The Matrix ile 2000’li yıllar bilimkurgu sinemasını derinden etkileyen Wachowski kardeşler, Matrix’i üçlemeye dönüştürdükten sonra Speed Racer arasını bir kenara koyarsak bilimkurgu üretiminde ısrarcı olduklarını gösterdiler. Cloud Atlas başarısızlığı büyük oranda Matrix’in sağladığı yüksek özgüvenden kaynaklanıyordu. Bilimkurgu\aksiyonun en önemli temsilcilerinden biri olduğunu söyleyebileceğimiz kardeşler, yine kendilerinin kaleme aldıkları Jupiter Yükseliyor’la iyi bildikleri sularda yüzüyorlar.
Hikaye iyi ama…
Wachowski kardeşler, melez türler, yaratıklar gibi birbirinden farklı yaşam formlarıyla doldurdukları bir evren yaratmışlar. En önemli metanın ‘zaman’ olduğu bir evrendeyiz. Zamana hükmedebilmek, ölümsüzlüğe erişebilmek ve daima genç kalabilmenin formülü ise üstün ırkların, en zayıf halkaları bu yolda kurban etmesinden geçiyor. (Dünyamızdaki sömürgecilik faaliyetlerini düşünmemek mümkün değil) Dünyamız ve çeşitli dünyaların bir tür çiftliğe dönüştürüldüğü, kontrol altında tutulduğu Jupiter Yükseliyor'da sıradan bir insanın aslında sıradan biri olmadığını öğrenmesiyle hayallerinin de ötesinde bir maceraya atılması konu ediliyor. The Matrix’te olduğu gibi bir seçilmiş kişi hikayesi de devreye sokuluyor. Wachowskiler, reenkarnasyon aracılığıyla ana karakterimize kraliçelik atfediyor. Hanedanlıkta hedef haline gelen ve peşine ödül avcıları takılan Jupiter Jones’un nefret ettiği hayatından hayallerinin de ötesinde heyecanlı bir yolculuğa çıkışına tanık oluyoruz. Kardeşlerin dünyanın ve insanoğlunun geçmişine, köklerine dair söyledikleri hikayenin en cazip kısımları ama derinleştirilmedikleri için büyük bir anlam ifade etmiyorlar. Aynı şey karakterlerimiz için de geçerli. Hele aşk hikayesi makyajlar kadar yapay. Evet, hikaye iyi ama suya sabuna dokunmayan bir bilimkurgu\aksiyon\fantezi içinde erimiş. Seyircisine keyifli bir macera yaşatsa da beklentilerin altında kalmaktan kurtulamıyor Jupiter Yükseliyor.
Uzay operası cephesinde yeni bir şey yok!
Christopher Nolan gibi uzaya açılan kardeşler, bu kez işin içine fanteziyi de katıp Star Wars, Star Trek veye Guardians of the Galaxy gibi bir evren inşa etmişler. Evet, önümüzde uzay operası alt türünün klasik bir örneği var. Hatta o kadar klasik ki, film için bir formüller geçidi denilebilir. Alt türe dair bildiklerimizin dışına çıkamıyoruz. Uzay operalarında yarattığınız evrene dair çok daha fazla detay sunmanız gerekiyor. Buradan bakarsak seriye dönüşen uzay operalarının evrenini genişletme anlamında sıkıntı çekmediklerini söyleyebiliriz. 2 saatlik bir filmde ise karakterleri ve bahsi geçen evreni tanıtmak ve de temposu yüksek bir film çıkarabilmek zor iş. George Lucas gibi alt türe hakim bir hikaye anlatıcı değilseniz çuvallamanız yüksek ihtimal. Wachowkilerin yaşadığı sıkıntılarından biri de zamanı verimli kullanamamak olmuş.
Aksiyonla nereye kadar?
Aksiyon sahnesi çekmedeki hünerlerini bir kez daha gösterme fırsatı yakalayan kardeşlerin en büyük hatası aksiyona abanırken hikayenin mitolojik alt yapısını boşlamaları diyebiliriz. Geçen yıl Guardians of Galaxy’nin ihtiyacı olan mitolojiden yoksun olması sebebiyle fırsat kaçırdığını söylemiştim. Star Wars neden efsane oldu sorusunun cevabı mitinde gizlidir. Miti cılız kalan yapımlar ne kadar eğlenceli olsa da çabuk unutulmaya mahkum.
Aksiyonu, görselliği, temposu ve kurgusuyla seyir keyfi veren oyalayıcı bir bilimkurgu olmaktan öteye gidemiyor Jüpiter Yükseliyor. Cloud Atlas’ta felsefenin dozu kaçarken, burada aksiyonun dozu kaçmış. Matrix serisinde ise hepsi yerli yerindeydi. Bu kimyayı tutturamadıkça Wachowski kardeşlerin yükselmesi pek olası görünmüyor. Cloud Atlas nasıl özgüven patlaması sebebiyle hüsrana dönüştüyse, Jupiter Yükseliyor da özgüven kaybını açıkça gösteriyor ve hikayenin potansiyeline rağmen yükselemiyor. Belli ki kardeşler risk almak istememiş. Yapımcı koltuğuna oturuyor olmalarını da göz önüne alırsak ne kadar haklı olduğumuz ortaya çıkıyor.
