Burç Karabulut yazdı
Ateşi Düştüğü Yer, Türkiye'nin Oscar aday adayı olmayı hak ediyor mu? İsmail Güneş, nevi şahsına münhasır bir yönetmen olarak göze çarpıyor. İsmail Güneş kimdir, nedir bunun üstüne biraz konuşmak gerekli. 2007 yılında The İmam'la kendine has bir kitle edinebileceğini söyleyebileceğim Güneş, avantür yönetmenlerden Nartun Baytuk'un asistanlığını yaparak film çekmeye yöneliyor. 1980'lerin sonunda kendine özgü bir görsel, kurgusal yani kısaca sinemasal bir stil oluşturmayı deneyen (auteurlük) Güneş, Cüneyt Arkın gibi ünlü oyuncularla da çalışmış. Son filmi hariç bir çok filminde senarist Ömer Lütfi Mete ismi ağırlıklı olarak öne çıkıyor. Son olarak 2007 yapımı The İmam filminde beraber çalışmışlar. Açıkçası bence cesur ama hayal kırıklığı denebilecek bir senaryoya sahipti. İsminden de anlaşılabileceği üzere, dini bir arka plana sahipti. Bir yobaz ve modern imam (imam hatip lisesi mezunu ayrıca) imajı ve karakterleri üzerinden Batılı islam imajı çizilmişti. Bunu yaparken yobaz karakterlerini başarılı olarak çizmişti. Ne yazık ki, yer yer televizyon estetiğini çağrıştıran bir sinema estetiği (!) tutturan yönetmen, son filminde de aynı şeyi yapıyor. Bu filmde ister istemez bana şu soruyu sordurdu: Oscar şansımız ne kadar fazla?
Ateşin Düştüğü Yer, bir töre hikayesi anlatıyor. Eğer töre hakkında hiçbir kitap okumadıysanız, dizi izlemediyseniz veya en azından klişe bir hikaye görmediyseniz bu film size yeni gibi gelebilir. Ama günlük televizyon izleme süresi en az beş saate ulaşan Türk izleyici için bilindik bir hikaye anlatıyor, klişe bile kalıyor hikaye ve gayette can sıkabiliyor. Tabii ki de klişelerden yola çıkmayı deneyebilirsiniz. Ama klişeden klişeye doğru gitmek ve bunu yeni bir hikaye olarak sunmak izleyiciye bence bir hakarettir. Aslında kısaca filmi anlatmak istiyorum.
Ateşin Düşüğü Yer, işçi bir ailenin kızı olan Ayşe'nin gayri meşru hamileliği yüzünden töre tarafından cezalandırılmasını ele alıyor. İşçi baba ve karnı burnunda olan karısı, Ayşe'yi hamilelik ortaya çıkana kadar çok seviyor ve el üstünde tutar. Ama ne zaman gayri meşru çocuk ortaya çıkıyor Ayşe, törenin hışmına uğruyor. Törenin temsilcisi işçi baba, Ayşe'yi törenin uygun gördüğü bir biçimde yargılayıp öldürülmesine karar veriyor. Bu karar için törenin öngördüğü kişiler çağrılıyor ve görüş (!) alınıyor. Uzun bir yolculuğa çıkılmasına karar veriliyor. Ama tabii Ayşe'nin her fırsatta babasına olan bağlılığı ve babanın kararlılığı çelişiyor filmde. Mesela Ayşe, bir çok kez elini kanatan babasına yardımcı olmak için elinden gelen her şeyi yapıyor. -Spoiler- Oysa, baba her fırsatta Ayşe'yi zehirlemenin yollarını arıyor ve sonunda buluyor. -Spoiler sonu- 'Yol' filminin son sahnesindeki gibi acı verici bir sonu olmasa da filmin, yine töreye bağlılığın acı yüzünü sonunda vurguluyor (adım adım yolu metafor alarak) Gereksiz uzunluktaki çekim planları göz yoruyor ve bıktırıyor. Ayrıca şık da durmuyor.
Sözün bittiği yerde, filmin konusundan da anlaşılabileceği film Türkiye'nin toplumsal gerçeğine dalıyor ama farklı bir hikaye yerine sıradan bir hikaye çıkıyor. Bunun yanında, sanatsal açıdan seyirciye sunduğu çok az. Oscar aday adayı olmasına ve Kültür Bakanı'nın optimist tahmini olayı kurtaracağa benzemiyor. Oscar'da kendini kanıtlamış ünlü yönetmenlerin filmleriyle mukayese edildiğinde Cannes ödülü kucaklamış Haneke'nin yanında Türkiye'nin Oscar aday adayının şansı ancak mucizelere bağlı. Türkiye'de bile insanların ilgisini çekmeyi başaramamış ve çok az kopyayla yer aldı.
Optimist yanlarından da bahsedecek olursak, filmin hikayesi basit ve anlaşılır. Hikaye tam Batı'nın seveceği türden oryantal bakışa uygun.Bunlar filmimizi son dokuz film arasına itebilecek mi?
Bir not vermek gerekirse: 5\10 veririm.