19 Eylül 2016

Lars and the Real Girl


Ülkemizde vizyona girmeyen Lars and the Real Girl (Gerçek Sevgili) Oscar'a aday özgün senaryosuyla dikkat çeken son derece başarılı bir dramatik komedi örneği. Amerikan bağımsız sinemasının son 10 yılda parıldayan  filmlerinden biri olduğunu söyleyebileceğimiz Lars and the Real Girl'ün yönetmen koltuğunda, bu filmin dışında herhangi bir başarısı bulunmayan Craig Gillespie oturuyor.

Abisi Gus ve karısı Karin'in evlerinin garajında yaşayan ve insanlarla iletişim kurmaktan kaçınan, yalnız ve sorunlu bir insanın -Lars'ın- günün birinde internetten sipariş ettiği şişme bebeğin kız arkadaşı olduğuna kendisini inandırması sonrasında yaşanan gariplikleri naif bir anlatımla ele alan yönetmen Gillespie, seyircinin kısa sürede içine girebileceği, karakterlere ve hikayeye bağlanabileceği bir film çekmiş. Lars and the Real Girl, babasının ölümünün ardından çocukluk travmasını atlatamayan Lars adlı bir gencin komik, dramatik ve romantik öyküsünü o kadar sade bir dille anlatıyor ki, filmin bu mütevazı yapısı lehine işliyor. Şişme bebek Bianca'nın (Lars ona bu adı veriyor) toplum içine karışmasıyla ilk yarısında sürekli bir gülümseme haliyle izlediğimiz film, ikinci yarısında tonunu değiştiriyor ve hüzne kayıyor. Şişme bebek Bianca, Lars'ın hayallerindeki kız prototipinin gerçek hayattaki dışavurumu denilebilir. Hayalindeki kadını yaratan Lars aşık oluyor Bianca'ya. Bir anlamda hayallerini somutlaştırıyor. Ancak Bianca'ya aşık olmanın da ötesine geçip onu bir saplantı haline getiriyor. Lars'ın Bianca'yı kasabalılarla tanıştırması, onu toplum içine sokması ve Lars'ın psikolojik sorunlarının farkında olan insanların Bianca'ya yaklaşımı birçok komik sahneye gebe olsa da büyük oranda filmin dramatik yapısına hizmet ediyor. Film ilerledikçe Lars'ta birtakım değişimler gözlemliyoruz: İnsanlarla daha rahat iletişim kuruyor ve münzevi hayatının dışına çıkıyor. Travmatik çocukluk döneminin izleri belki hiç silinmeyecek ama Bianca sayesinde kendi kendisini tedavi ediyor. Yaptıklarının ne kadar farkında olduğunu bilemesek de Lars'la empati kurabiliyor, onu anlayabiliyoruz. En önemli nokta da bu.

Başta Lars olmak üzere tüm karakterlerin ustalıkla yaratıldığını, hikayenin de psikolojik ve sosyolojik açıdan bir hayli zengin olduğunu söyleyebiliyoruz. Filmin hiçbir anında abartıya kaçmayan Gillespie, bağımsızlığının verdiği özgürlükle, kimseye hesap vermeden hikayesine odaklanabilmiş ve takdir edilmesi gereken bir film ortaya çıkarabilmiş. Seyirciden ve eleştirmenlerden çoğunlukla olumlu tepkiler alan filmin sevilmesinde Lars karakteriyle Ryan Gosling'in inandırıcı performansın büyük bir payının olduğunu düşünüyorum. Lars and the Real Girl, son dönem Amerikan bağımsız sinemasının en iyi örneklerinden biri. Bir nevi kendini iyi hisset filmi olduğu için de herkese tavsiye ediyorum.