Hikaye iyi ama…
Wachowski kardeşler, melez türler, yaratıklar gibi birbirinden farklı yaşam formlarıyla doldurdukları bir evren yaratmışlar. En önemli metanın ‘zaman’ olduğu bir evrendeyiz. Zamana hükmedebilmek, ölümsüzlüğe erişebilmek ve daima genç kalabilmenin formülü ise üstün ırkların, en zayıf halkaları bu yolda kurban etmesinden geçiyor. (Dünyamızdaki sömürgecilik faaliyetlerini düşünmemek mümkün değil) Dünyamız ve çeşitli dünyaların bir tür çiftliğe dönüştürüldüğü, kontrol altında tutulduğu Jupiter Yükseliyor'da sıradan bir insanın aslında sıradan biri olmadığını öğrenmesiyle hayallerinin de ötesinde bir maceraya atılması konu ediliyor. The Matrix’te olduğu gibi bir seçilmiş kişi hikayesi de devreye sokuluyor. Wachowskiler, reenkarnasyon aracılığıyla ana karakterimize kraliçelik atfediyor. Hanedanlıkta hedef haline gelen ve peşine ödül avcıları takılan Jupiter Jones’un nefret ettiği hayatından hayallerinin de ötesinde heyecanlı bir yolculuğa çıkışına tanık oluyoruz. Kardeşlerin dünyanın ve insanoğlunun geçmişine, köklerine dair söyledikleri hikayenin en cazip kısımları ama derinleştirilmedikleri için büyük bir anlam ifade etmiyorlar. Aynı şey karakterlerimiz için de geçerli. Hele aşk hikayesi makyajlar kadar yapay. Evet, hikaye iyi ama suya sabuna dokunmayan bir bilimkurgu\aksiyon\fantezi içinde erimiş. Seyircisine keyifli bir macera yaşatsa da beklentilerin altında kalmaktan kurtulamıyor Jupiter Yükseliyor.
Uzay operası cephesinde yeni bir şey yok!
Christopher Nolan gibi uzaya açılan kardeşler, bu kez işin içine fanteziyi de katıp Star Wars, Star Trek veye Guardians of the Galaxy gibi bir evren inşa etmişler. Evet, önümüzde uzay operası alt türünün klasik bir örneği var. Hatta o kadar klasik ki, film için bir formüller geçidi denilebilir. Alt türe dair bildiklerimizin dışına çıkamıyoruz. Uzay operalarında yarattığınız evrene dair çok daha fazla detay sunmanız gerekiyor. Buradan bakarsak seriye dönüşen uzay operalarının evrenini genişletme anlamında sıkıntı çekmediklerini söyleyebiliriz. 2 saatlik bir filmde ise karakterleri ve bahsi geçen evreni tanıtmak ve de temposu yüksek bir film çıkarabilmek zor iş. George Lucas gibi alt türe hakim bir hikaye anlatıcı değilseniz çuvallamanız yüksek ihtimal. Wachowkilerin yaşadığı sıkıntılarından biri de zamanı verimli kullanamamak olmuş.
Aksiyonla nereye kadar?
Aksiyon sahnesi çekmedeki hünerlerini bir kez daha gösterme fırsatı yakalayan kardeşlerin en büyük hatası aksiyona abanırken hikayenin mitolojik alt yapısını boşlamaları diyebiliriz. Geçen yıl Guardians of Galaxy’nin ihtiyacı olan mitolojiden yoksun olması sebebiyle fırsat kaçırdığını söylemiştim. Star Wars neden efsane oldu sorusunun cevabı mitinde gizlidir. Miti cılız kalan yapımlar ne kadar eğlenceli olsa da çabuk unutulmaya mahkum.
Aksiyonu, görselliği, temposu ve kurgusuyla seyir keyfi veren oyalayıcı bir bilimkurgu olmaktan öteye gidemiyor Jüpiter Yükseliyor. Cloud Atlas’ta felsefenin dozu kaçarken, burada aksiyonun dozu kaçmış. Matrix serisinde ise hepsi yerli yerindeydi. Bu kimyayı tutturamadıkça Wachowski kardeşlerin yükselmesi pek olası görünmüyor. Cloud Atlas nasıl özgüven patlaması sebebiyle hüsrana dönüştüyse, Jupiter Yükseliyor da özgüven kaybını açıkça gösteriyor ve hikayenin potansiyeline rağmen yükselemiyor. Belli ki kardeşler risk almak istememiş. Yapımcı koltuğuna oturuyor olmalarını da göz önüne alırsak ne kadar haklı olduğumuz ortaya çıkıyor.
Son söz: Olumsuz yönlerine rağmen Jüpiter Yükseliyor'un bilimkurgu tutkunları için ilgiye değer bir iş olduğunu söyleyelim. 5.8\10