Bilimkurgu harikası Wall-e ile tanıyıp sevdiğimiz Andrew Stanton, Edgar Rice Burroughs'un 'A Prince of Mars' adlı bilimkurgu romanından John Carter adıyla sinemaya uyarladığı 250 milyon dolar bütçeli fantastik filmde; açıklanamayan bir şekilde kendisini Mars'ta bulan sırdan bir adamın, John Carter'ın burada bir savaşın ortasına düşmesi, gezegenin ve halkının kurtuluşunun kendi ellerinde olduğunu fark edişiyle zorlu bir maceraya girişmesi konu ediliyor.
John Carter, Yüzüklerin Efendisi sonrasında Hollywood'un yeni bir fantastik film serisi yaratma çabasının bir ürünü denilebilir. Tür olarak bilimkurgu\fantezi diyebileceğimiz film, yapısı itibariyle bir hayli ilginç. 1880'lerin Amerika'sında başlayan öykü öncelikle bir dönem filmi havası estiriyor. Kısa süre sonra zamansal olarak biraz daha geri gidip Süvarileri, Kızılderilileri ve atmosferiyle Western'e kayıyor. Mars yolculuğuyla da asıl türünü buluyor.
John Carter'ın esin kaynakları arasında Star Wars ve Avatar var. Star Wars'un farklı dünyalar ve hepsinin kendine has yaratıklarını-yaşam formlarını fikir olarak John Carter'da görmek mümkün. Uyarlanan roman daha eski olmasına rağmen filmin yaratım sürecinde ve görsel tercihlerinde bu etki gözden kaçmıyor. Avatar ve John Carter arasındaki benzerlikler ise şaşırtıcı. İki filmde de kahramanlarımız yabancısı oldukları bir gezegende önce keşfe çıkıyor sonra da tehlikede olan gezegenin kurtuluş mücadelesine katılıyor. Gezegenin yerel halkı tarafından suçlanıyor, kahraman oluyor ve nihayetinde aşkı bularak hayatlarına anlam katıyorlar. Avatar'ın mavimsi yaratıkları Na'viler John Carter'da yeşil Tharklar olarak karşımıza çıkıyor. Temel farklılıklar ise John Carter'da bir iç savaşın hüküm sürmesi, Pandora'nın eşsiz güzelliğine karşın Mars'ın çöl atmosferinin kullanılması ve gezegenler arası yolculuğun mümkün olabilmesi. Kafa karıştıran mevzu ise çok daha eski bir hikayeden uyarlanan John Carter mı Avatar'a benziyor yoksa Avatar mı...? Hikayeden haberdar olan James Cameron, Avatar'ı yazarken romandan etkilenmiş olabilir mi? gibi türlü sorular türetilebilir. Veyahut her ikisi de birbirinden etkilenmiş olabilir.
John Carter'ın seyirciden beklenen geri dönüşü alamamasının ana sebepleri ise cast'ın yavanlığı, filmin görsel olarak muadillerinden farklı olamaması ve mitolojisinin zayıflığı. Bilimkurgu sinemasının eskittiği temaları klişeleri yıkıp yenilikçi bir tavırla ele almazsanız ve bir James Cameron da değilseniz John Carter benzeri çabuk unutulacak filmler çekmeniz kaçınılmazdır. İçerik ve görsellik ikilisinden en azından birisi seyirciyi tavlayabilecek yetkinlikte olmalı. Aksi takdirde John Carter da olduğu gibi dev bütçelere rağmen düşük gişe getirisi kaçınılmaz olacaktır. Tüm olumsuz özelliklerine karşın karşımızda kötü bir film yok. Koltuğunuza yaslanıyorsunuz ve 2 saat süresince pek alışık olmadığınız bir Mars macerasıyla (Mars genellikle ıssız, hayat belirtisinin olmadığı bir coğrafya olarak betimlenir) eğleniyorsunuz o kadar.
Son söz: Klişe öyküsüne rağmen fantastik sinemaya gönül verenler keyif alacaktır. 5.5\10