Wim Wenders'ın 1991 yılında hayata geçirdiği projesi Until the end of the World (Dünyanın Sonuna Kadar), bir bilimkurgu filmi olması hasebiyle yönetmenin filmografisinde ayrıksı bir noktada duruyor. Zaman olarak Milenyumu seçen bu yakın gelecek bilimkurgusu temelde bir baba-oğul ilişkisi üzerine kurulmuştur ve büyük bir kısmı yol filmi biçiminde devam eder. Max von Sydow, Sam Neil, Jeanne Moreau ve William Hurt gibi iyi ve popüler oyunculardan kurulu kadrosuna rağmen, vizyona girdiğinde pek beğenilmedi ve ticari bir fiyasko olarak sinema tarihindeki yerini aldı. Bunun temel sebebi elbette stüdyonun 2.5 saatlik kurguda ısrar etmesi ve filmi büyük anlam kaybına sebep olan bir kurguyla gösterime sokmasıydı. Wenders'ın beş saate yakın süren yönetmenin kurgusu ortaya çıktığında ise Until the End of the World'ün değeri anlaşılmaya başladı.
Hindistan'a ait bir nükleer uydunun kontrolden çıktığı ve henüz bilinmeyen yörüngesi sebebiyle dünyayı tehdit ettiği, uydunun yörüngesi bozuldukça siyasi, sosyal ve ekonomik çöküşlerin baş gösterdiği bir yakın gelecekteyiz. Bahsettiğimiz tehdit aslında hikayenin arka fonunu oluşturuyor. Sam ve Claire adlı karakterlerimizin, görsel deneyimleri kaydedebilen ve rüyaları görselleştirebilen bir cihazın da dahil olduğu bir komplo ekseninde dünyanın dört bir yanında takip edilmeleri Until the End of the World'ün ana hikayesini oluşturuyor diyebiliriz.
Wenders filmini iki ana bölüme ayırmış. Daha uzun olan ilk kısım, ana karakterlerimizin sürekli kaçmak zorunda kaldıkları bir yol filmi şeklinde tasarlanmış. (Yol filmleri zaten Wenders'ın kariyerinde hep önemli bir yer tutmuştur.) İkinci kısım karakterlerimizin Avustralya'nın ıssız topraklarında bir bölgeye ulaşmalarıyla başlıyor. Sam'in anne-babasını ve onlarla çalışan bir grup insanı, burada bir yeraltı sığınağında bir dizi yüksek teknolojili televizyonun da yardımıyla kör karısının görmesini sağlamaya çalıştığı bir yeraltı laboratuvarında buluyoruz. Sam'in kıtaları aşan yolculuğunun sebeplerini ve filmin nihai hedefini anlayabiliyoruz artık. Until the End of the World'ün ülke ülke gezdiğimiz maceralı ilk kısmından sonra, karakterlerimizin izole edilmiş bir toplulukla birlikte endişe ve belirsizliğin hakim olduğu, karakterlerin birbirine dokunduğu bir drama\bilimkurguya açılıyor film. Wenders, bilimkurgu sinemasının çok az el attığı bir alana yönelmiş. Rüyalarımızın görselleştirilmesini sağlayan teknoloji ve bunun insan psikolojisi üzerindeki etkisi filmin incelediği hususlardan biri.
Genel olarak izlerken pek bilimkurgu hissiyatı vermeyen filmlerden biri Until the End of the World. Tanımlaması ve anlatması zor bir film. Ama özümsediğinizde kıymeti de gözünüzde o kadar artıyor ki... Wenders'ın bu cesur girişimini takdir etmek gerekiyor. 90'lı yılların kenarda köşede kalmış bu nadide filmini mutlaka görmenizi tavsiye ediyorum. Tercihiniz yönetmenin kurgusundan yana olsun derim.