29 Şubat 2016

88. Oscar Ödülleri


En İyi Film – Spotlight
En İyi Yönetmen – Alejandro Gonzalez Inarritu 
En İyi Kadın Oyuncu – Brie Larson 
En İyi Erkek Oyuncu – Leonardo DiCaprio
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu – Alicia Vikander 
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu – Mark Rylance 
En İyi Özgün Senaryo – Spotlight
En İyi Uyarlama Senaryo – The Big Short
En İyi Animasyon Filmi – Inside Out
En İyi  Yabancı Film - Son of Saul
En İyi Belgesel – Amy

En İyi Görüntü Yönetimi – The Revenant
En İyi Kostüm Tasarımı – Mad Max: Fury Road
En İyi Prodüksiyon Tasarımı – Mad Max: Fury Road
En İyi Makyaj ve Saç Tasarımı – Mad Max: Fury Road
En İyi Ses Kurgusu – Mad Max: Fury Road
En İyi Ses Miksajı – Mad Max: Fury Road
En  İyi Kurgu ödülü – Mad Max: Fury Road
En İyi Görsel Efekt – Ex Machina
En İyi Film Müziği – The Hateful Eight
En İyi Özgün Şarkı –  Spectre
En İyi Kısa Film Ödülü – Stutterer
En İyi Kısa Animasyon Filmi – Bear Story
En İyi Kısa Belgesel – A Girl in the River

25 Şubat 2016

En İyi 10 Sessiz Film


Başlangıçta söz ve hikaye yoktu. Sadece hareketli fotoğraflardan ibaret görsel bir şovdu sinema. Bu bakımdan da diğer sanat dallarından hızlıca ayrılır. Sanatsal bir çabanın sonucunda değil, teknolojik ilerlemenin bir ürünüdür. Ama elbette çok geçmeden potansiyelinin farkına varılmıştır. Önce tıpkı sahne sanatlarında olduğu gibi insanlar bir salona toplanarak ortak bir eğlenceyi, bir olguyu deneyimlemişlerdir. Hikaye anlatmanın yeni bir biçimi olduğunun keşfedilmesiyle bir sanata evrilebilmiştir sinema. Her ne kadar sinemanın babası Lumiere kardeşlerdir dense de, Kinetograf ve Kinetoskop’u icat eden Edison’un ve sinemayı bir hikaye anlatma sanatına dönüştüren Georges Melies’in hakkını teslim etmek bir zorunluluktur bana kalırsa.

Sinemanın doğuşundan 20’li yılların sonuna kadar filmler sessiz çekiliyordu ve 1895-1929 yılları arası da sessiz sinema dönemi olarak adlandırılıyordu. Sözcükler olmadan da derdini anlatabilen bir sanattı sinema ve hatta dil sorunu olmadığından daha evrensel bir sanat olduğunu da söyleyebilir\savunabiliriz.

Sessiz sinema döneminde ilk büyük yönetmenlerle (George Melies, D.W. Griffit, F.W. Murnau, Fritz Lang, Joseph von Sternberg ve Sergey M. Eisenstein) birlikte anlatım olanakları açısından belli bir noktaya ulaşılmıştı. Tür kuramının ayak sesleri duyuluyor, yeni yıldızlar doğuyor, seyircinin ilgilisi kesilmiyor (Büyük Buhran dönemini saymazsak) ve sinema adım adım altın çağına yürüyordu. Önce müziğin eklenmesi ve peşi sıra tüm filmin sesli çekilmeye başlamasıyla birlikte büyük bir değişim yaşandı. Başta stüdyolar olmak üzere seyirci de adaptasyon sürecini çabuk atlattı. Sinemanın sese kavuşması, renkli filmlere geçişle kıyaslandığında çok daha önemli bir devrimdi diyebiliriz.

