Korku janrına hakim bir isim olan Guillermo Del Toro'nun üçüncü uzun metrajı The Devil's Backbone (Şeytanın Belkemiği), İç savaşın yerle bir ettiği İspanya'da bir yetimhaneye bırakılan 10 yaşındaki Carlos'un gözünden, bu ıssız yetimhanede yaşanan olayları anlatılıyor. Hayalet nedir sorusuyla açılan ve seyircisini bunu düşünmeye iten film, hikayesinin temelini trajik bir olay üzerine kurguluyor. Cinayete kurban gitmiş bir çocuğun hayaletinin dolaştığını ve hikayenin düğümünün de bu olayla bağlantılı olduğunu belirtelim. Del Toro, hayalet hikayesini, iç savaşta yetim kalmış çocukların dramına destekleyici bir unsur olarak kullanarak filmin dramatik yapısını güçlendirmiş. Zira, filmde klasik bir hayalet hikayesi olmasına ve alt türün klişeleri kullanılmasına karşın korku hep ikinci planda tutulmuş. Hatta The Devil's Backbone'un korku etiketini sadece hayalet temasının varlığından aldığını söyleyebiliriz.
İç savaşın yarattığı karmaşayı filmin her anında hissedebiliyoruz. İç savaş arka fonda kalmış gibi görünmesine karşın, hikayenin önemli bir ayağını oluşturuyor. Gerçekçi ve minimal bir iç savaş portresi çizen yönetmen, korku filmi beklentisiyle yaklaşılmadığı takdirde seyircisini tatmin edebilen, samimi bir filmle baş başa bırakıyor. The Devil's Backbone, iç savaş fonunda bir korku hikayesi anlatmasıyla Del Toro'nun popülaritesi daha yüksek ve daha başarılı olduğunu rahatlıkla söyleyebileceğimiz Pan's Labyrinth'ini akla getiriyor. Fantastik ve korku değişkeni dışında hikayelerini birer çocuğun bakış açısıyla anlatmalarıyla da iki film arasındaki benzerlik gözden kaçacak gibi değil doğrusu. Sonuç olarak; atmosfer kurmadaki başarısıyla da dikkat çeken The Devil's Backbone'u dramatik korku sevenlere gönül rahatlığıyla önerebilirim.