemiş olan ve doğruluk serumu olarak da bilinen Sodyum Pentotal enjekte ediyor gizlice. Serumu verdikten sonraki ilk bilinçaltı yolculuğunda ikisine ait olan dünyanın değiştiğini anlıyoruz. Aurora’nın anıları gün yüzüne çıkıyor, zihninin yarattığı sahte cennete hücum ediyorlar. Serum sonrası bu ilk ziyarette Lukas’ı, tebrikleri kabul ederken görüyoruz. Aurora’nın yanında geldiğinde, ondan “Neredeydin? Benim başka bir fahişen olduğumu düşünüyorlar.” şeklindeki sitemini duyuyoruz. Lukas’la birlikte Aurora’nın tamamen değişen bilinçaltı dünyasında yolumuzu bulmaya çalışıyoruz biz de. Bir sonraki sahnede Aurora, açması için Lukas’a bir kutu veriyor. Kutuda Aurora ile takım elbiseli bir adamın fotoğrafı var. Aurora, “Hatırladın mı?” diye soruyor Lukas’a. Bu soru, Aurora’nın Lukas’ı o adamın yerine koyduğunu, daha doğrusu Lukas’ı o adam zannettiğini açıkça idrak ediyoruz. Aurora’nın Lukas’la yeni yaşamı, gerçek yaşamdaki anılarıyla birbirine giriyor. Hatta anıları baskın çıkıyor. Bu durum Lukas’ın Aurora’ya bakışını olumsuz etkiliyor, onun saçını tararken aşkla bakmıyor artık. Aurora’nın gerçek hayattaki sevgilisi de orgy sahnesinde, arabada arka koltukta belirmeye ve hatta çiftimizi takip etmeye başlıyor. Lukas, kendisine hakim olamayıp adama vahşice saldırdığında oldukça hassas durumdaki Aurora kriz geçiriyor. Lukas, Aurora’nın güvenini kaybediyor ve ümitsiz ilişkilerinin bittiğini anlıyoruz.