Bana göre sinema tarihinin en iyi 10 sessiz filmi:

1- Metropolis (1927)

Fritz Lang, bilimkurgu sinemasının ilk klasiğini yarattı. Yönetmenin distopyası işçiler ile işverenleri arasındaki sosyal çarpıklığa dikkat çekerken, kapitalist sistemi ve çarklarını da kıyasıya eleştiriyor. Bugün bile hala ışıl ışıl parlayan bir sessiz sinema başyapıtı.

2- Modern Times (1936)

Sessiz sinema dönemi geride kalmış olsa da Charlie Chaplin kolay kolay vazgeçemedi. Metropolis'te olduğu gibi bir sistem eleştirisine soyunan Modern Times, Büyük Buhran döneminde yaşanan sefaleti Chaplin'in kendi tarzında komedi anlayışıyla hicvettiği üstün bir yapımdı.

3- Napoleon (1927)

Abel Gance'ın adını sinema tarihine yazdıran 5.5 saatlik destanı, hala en iyi Napoleon biyografisidir diyebiliriz. Napoleon'un askeri dehasını çocukluğundan başlayarak anlatan film, döneminin ilerisindeki kurgu teknikleriyle hafızalardaki yerini koruyan bir epik başyapıt.

4- Nosferatu (1922)

Alman dışavurumcu akımın en önemli örneklerinden biri kabul ettiğimiz Nosferatu, esasında bir Dracula uyarlamasıdır. Işık-gölge ve mekan kullanımıyla, yaratığı tekinsiz atmosfer ve gerilimle parmak ısırtan yapım oldukça estetik bir sessiz sinema örneği. Vampir filmi olarak da hala aşılamadığını not düşelim.
https://birzamanlarsinema.blogspot.com/2019/07/lirik-bir-korku-klasigi-nosferatu.html

5- Battleship Potemkin (1925)

Film, 1905 yılında Rus filosuna bağlı bir savaş gemisinde mevcut şartlara dayamayan mürettebatın Çar rejimine karşı başlattıkları isyanı ve sonrasında ülke geneline yayılan büyük ayaklanmayı beyazperdeye taşıyor. Bir yandan devrim probagandası yaparken, öte yandan Sergey M. Eisenstein’ın özellikle kurguya getirdiği yeniliklerle sinemasal devrim gerçekleştirmiştir diyebiliriz. Eisenstein’ın filmi, milleti için ifade ettikleriyle ne kadar önemliyse, sinema sanatına gönül veren bizler için de sinemanın o günkü anlatım olanaklarını zorlamasıyla eşsiz bir sanat eseridir.

6- The Gold Rush

The Gold Rush, için en deli dolu Carlie Chaplin'in komedisi diyebiliriz. Altın avına çıkan insanların hırslarını, kısa yoldan yırtmak için verdikleri mücadeleyi ve zor şartlarda çektikleri sıkıntıları slapstick komedinin belki de en iyi örneğiyle anlatıyor Chaplin.

7- The Cabinet of Dr. Caligari (1920)

Alman dışavurumcu sinemanın ilk örneği olarak kabul edilen The Cabinet of Dr. Caligari, özellikle eğri büğrü mekanlarıyla seyircisinin algılarıyla oynamış ve ardından gelen birçok filmi etkilemiş bir korku klasiği...

8- The Possion of Joan of Arc (1928)

Carl Theodor Dreyer'in son sessiz film çalışması şüphesiz ki aralarında en çarpıcı olanıydı. Jeanne d'Arc yargılanma sürecini ve infazını ele alan The Possion of Joan of Arc, yakın plan çekimleriyle etkisini kat kat artırmış ve bir sessiz filmde olabilecek en yüksek duygusal yoğunluğu yakalayabilmişti. Film, halen pek çok soruşturmada sinema tarihinin en iyileri arasında anılıyor.

