Filmlerin asıl sahipleri yönetmenlerin yaşam öykülerinin
zaman zaman beyazperdede hayat buluyor. Genellikle dönemine damga vurmuş usta
sinemacıların, aramızdan ayrılışlarından çok sonra, sanat hayatlarının bir
kesitiyle -bir nevi saygı duruşunda bulunularak- karşımıza çıktıklarını
görüyoruz. En son soyadlarını taşıyan filmleriyle Hitchcock ve Pasolini’yi
izledik. Hitchcock belli ölçüde takdir edilecek yanları olan bir biyografi
olmasına karşın Anthony Hopkins’in ağır makyaj altındaki Hitchcock yorumuyla
sınıfta kalmıştı. Pasolini’nin ise elle tutulur tek yanı Willem Dafoe’nun
performansıydı. Peki, iyi bir yönetmen biyografisi nasıl olmalıdır, hayatı
peliküle aktarılan yönetmenin hangi yönleri öne çıkartılmalıdır? Hele hele söz
konusu sinemanın tanrısı Stanley Kubrick ise…
Kubrick biyografisi, yönetmenin özel hayatına değil,
sanatına odaklanmalı
Kubrick, sözü edildiği gibi münzevi hayatı seçen ve öyle
yaşayan biri hiç olmadı. Özel hayatını paylaşmak istememesi ve pek göz önünde
olmaması yanlış yorumlara sebebiyet verdi. Fazla röportaj vermemesi ve
filmleriyle anılmak-hatırlanmak istemesini de göz önüne alırsak, Kubrick’i
anlatan bir biyografik filmde özel yaşamını deşmeye çalışmak boşa kürek çekmek
olacaktır. Kubrick’i araştıran, başarısının sırrını ve bu sırrın ardındaki
gerçekleri özel yaşamına bakarak aydınlatmak isteyenler, yeni bir keşif
yapamayınca veyahut mevcut olanları doğrulatamayınca aynı efsaneleri
tekrarlamaktan öteye gidememişler. Bu veriler doğrultusunda Kubrick’in özel
hayatına ya hiç girmemeli ya da yüzeysel olarak filme iliştirilebileceği akılda
tutulmalı.
13 uzun metraj film çalışmasıyla sinemanın tanrısı
yakıştırması yapabildiğimiz bir sanatçının elbette sanatına odaklanmak
zorundasınız. 2001: A Space Odyssey, A Clockwork Orange, The Shining gibi
başyapıtlarının yaratım aşamalarını, çekim sürecinde yaşananları ve kamera
arkalarını görselleştirerek yönetmenin hayranlarını mest etmeniz hiç de zor
değil.
Bir başarı hikâyesi olarak ele alınabilir
Evet, film dört dörtlük bir başarı hikayesi olabilir.
Kubrick’in başarı basamaklarını sıçrayarak çıktığı düşünülürse yerinde bir
tercih olacaktır. Bu noktada filmin Kubrick’in çocukluğunu es geçip, gençlik
dönemiyle açılması gerekiyor. Kariyerine bir dergide amatör fotoğrafçı olarak
başlayan bir Kubrick görmeliyiz ve onu sinemaya yönelten şey neydi sorusuna
verilebilecek bir cevap fevkalade olacaktır. Kubrick’in kısa film çalışmaları
ve orta metrajı Fear and Desire’ın başarısızlığı, hikayesinin olmazsa
olmazları. Maddi olanaksızlıklarla çekilen ilk uzun metrajı Killer’s Kiss ve
kadrosunda tanınmış oyuncuların da yer aldığı soygun filmi The Killing’in
başarısıyla dikkatleri üzerine çeken yönetmenin, nasıl oldu da Spartacus gibi
dev bütçeli bir süper prodüksiyonun yönetmen koltuğuna oturduğunu görmek
isteriz (Paths of Glory’de birlikte çalıştığı ve kendisinden bir hayli
etkilenen Kirk Douglas’ın önerisiyle). 30 yaşındaki genç yönetmenin
Spartacus’un setine ilk gittiğinde oyuncuların kendisine küçümseyen gözlerle
bakmaları, buna karşın Kubrick’in kısa sürede setin tek hakimi olduğunu
göstermesi yükseliş hikayesi için hoş ayrıntılar olacaktır.
Mükemmeliyetçiliği ve kontrol manyaklığı önemli
Olası bir Kubrick biyografisi içerisinde belki de en
önemli kısım, Kubrick’i Kubrick yapan karakteristik özellikleridir diye
düşünüyorum. Yönetmenin mükemmeliyetçiliği ve kontrol manyaklığı örneklerle,
şık bir biçimde görselleştirilmeli. The Shining’in artık efsaneye dönüşmüş
tekrarlanan çekimleri mükemmeliyetçiliği için çok iyi bir örnek. Kubrick’in çok
fazla tekrar istediği sahnelerle ilgili; “Oyuncular sözleri düşünmek zorunda
kalırlarsa duyguyu veremiyorlar.” cümlesiyle duruma açıklık getirmesi
yönetmenin hayranları için aydınlatıcı olabileceğinden filmde kullanılabilir.
Kubrick’in filmin ilk gösterimlerde sinema salonlarını denetlemesi, uygun
değilse gerekli değişikliklerin yapılmasını sağlaması, filmlerinin oyuncu
seçiminden kurgusuna, dağıtımından tanıtımına kadar her aşamasına müdahil
olması yani kısacası kontrol manyaklığı başarısının önemli birer parçası olarak
filmdeki yerini almalı.
Kubrick’i kim oynar, kim yönetir?
The Life and Death of Peter Sellers’da Stanley Tucci’yi küçük bir rolde de olsa Kubrick olarak izlemiştik. Orada fiziksel benzerliğe dikkat edildiğini söyleyemeyiz. Ancak bir Kubrick biyografisi içinde, seçilecek oyuncu plastik makyaja ihtiyaç duymadan bizi Kubrick olduğuna inandırmalı ya da en azından onu anımsatmalı diyelim. Bir başka önemli detay ise seçilecek oyuncunun karizmatik olması ve gözleriyle oynayabilen yetenekli bir isim olması gerekiyor. Tanınmamış bir oyuncu tercih edilmesi gerektiğini düşündüğümden aday telaffuz edemeyeceğim. İyi bir film için, iyi bir yönetmen şart. Kubrick hayranlığıyla bilinen, Kubrick’ten etkilendiğini dile getiren bir yönetmen olabilir. Steven Spielberg, Martin Scorsese gibi biyografik film çekmedeki hünerlerini ispatlamış usta sinemacılar veya Paul Thomas Anderson, Sam Mendes gibi yeni kuşağın yetenekli isimleri aklıma ilk gelenler oldu.