George Cockcroft’ın (ana karakteri Luke Rhinehart adıyla) ülkesi Amerika’da 1971’de yayımlanan ilk romanı Zar Adam, döneminin best-seller eserlerinden biri. Ne var ki, ülkemizde 2008’de, Pegasus yayınlarından çıktıktan sonra keşfedilmiş ve popüler olabilmiştir. Cockcroft, romanın başarısı üzerine hikayeyi devam ettiren üç kitap daha yazmıştır. Holywood’un esere kayıtsız kalması ise düşündürücü ve merak uyandırıcı. Zira, Zar Adam beyazperde için potansiyeli yüksek bir hikayeye sahip.
Hikaye
Sıkılmış psikiyatrist Luke Rhinehart Manhattan’da eşi ve iki çocuğuyla yaşamaktadır. Hem Batı hem de Doğu felsefelerinin hayatın anlamı alternatiflerinden tatminsizlik yaşar ve basit bir zar atışıyla kendi dinini oluşturarak hayatını sonsuza kadar değiştirir. Rhinehart ve hastaları kısa zaman içinde ebedi kurtuluşlarının tek yolunun her şeyi zarların kararına bırakmak olduğuna inanmaya başlarlar. Luke; seks, madde bağımlılığı ve terapi hakkındaki zar atışlarıyla yeni dinini muhafazakar davranış ve ahlak çöküntüsünün esprili bir birleşimimine dönüştürür. O, bu düşünceyle kendi yaşantısını ve dünyayı değiştirmeyi amaçlamaktadır. Zarlar hayatınızı belirlemeye başladığında artık her şey mümkün olmaktadır.
Çıkış noktasının hakkını veren bir kitap

Neden – Nasıl uyarlanmalı?
Hikaye ana karakterimiz Luke Rhinehart’ın yaşadıklarını yazması yani otobiyografisini kaleme almasıyla açılıyor. Bu durum kitabın anlatısını da doğrudan etkiliyor. George Cockcroft, daha doğrusu Luke Rhinehart yaşadıklarını birinci tekil şahıstan anlatıyor. Zaman zaman üçüncü tekil şahısa da geçiyor ve hikayesiyle sınırları zorladığı gibi anlatısıyla da yaratıcılığını konuşturuyor. Öncelikle bu anlatım biçiminin bozulmadan, değiştirilmeden filme adapte edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Zar Adam’ın ilk etapta göze çarpan ayırt edici iki özelliği var: Birincisi çok güçlü bir mizah duygusuyla kaleme alınmış olması. Okuru kahkaha krizine sokabilecek espriler bir yana tüm hikaye baştan sona eğlenceli bir üslupla anlatılmış. Dolayısıyla filmimiz türsel anlamda komedi olmasa da o üsluba sahip olmalı ve mizahi yönü törpülenmemeli. Kitabın ayırt edici ikinci özelliği ise fazlasıyla cesur ve cüretkar olması. Çıplaklık, seks ve fanteziler filmin gösterimi öncesi nasıl sınıflandırılacağı (18+, şiddet ve cinsellik içerir vb.) düşünülmeden görselleştirilmeli. Luke Rhinehart, “Kendinizi anlayın, kendinizi kabul edin ama kendiniz olmayın” diyor ve hikayenin bir noktasından itibaren -tabi yine zara danışarak- farklı kişiliklere bürünüyor. Bir gün Hz. İsa, diğer gün Sigmund Frued olabiliyor. Veya gün içinde birden çok kişiliğe bürünebiliyor. Diyeceğim o ki; ana karakterimizi canlandıracak oyuncunun bu ani değişimlerin üstesinden gelebilmesi gerekiyor. Çünkü olası bir uyarlamanın başarısı büyük oranda başrolü alan oyuncunun performansına bağlı olacak. Ayrıca iyi bir film çıkabilmesi için The Wolf of Wall Street’teki Martin Scorsese’ye ihtiyaç var. Oradaki mizah ve seksin biyografik film modeli içindeki kullanımı, Scorsese’nin dinamik anlatısı ve üslubu ister istemez Zar Adam’ı aklıma getirdi. Neden uyarlanmalı sorusuna verilebilecek en iyi cevap ise felsefe yapan, alabildiğine komik, bir popüler kültür ürünün hafifliğine sahip olmasına karşın düşündürücü ve yaratıcı bir filmin ortaya çıkabilecek olması bence. Hikayenin devam ettiğini düşünürsek, sinema iyi bir seri kazanabilir.
Şimdi elinize bir zar alın ve sallayın. 1 gelirse Zar Adam'ı okuyun, gelmezse hayatınıza devam edin.("Neden 1?" sorusunun cevabı da romanda..)
Şimdi elinize bir zar alın ve sallayın. 1 gelirse Zar Adam'ı okuyun, gelmezse hayatınıza devam edin.("Neden 1?" sorusunun cevabı da romanda..)