9- Haxan (1922) 

Sessiz sinema döneminin en özel filmlerinden biri Benjamin Christensen’in yazıp yönettiği ve önemli bir rolü de üstlendiği Haxan’dır. Danimarka-İsveç ortak yapımı olan filmde eski çağlardan günümüze cadılık mefhumu inceleniyor. Yazının devamı için bakınız:

10- The Last Command (1928)

Sessiz sinemanın büyük ustalarından Josef von Sternberg'in başyapıtı The Last Command, Ekim devrimine farklı bir açıdan bakar. Devrimden 10 yıl sonra Hollywood'da figüranlık yaparak hayatını idame ettirmeye çalışan bir Rus generalin hikayesinin anlatıldığı film unutulmaz bir sona sahip. Emil Jannings'in dev oyunu, Sternberg'in anlatısı ve prodüksiyon kalitesiyle hatırlanan bir şaheser.

19 Şubat 2016

Bir Zamanlar Sinema öneriyor - #41 Teorema


Aykırı sinemacı kimliğiyle bilinen ve hemen hemen her filmiyle farklı tartışmalara konu olan Pier Paolo Pasolini’nin sanatında doruğa ulaştığı eseri Teorema’dır. Yönetmenin kendi kitabından uyarladığı Teorema, burjuvaziye duyduğu nefretin bir dışavurumudur ve film hep burjuvazi eleştirisi şeklinde okunmuştur. Esasında çok daha derin ve evrensel meselelere temas eder film. 

Burjuvaziyi temsil eden bir ailenin malikânesine haber verdiği üzere bir yabancı gelir. Aile bireylerinin kim olduğunu sorgulamadığı bu yabancı, her birini teker teker baştan çıkarır ve ilişkiye girer. Yabancının gelişiyle karakterlerimizin renksiz hayatları bir anlam kazanır. Pasolini bu durumu filmi siyah-beyazdan renkliye geçirerek belirginleştirir. Evin hizmetçisi dâhil beş karakterimiz de yabancıya tutkuyla bağlanır. Hayatın anlamını onda bulurlar. Yabancının gelişi gibi gidişi de ani olunca anlamsızlık had safhaya ulaşır ve her bir birey üzerinde farklı etkiler gözlenir. Burjuvaziyi temsil eden ev ahalisi psikolojik açıdan bir daha çıkmamacasına dibe batarken, evin hizmetçisinin mucizeler gerçekleştiren bir azizeye dönüştüğünü görürüz.

Filmi değerlendirmeye “Yabancı kim?” sorusuyla başlamak en doğrusu olacaktır. Bu konuda yabancının Hz. İsa, Şeytan veya Tanrı olabileceğini belirten üç farklı görüş var. Karakterlerimizden birinin azizeye dönüşmesi Şeytan ihtimalini ortadan kaldırıyor. Aynı şekilde zaten azize, İsa gibi insanları iyileştirmesi ve kendisi için uygun gördüğü son onun İsa’yı temsil ettiğini düşüncesini kuvvetlendirir. Ki İsa’nın Hristiyanlık inancındaki geri dönüşüyle Teorama’daki muhtemel dönüşün herhangi bir bağlantısı yok ve yabancının İsa olmasının mantık dışı olduğunu söyleyebilirim. Elimizde sadece yabancının insan bedenine bürünmüş tanrı olduğu fikri kalıyor. Ancak ateist Pasolini, bizim tanrı dediğimiz karakteri “özgün ve durdurulamaz bir şey” olarak ifade ediyor. 

