Çok uzak bir gelecekte, maymunların hüküm sürdüğü post apokaliptik bir dünya tablosu çizen Pierre Boulle fantezisi ‘Le Planete des singes’, 1968’de Franklin J. Schaffner yönetmenliğinde yolu sinemayla kesişen romanlar kervanına katılıyor ve gişe başarısıyla türün makus talihini değiştiren, yeni uyarlamaların önünü açan filmlerin başını çekiyordu. 70’li yılların ilk yarısında gelen dört devam filmiyle zamanda yolculuğa çıkarak, evrim teorisine kendi penceresinden bakış atan, yeni sorular sorup, cevaplarının peşine takılan Planet of the Apes (Maymunlar Cehennemi) serüveni, 2001’de tatsız bir yeniden çevrimin ardından sinemadaki yolculuğuna prequel üçlemesiyle devam etmişti. Son olarak geçtiğimiz yıl, Kingdom of the Planet of the Apes ile yeni bir üçlemeye start verildi. Hikayenin potansiyelini değerlendirememiş olsa da serinin devam ediyor olması sevindirici.
Planet of the Apes (1968)
Üç astronot bilmedikleri bir gezegene düşer ve yaşam formu ararken insanlar gibi avlanan maymunlara esir düşer ve hayatta kalan ana karakterimizin bu dünyayı keşif yolculuğu başlar. Filmin sonunda yapılan sürprizle sert bir toplum eleştirisine soyunuyor ve Planet of the Apes bir klasiğe dönüşüyordu. Planet of the Apes'te günümüzden çok çok uzak bir gelecekte insanlar ve maymunların geçirdiği evrim işleniyordu. Maymunların evrimi ileriye doğru giderken; maymunlar, düşünebilen, konuşabilen uygar bir toplum olmuştur. İnsanların evrimi ise geriye doğru işlemiş ve insan hayvandan farkı olmayan bir yaratığa dönüşmüştür. Film, evrim teorisinden yola çıkarak kendi gerçekliğini yaratıyor, evrim teorisini ters-yüz ediyordu. Planet of the Apes'in dünyasında maymunlar, insandan evrimleşerek üstün ırk olduklarına inanıyorlardı. Film, insan ve hayvanın rollerini değiştirerek, bugünün dünyasına eleştirel bir bakış atıp, çukur ayna misali dünyamıza tersten bakmamızı sağlıyordu. Yönetmen Franklin J. Schaffner filmi hikayenin düşünsel alt yapısını yansıtabilmesi, sinematografisi ve dönemi için başarılı makyaj çalışmasıyla parlıyor, insanoğlunun geleceğine dair kapkara bir tablo çizerek, 70’li yıllarda post apokaliptik bilimkurguların canlanmasında önemli bir rol üstleniyordu.
Beneath the Planet of the Apes (1970)
Büyük başarı yakalayan Planet of the Apes'in ilk devam filmi olan Beneath the Planet of the Apes (Maymunlar Cehennemine Dönüş), hikayeyi kaldığı noktadan devam ettiriyor. Taylor’ı arayan başka bir astronot Brent, benzer şekilde cehenneme dönmüş dünyaya düşüyor ve önce maymunların geçirdiği evrime şahit oluyor sonra da kendi dünyasında olduğunu keşfediyor. İkinci filmde yasaklı bölgeyi keşfe çıkıyoruz aslında. Bu keşif sırasında tünellerde yaşayan telepatik vb. güçleri olan bir grup insana rastlıyoruz. İnsanoğlunun bir bölümünün evrimi geriye doğru işlediğini biliyorduk. Bu filmde bir grubun tıpkı maymunlar gibi evrimlerini sürdürdüklerini ve ancak ellerine geçirdikleri bir atom bombasına tapan çılgınlara döndüklerini görüyoruz. Planet of the Apes, post apokaliptik bir bilimkurgu iken Beneath the Planet of the Apes, düpedüz bir kıyamet filmi. Bundan sonra yapılmış ve yapılacağını varsayacağımız tüm filmler bu filmin öncesini anlatmak zorunda diyebiliriz. Yönetmenliğini Ted Post’un yaptığı film, ilk filmin felsefi derinliğini yakalayamasa da estetiğini korumayı başarıyor.
Escape from Planet of the Apes (1971)
Escape from Planet of the Apes, serinin bir önceki filminde kıyamet koparılınca serinin ileri gitme olasılığı kalmadığından iki bin yıl öncesine dönüyoruz. Taylor’ın uzay gemisiyle kıyametten kaçmayı başaran üç maymun günümüze ulaşır. Yönetmen koltuğunda bu kez Don Taylor’ın oturduğu, Escape from Planet of the Apes, ilk filmin kurallarını tersine çevirip uyguluyor. Maymunların hüküm sürdüğü bir dünyanın astronotlar üzerinde yarattığı şok; konuşabilen, medeni maymunların bugünün dünyasında benzer bir etki yaratması ve insanoğlunun kendi kötücül geleceğini öğrenip duruma müdahale etmesi işleniyor bu filmde. Geleceğimizi değiştirebilir miyiz? sorusunun peşine takılan Escape from Planet of the Apes, kaçınılmaz olanın gerçekleşeceği vurgulanıyor. Sıra dışı olayın toplum nezdinde nasıl karşılandığı da masaya yatırılıyor.
Conquest of the Plane of the Apes (1972)
Geleceğimizden gelen Zira ve Cornelius’un bebekleri Ceaser, önce evrimi ardından da devrimi başlatıyor.. 2011 yapımı Rise of the Plane of the Apes’ten bahsetmiyorum. Yeni bir seri başlatmak için yola çıkıldığında Conquest of the Plane of the Apes temel alınmış. Önceki filmin 20 yıl sonrasında, 1991 yılının Amerika’sındayız. Maymunların evcil hayvan olarak kullanılmaya başlaması, bunun köleliğe evrilmesi ve evrim basamağını atlamış, konuşabilen tek maymun Ceaser’ın ülkede uygulanan totoliter rejime karşı maymunları örgütleyerek başlattığı isyan konu ediliyor bu filmde. Devrimin fitilinin ateşlenmesiyle de insanoğlunun sonunu getirecek olan olaylar dizisi başlamış oluyor. J. Lee Thompson’ın yönetmenliğini üstlendiği film, kölelik kavramına ve sert rejimlere bir eleştiri getiriyor.
Battle for the Planet of the Apes (1973)
Battle for the Planet of the Apes (Maymunlar Cehenneminde Savaş)’te maymun devriminden sonra insanlar ve maymunlar arasında bir savaş patlak vermiş ve nükleer silahların da kullanılmasıyla bazı bölgeler yaşanmaz hale gelmiştir. Ceaser önderliğinde göç eden maymunlar, artık insanlarla birlikte yaşamaktadır.. Ancak barış yılları çok da uzun sürmeyecektir. Serinin bu son filmiyle birlikte maymun-insan savaşının yanında kendi türleriyle de bir savaş verecektir maymunlar. Gorillerin kendilerini üstün ırk olarak görmeleri ve gücü-yönetimi ele geçirmek istemeleri, “maymun maymunu asla öldürmez” yasasının çiğnenmesine kadar gidecektir. Maymunların, öldürme ve ırkçılıkla karşı karşıya kalarak kendilerini üstün gördükleri insanlara benzemeleri, filmin en can alıcı noktaları diyebiliriz. Post apokaliptik dünyasını başarıyla görselleştiren Battle for the Planet of the Apes, parlak bir film olmasa da seriye iyi bir şekilde nokta koymasını biliyor.