18 Ocak 2016

Bir Zamanlar Sinema öneriyor - #39 The Turin Horse


1889 yılında Freidrich Nietzsche, Torino'da dolaşırken sahibi tarafından bir atın kırbaçlandığını görür, ata sarılır ve ağlar ardından da yere yığılır. Bu olay sonrası akli dengesini yitiren Nietzsche, suskunluğa bürünür ve 10 yıl boyunca -ölümüne dek- yatalak olarak yaşar. Bela Tarr ise Nietzsche'yi bir kenara koyuyor ve o atın sahibinin hayatından altı günlük bir kesiti anlatıyor. Yönetmenin sinemaya veda filmim dediği The Turin Horse'u genel kitleye hitap etmese de öneri listeme eklemek istedim.

Bela Tarr, The Turin Horse'da ilk olarak seyirciyi zaman ve mekandan soyutlamak istemiş. Filmin geçtiği yer ve zaman belli belki ama baba-kızın sefaleti varoluştan bugüne herhangi bir yerde, herhangi bir zamanda yaşanmış ve yaşanmaya da devam edecek türden bir insanlık dramı olduğu söylenebilir. Film, ıssız bir coğrafyada zorlukla ilerleyen bir at arabası ve sahibinin görüntüsüyle açılıyor. Sonra baba-kızın köhne evlerinde her biri birbirinden farksız günlerini izliyoruz. Bitmek bilmez bir fırtınanın esir aldığı bu iki insanın yiyebildikleri tek şey haşlanmış patates. Tarr, bu monoton ve amaçsız yaşamı vurgulamak için kızın kuyudan su almaya gidişini, yemek yemelerini ve kızın babasının giyinmesine yardım etmesini gerçek zamanlı veriyor ve aynı sahneleri birçok kez tekrarlıyor. Biz de anlıyoruz ki onlar aslında yaşamıyor sadece hayatta kalıyorlar. Duygu sömürüsüne ve sulandırılmaya müsait bir hikayesi var The Turin Horse'un ancak Bela Tarr buna müsaade etmiyor. Olabildiğince gerçekçi betimliyor olan biteni. Siyah-beyaz tercihi filmi görsel olarak unutulmaz kılarken bahsettiğimiz gerçekçiliği de destekliyor.

Tarr, The Turin Horse'da hikaye anlatma derdinde değil, diyalogları minimuma indirmiş ve filme olan bitene hakim bir de dış ses eklemiş ayrıca episodik bir anlatımı tercih etmiş. Episodik anlatımın sebebi Tarr'ın baba-kızın altı gününü anlatırken günler arasındaki farkı ve farksızlığı belirgin kılmak. Filmde baba-kızın altı gününün anlatılması da boşuna değil. Bilirsiniz kutsal kitaplarda tanrının dünyayı altı günde yarattığından bahsedilir. Tarr, tanrının altı günde yarattığı dünyayı altı günde yerle bir ediyor ve yedinci güne bir gram umut bırakmıyor. Bela Tarr'ın inançlı olup olmadığını bilmiyorum ama bir yok oluş hikayesini altı günde anlattığına göre bir mesaj vermek istediğini düşünüyorum.

The Turin Horse, farklı okumalara açık, bol katmanlı ve hazmı zor bir film, bir başyapıt...