Filmin etkileyiciliği; “İnsanoğlu (bu dünyada) bir gün tanrı ile karşılaşırsa ne olur?” sorusuna bir cevap niteliğinde olması ve bu özgün hikâyeyi Pasolini’nin diyaloğa fazla yer vermeyen, derdini karakterlerin psikolojisinin görsel karşılığını bularak, etkili bir anlatıyla verebilmesinde gizli diyebilirim. İnsanoğlu, tanrı ile karşılaşırsa ne olur sorusuna dönersek, Pasolini’ye göre cevap bireyin ahlaki değerleriyle, hayata nasıl baktığıyla, hayattan ne beklediğiyle yakından ilgilidir. Kişinin sosyal sınıfı da ahlaki değerleri üzerinde belirleyici bir rol oynadığı için işçi sınıfına dâhil edeceğimiz hizmetçi kadının kutsanarak yükseltilmesi oldukça mantıklıdır. Burjuva ailemizin ise anlamsız hayatlarının tanrının hayatlarına dokunmasıyla anlam kazanması ama nihayetinde eski yaşamlarına döndüklerinde artık eski benlikleriyle yaşayamayacakları için istemsiz olarak yaşamamayı seçtiklerini kanısına varabiliriz. Katatoniye tutulmalarını, bir meczuba dönüşmelerini başka şekilde açıklayamayız sonuçta.

Teorema, her Pasolini filmi gibi seyri ve hazmı zor bir film. Bu sebeple her sinemasevere önerebileceğim bir film değil. Ancak sinema tarihinin en cesur, en sarsıcı yapımlarından biri olduğu için görmenizde fayda var.

14 Şubat 2016

69. BAFTA Ödülleri sahipleini buldu


EN İYİ FİLM The Revenant

EN İYİ KADIN OYUNCU Brie Larson – Room

EN İYİ ERKEK OYUNCU Leonardo DiCaprio – The Revenant

EN İYİ YARDIMCI KADIN OYUNCU Kate Winslet – Steve Jobs

EN İYİ YARDIMCI ERKEK OYUNCU Mark Rylance – Bridge of Spies

EN İYİ İNGİLİZ FİLMİ Brooklyn – John Crowley, Finola Dwyer, Amanda Posey, Nick Hornby

YABANCI DİLDE EN İYİ FİLM Wild Tales – Damian Szifron

EN İYİ BELGESEL Amy -Asif Kapadia, James Gay-Rees

EN İYİ ANİMASYON Inside Out – Pete Docter

EN İYİ YÖNETMEN The Revenant – Alejandro González Iñárritu

EN İYİ GÖRÜNTÜ YÖNETİMİ The Revenant – Emmanuel Lubezki

EN İYİ ÇIKIŞ YAPAN İNGİLİZ SİNEMACI Naji Abu Nowar (Yazar-Yönetmen) Rupert Lloyd (Yapımcı) – Theeb

EN İYİ ÖZGÜN SENARYO Spotlight – Tom McCarthy, Josh Singer

EN İYİ UYARLAMASENARYO The Big Short – Adam McKay, Charles Randolph

EN İYİ KURGU Mad Max: Fury Road – Margaret Sixel

EN İYİ YAPIM TASARIMI Mad Max: Fury Road – Colin Gibson, Lisa Thompson

EN İYİ KOSTÜM TASARIMI Mad Max: Fury Road – Jenny Beavan

EN İYİ SAÇ&MAKYAJ Mad Max: Fury Road – Lesley Vanderwalt, Damian Martin

EN İYİ SES The Revenant – Lon Bender, Chris Duesterdiek, Martin Hernandez, Frank A. Montaño, Jon Taylor, Randy Thom

EN İYİ GÖRSEL EFEKT Star Wars: The Force Awakens – Chris Corbould, Roger Guyett, Paul Kavanagh, Neal Scanlan

EN İYİ ÖZGÜN MÜZİK The Hateful Eight - Ennio Morricone

YÜKSELEN YILDIZ John Boyega

13 Şubat 2016

Bir ilk çağ komedisi: Year One


2014’te kaybettiğimiz oyuncu-yazar-yönetmen Harol Ramis, yönetmen olarak çok üretken bir isim olmamasına karşın komedi alanında Groundhog Day, Analyze This ve Analyze That gibi başarılı işlere imza atmıştı. Ramis’in son yönetmenlik çalışması Year One, bizde Fi Tarihi adıyla gösterildi ve genel olarak olumsuz eleştiriler aldı. 

