Sinemada türler dönem dönem yeni temalar açtığında ya da iyi bir damar yakaladığında Hollywood başta olmak üzere sektör bilinçli olarak bunun üzerine gider. Bilimkurgu sineması özelinde bakarsak; 50’lerde istila filmleri, 70’li yıllarda post apokaliptik filmler, 80’lerde siberpunk’ın doğuşu ve yükselişi, 90’lı yıllarda sanal gerçekliğin ivme kazanması ve internete bağımlı yaşadığımız şu dönemde deyim yerindeyse patlaması iyi birer örnek teşkil ediyor. Son dönem bilimkurgularına baktığımızda da karakterlerin bilgisayar ve intenete bağlanmaları gibi filmlerin de iyiden iyiye birbirlerine yaklaştığını söyleyebiliyoruz. Luc Besson’ın son filmi Lucy’i bu bağlamda incelemeye çalışacağım; ne yapmaya çalıştığını, ne kadarında başarılı olabildiğini irdeleyeceğim.
Limitless ile karşılaştırmak kaçınılmaz
Sıradan bir adamın bir hap alarak beynini tam kapasiteyle kullanmaya başlamasını ele alan Limitless, ortaya attığı soru, fikir ya da teoriye gerçekçi bir yaklaşımla sarılarak seyircinin takdirini kazanmıştı. Lucy’nin senaryosunu da kaleme alan Besson, Limetless’ın “beynimizin tamamını kullanabilseydik ne olurdu?” sorusunu alıp, Limitless’ın aksine kendisine sınır çizmeden; nereden geldik?, nereye gidiyoruz?, amacımız nedir? gibi sorularla ilgilenmeyi tercih ediyor. Limitless’ta Eddie bilhassa bu amaçla üretilmiş bir hapla sınırlarıı aşarken, Lucy sentetik bir uyuşturucunun yüksek dozda vücuduna karışmasıyla o yola giriyor. Ama temelde ikisi de aynı kapıya çıkıyor. Labaratuvarda üretilen bir madde üstün insanı yaratıyor veya insanın evrimine bir basamak daha ekliyor. Limitless ama özellike de Lucy ile bilimkurgu sineması, hayatın anlamını uzayın sonsuzluğunda veya zaman ve uzamda değil kendisinde kendi bedeninde aramaya koyuluyor.
2001: A Space Odyssey’in evrimci bakışına alternatif sunuyor
Hatırlanacağı üzere 2001: A Space Odyssey, insanın evrimini sonsuz bilgeliğin müdahelesi ve arzusuyla gerçekleştiriyor, tesadüfi açıklamalara yüz vermiyordu. İnsana evrilişten uzay çağına atlayıp mekanikleşen insanoğluna bakış atıyordu Kubrick. Yüzeysel de olsa Luc Besson’ın da benzer bir çaba içinde olduğunu görüyoruz. Lucy, beyin kapasitesinin %100’üne ulaştığında artık zaman ve uzamı kontrol edebiliyor. Geçmiş, gelecek ve yaşanılan an, tanrı gibi Lucy için de ‘bir’ oluyor. Bu noktada Besson'ın, 2001: A Space Odyssey’de primat’ın nereden geldiği bilinmeyen siyah yekpare taşa dokunarak, evrim basamağında bir adım daha atmasını zamanı geri sararak Lucy ile gerçekleştirdiğini görüyoruz. Lucy’nin yekpare taşla eşdeğer bir bilgeliğe sahip olduğunu düşündüğümüzde Besson’ın Kubrick’in filmine saygı duruşunda bulunarak evrim açısından kendi versiyonunu çektiğini söyleyebiliriz.
Diğer bir konu da başlangıçta her şeyi hisseden Lucy’nin beyin kapasitesini artırdıkça hissiszleşmesi ve daha mekanik bir insana evrilmesi. Kubrick, uzay çağında makineleşmenin kaçınılmazlığını vurguluyor, insanın evriminin o yönde devam edeceği öngörüsünde bulunuyordu. Besson’ın kendi eserini yaratırken esinlenmenin de ötesine geçerek biraz kopya çektiğini düşünüyorum. 2001’deki maymundan insana, insandan mekanikleşen insana ve oradan da yıldız çocuğa evrilişi yani üç basamaklı evrim hikayesini; Lucy’nin maymundan insana, oradan önce üstün insana, sonra mekanikleşen insana ve en sonunda da yepyeni bir forma ya da formsuzluğa evrilerek 4 basamakta karşımıza çıkardığını görüyoruz.
Matrixvari tavır Lucy’nin harcı değil!
The Fifth Element’te olduğu gibi yine bir bilimkurgu-aksiyon çekmeye niyetlenen Luc Besson’ın bunu bir de Matrixvari hareketlerle süslediğini görüyoruz. Besson’ın kafasında tıpkı The Matrix gibi derinliği ve felsefesi olan bir bilimkurgu-aksiyon kotarmak var. Ancak bu kimyayı tutturması hiç kolay değil. Besson’ın evrime dair söylediklerinin altını yeterince dolduramaması bir yana, hikayenin aksiyon içeren bölümleri de ona ayak uyduramıyor. Şüphesiz ilgi çekici anlara şahit oluyoruz ama The Matrix’te tamamı sanal alemde kopan fırtına (kurşunları kontrol etme, durdurma, uçarcasına yapılan akrobatik haraketler) Lucy’de gerçeklikte karşımıza çıkıyor ve bu da olup bitenin inandırıcılığını sorgumamamıza sebep oluyor. Özetle Besson’ın bu hikayeden bir The Matrix değil, 2001: A Space Odyssey türevi bir film yaratmayı düşünerek yola çıkması gerekiyordu. Ama tabi filmografisine bakarak Besson'dan böyle bir film beklemek de haksızlık olacaktır. İşin aksiyon safhasına bakarsak uyuşturucu mafyası, her şeyi kontrol edebilen bir süper insana karşı çaresiz kalıyor. Eğer bu yola girilecekse kötü karakter(ler)imizin güç dengesini sağlaması gerekiyor bana kalırsa.
Son söz: Her şeye rağmen kimi unutulmaz anları ve Besson’ın vizyonuyla ayakta duran Lucy, türü sevenler için ilgiye değer bir karışım sunuyor. 6.8\10