Bir ilk çağ komedisi olan Year One, zor bir işe soyunuyor. Köylerinden ayrılmak zorunda kalan Zed ve Oh adlı iki arkadaşın bilinmeze doğru yaptıkları yolculukta başlarından geçen olayları hikâye eden film, temelde İncil, Tevrat ve Kur’an’da yer alan kimi hikâyelerin parodisini yapmaya soyunuyor diyebiliriz. Avcılık ve toplayıcılıkla hayatlarını sürdüren ilkel bir kabilenin beceriksiz bir üyesi olan Zed’in zihnini değiştirmek için yasak meyveyi yemesiyle kutsal kitaplardaki ikonografi takip edilmeksizin seçilmiş olaylar veya karakterler hikâye akışı içinde kendilerine yer buluyor. Habil-Kabil, İbrahim-İshak karakterleri ve Sodom ve Gomorra şehirleri parodi malzemesi yapılıyor. Kutsalın parodi edilmesi tehlikeli bir iştir. Sert tepkiler almanız olasıdır. Ramis’in ise büyük ölçüde bu işten alnının akıyla çıktığını söyleyebiliriz. Evet, üzerine düşüldüğünde rahatsız edici detaylar yakalamak mümkün ama kötü niyetli bir yaklaşım olmaması sebebiyle eleştirilerin, esprilerin güldürüp güldürememesi, filmin yaratıcı olup olmaması gibi hususlar üzerine yoğunlaştırılması gerektiğini düşünüyorum. Buradan baktığımızda ise karakterlerin salaklığından mizah çıkarılmasını kolay kaçılması olarak yorumlayabiliriz. Ama bunun yanında ilkellikle ilgili akılda kalıcı esprilerin olduğunu da belirmeden geçmeyelim.

Ana karakterlerimiz Oh ve Zed, çıktıkları yolculukta medeniyetle karşılaşıyorlar. Mağara adamının medeniyete adım atması da komediye hizmet ediyor. Year One, kahkahalarla izleyeceğiniz bir komedi değil ama film boyunca yüzünüzde gülümseme eksik olmayacak. Ramis, farklı komedi türlerinden besleniyor. Parodinin yanına seks ve tuvalet komedisi de ekleniyor. Özellikle bir ilk çağ komedisinde bel altı esprilerin iyi kullanıldığında amacına kolaylıkla ulaşabildiğini görüyoruz. Year One’da seçilmiş kişi mevzusu hem parodi malzemesi yapılıyor hem de eleştiriliyor. Zed’in yasak meyveyi yemesiyle iyiliğin ve kötülüğün bilgisine ulaştığına inanması ve sonrasında seçilmiş kişi olduğunu düşünmeye başlaması sağduyulu bir sonla bağlanıyor. Türün klasiklerinden Monty Python: Life of Brian’daki gibi cehaletin bir sonucu olarak bazı olay, durum veya kişilere anlam yüklenmesinin sonucunda en sıradan ve vasıfsız olanın bir anda seçilmiş özel bir kişi olarak saygı görmesi espri konusu yapılırken özündeki eleştirel tavır ıskalanmamalı. Bu noktada seçilmiş kişi klişesini yine dini göndermelerle açan Year One’da, Zed’in bu husustaki erdemli davranışı filmin de en büyük artılarından denilebilir.

Ramis’in Mel Brooks imzalı History of the World filminden ilham aldığını söylersek yanılmış olmayız. Orada evrimden, yaratılışa ve dünya tarihinin farklı dönemlerine sıçrayarak gerçekleştirilen parodisel yaklaşım, Year One’da ilk çağ komedisi ve kutsal figürlerin ti’ye alınmasıyla ciddi bir benzerlik taşımakta. Orada tarihsel figürler kendi dönemleri içinde değerlendirilirken, Year One’ın o figürleri aynı zaman dilimi içine hapsetmek gibi ilginç bir uygulaması var. Year One, türdeşleri RRRrrrr!!! ve AROG gibi komedilerle karşılaştırırsak, komediyi filmin tamamına dengeli bir biçimde yaymasıyla Fransız yapımı RRRrrrr!!!’ın üzerinde diyebiliriz. Özgün espriler ve yaratıcılık anlamında da AROG kadar başarılı değil. Bu iki filmden farkı ilk çağ komedisini dinsel bir zemine çekerek hayata geçirme düşüncesidir.

Son söz: Imdb, Rotten Tomatoes puanlarını da hesaba katıp, sadece ve sadece türün iflah olmaz tutkunlarına hitap ettiğini belirtelim. 6.5\10        

10 Şubat 2016

Oscar adayı Son of Saul 19 Şubat'ta vizyonda!


Büyük Ödül kazandığı Cannes Film Festivali’nde olay yaratan ve ilk gösteriminden buyana yılın en çok konuşulan sinema olaylarından birine dönüşen film, izleyicisini II. Dünya Savaşı'nda uygulanan soykırımın simgesi haline gelen Auschwitz’e götürüyor. 

Bugüne kadar soykırım üzerine çekilmiş filmlerden bambaşka bir yaklaşım izlemesiyle dikkat çeken filmde, Naziler tarafından toplama kampında iş yapmaya zorlanan “Sonderkommando”lardan Yahudi esir Saul’un hayatının iki gününe odaklanılıyor. Saul, bir gün cesetlerin yakıldığı imha fırınında oğlu olduğunu düşündüğü bir çocuğun cesedini görür. Saul, oğlunun cesedini yakılmaktan kurtarıp usulünce toprağa vermeyi takıntı haline getirecektir. 

Usta yönetmen Bela Tarr’ın asistanı László Nemes’in ilk filmi olan Son of Saul (Saul'un Oğlu), Macaristan’ın Oscar adayı ve aynı zamanda Yabancı Dilde En İyi Film dalında Altın Küre adayı olarak seçildi.

Yönetmenin düşünceleri

Son of Saul, izleyiciyi doğrudan bir toplama kampının ortasına çeken, ekonomik bir şekilde hayata geçirilmiş ama iddialı bir film. Amacımız, tarihsel dramların hikayeyi pek çok bakış açısından bize aktaran geleneksel ve devasa yaklaşımından tamamen farklı bir yol izlemekti. Bu film, Nazi Soykırımı’nın hikayesini anlatmıyor; sınırlı imkanlarla ve sınırlı sürede bir şey yapmaya çalışan, berbat bir durumun ortasında sıkışıp kalmış bir adamın basit bir öyküsünü anlatıyor. İnsanlığını kaybetmeye zorlanmış ve ahlaki kurtuluşu, bir çocuğun cesedini kurtarmakta bulan bir adamın hayatında iki güne tanıklık ediyoruz. Film boyunca ana karakterin peşindeyiz. Sadece onun etrafında olup bitenleri görebiliyor; insan algısına yaklaşacak şekilde daraltılmış, organik bir alan yaratıyoruz. Görüntünün ve odak noktasının bulanıklığı, kesintisiz ilerleyen uzun sahnelerin arka planında ekranda görülemeyen unsurların bulunması, ana karakterin ve izleyicinin sınırlı görsel ve olgusal bilgiye erişebilmesi, bizim görüntü ve hikaye stratejimizin temelini oluşturdu.

Tarihe mümkün olduğunca gerçek bir biçimde bağlı kalan bir dünya tasvir ettik. Korku verici olaylar ve mekanlar, parçalar halinde ekrana yansıyor. Bu da izleyicinin hayal gücüne azami alan bırakıyor. Dolayısıyla izleyici bu cehennemi ve yolculuğu sadece gördükleriyle değerlendiremiyor; zihninde kısmen tekrar yapılandırıyor. Bir‘ milletlerkarmaşası’nın yaşandığı bu ortamda pek çok lisanın konuşulması da, merhametsizliğin ortasında canlı ve sürekli bir insan algısı yaratıyor

Böyle karanlık bir hikâyede, bence büyük bir umut da mevcut: Ahlaki değerlerin tamamen yitirildiği bir ortamda bir adam, içinde duyduğu cılız bir sesi dinlemeye başlıyor; bu doğrultuda anlamsız ve işe yaramayacağı açıkça belli olan bir göreve girişiyor. Erdeme ve iç kurtuluşa erişmek için…

7 Şubat 2016

88. Oscar Ödülleri için tahminler


88. Oscar Ödülleri'nde gönlümden geçenlerin ardından sırada gecenin kazanları olacağını düşündüklerime geldi. Yani tahminlere.. En İyi Film ve En İyi Yönetmen kategorilerinde ciddi bir belirsizlik olduğunu söyleyebiliriz bu yıl. Oscar öncesi sürece baktığımızda The Revenant'ın Altın Küre zaferi sonrasında, DGA (Yönetmenler Birliği)'yı da kazanması yarışta hala bir adım önde olduğu izlenimi yarattı. Spotlight'ın En İyi Film dalında The Revenant ile at başı gittiğini düşünüyorum. The Big Short ise halen yarışın içinde olsa da kazanmasını sürpriz olarak değerlendirebiliriz. Yönetmen kategorisinde ise Yönetmenler Birliği'nin Inarritu demesi Mad Max ile George Miller'ın şansını biraz olsun azaltmış gibi görünüyor. Ama bu kategoride de çetin bir savaş var.

En İyi Film: Spotlight

En İyi Yönetmen: George Miller

En İyi Kadın Oyuncu:  Brie Larson

En İyi Erkek Oyuncu: Leonardo DiCaprio

En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Alicia Vikander

En İyi Yardımcı Erkek oyuncu: Sylvester Stallone

En İyi Original Senaryo: Spotlight

En İyi Uyarlama Senaryo: The Big Short

En İyi Kurgu: Mad Max: Fury Road

En İyi Sinematografi: The Revenant

Yabancı Dilde En İyi Film: Son of Saul

En İyi Animasyon: Inside Out

En İyi Prodüksiyon Tasarımı: The Revenant

En İyi Görsel Efekt: Mad Max: Fury Road

En İyi Kostüm Tasarımı: Carol

En İyi Film Müziği: Carol

En İyi Şarkı: Spectre

En İyi Ses Kurgusu: Mad Max: Fury Road

En İyi Ses Miksajı: Mad Max: Fury Road

En İyi Saç ve Makyaj Tasarımı: Mad Max: Fury Road

4 Şubat 2016

88. Oscar Ödülleri için kişisel tercihler


Son birkaç yıla oranla yarışacak filmlerin görece daha zayıf olduğunu düşündüğüm 88. Oscar adayları, 28 Şubat gecesinde sahiplerini bulacak. Her yıl olduğu gibi kişisel tercihlerimi paylaşmak istedim. Önümüzdeki günlerde tahminlerimi de yapacağım. 

Not: En İyi Animasyon ve En İyi Belgesel kategorilerinde eksiklerim olduğu için tercihlerimi belirtmek istemedim.

En İyi Film
The Revenant

En İyi Yönetmen
George Miller (Mad Max: Fury Road)

En İyi Erkek Oyuncu
Leonardo Dicaprio (The Revenant)

En İyi Kadın Oyuncu
Cate Blanchett (Carol)

En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu
Mark Rylance (Bridge of Spies)

En İyi yardımcı Kadın Oyuncu 
Jennifer Jason Leigh (The Hateful Eight)

En İyi Özgün Senaryo
Inside Out

En İyi Uyarlama Senaryo
The Big Short

En İyi Sinematografi
The Revenant

En İyi Kurgu
Mad Max: Fury Road

En İyi Prodüksiyon Tasarımı
Mad Max: Fury Road

En İyi Görsel Efekt
Mad Max: Fury Road

En İyi Film Müziği
The Hateful Eight

En İyi Kostüm Tasarımı
Carol