Bugün, adını korku sinemasının klasik örnekleri arasında andığımız The Texas Chainsaw Massacre (Teksas Katliamı), ait olduğu türü ve dönemini derinden etkilemiş, yeni bir alt türün doğuşuna ön ayak olmuş önemli bir film. Tobe Hooper'ın adını geniş kitlelere duyurmasını sağlayan bu klasik, aynı zamanda yönetmenin kariyerinin zirve noktası dersek yanılmış olmayız.
70’ler Amerika’sının halet-i ruhiyesi
Korku sinemasının 70’li yıllarından bahsederken şiddet oranının hiç olmadığı kadar artmasına ve bu dönemde üretilen korku filmlerinin sertliğine değinmeden geçmeyiz. Bu değişimin sebeplerini anlamak içinse öncelikle 70’ler Amerika’sına bakmak, toplumun halet-i ruhiyesini anlamak gerekiyor. Vietnam Savaşı, Amerikan halkı üzerinde etkileri uzun zaman silinmeyecek bir travma yarattı. Vietnam’dan gelen dehşet görüntüleri, TV’ler aracılığıyla insanların yatak odalarına kadar girdi. İşkence ve dehşet görüntülerine alışan toplum için sinemada görecekleri kurgusal şiddet ne kadar etkili olabilirdi? Vietnam Savaşı ve Watergate skandalının yarattığı güvensizlik ve kaos ortamı, kuşkusuz ki çağının olaylarını yakından takip eden sinemayı doğrudan etkileyecekti. Böyle bir ortamda hayata geçirilen The Texas Chainsaw Massacre da zaten gerçek bir olaydan esinleniyordu. Seri katil ve mezar hırsızı Ed Gein’in hayat hikayesini kısmen konu alan film, seyirciden beklenilenin de üzerinde bir ilgi gördü.
Leatherface ve ailesini tanıyalım
The Texas Chainsaw Massacre için akli dengesi yerinde olmayan bir ailenin kurbanlarına yaşattığı vahşetin hikayesi denilebilir. Karakterlerimizden birinin artık kullanılmayan eski evini ziyarete giden 5 genç, birer birer ailenin büyük oğlu Leatherface’in kurbanı olur. Yüzüne insan derisinden yapılmış bir maske geçirip, elektrikli testeresiyle kurbanlarını doğrayan Leatherface, hunharca işlediği cinayetlerden ne bir haz duyar ne de intikam dürtüsüyle hareket eder. Aile bir araya toplandığında cinayetleri işleyen Leatherface -babasının yanında- süt kuzusu kesilir. İki kardeş sadece babalarından korkar. Ailenin en aklı başında görüneni de baba karakteridir, temkinli olunması ve arkalarında kanıt bırakmamaları gerektiğini bilir. Ölümü ensesinde hisseden, çökmüş büyükbaba ise ailenin diğer fertlerince gelmiş geçmiş en büyük cani olarak saygı görür. Tüm aile fertleriyle tanıştığımızda yamyamlığın bir aile geleneği olduğunu anlarız. Tüm bu sapkınlıklar için bir açıklamaya ihtiyaç duyulmaz çünkü temelinde delilik yattığını biliriz. İnsan öldürmek, yamyamlıktan ötürü önemsiz bir fiile dönüşür.
Yeni bir alt tür doğuyor!
The Texas Chainsaw Massacre, korku sinemasının Slasher dediğimiz alt türü içinde bir alt tür daha açtı. Teen-slasher yani gençlerin bir sapık katil veya katiller tarafından kesilip biçilmek suretiyle öldürüldükleri alt türün ilk örneği olması sebebiyle The Texas Chainsaw Massacre'ın ayrı bir önemi olduğu söylenebilir. Teen-slasher dediğimiz alt tür filmlerinin birçoğunda bir grup genç, kendilerini Amerikan kırsalına atar ve sapkın bir zihnin kurbanı olur. Bu şablon doğaüstüyle harmanlanan (Evil Dead serisi) örneklerin yanı sıra günümüzde hala The Texas Chainsaw Massacre'da olduğu şekliyle kullanılır. 1978’de Halloween’ın da başarısıyla birlikte 80’li yıllar korku sinemasına hakim olan tür teen-slasher diyebiliriz. The Texas Chainsaw Massacre teen-slasher alt türünün doğuşu anlamına gelirken, diğer yandan korku sinemasında maskeli seri katil furyasını da başlatmış oldu. Leatherface’in peşi sıra Michael Myers, Jason Voorhees ve Freddy Krueger gibi öldürülemeyen seri katiller türedi. Filmlerle birlikte karakterler de kültleşti.
Şiddetten dehşete…
Filmin açılışında haberler aracılığıyla verilen bilgilerde dehşet verici çeşitli olaylardan bahsedilir. Bu yolla seyirci filmde göreceklerine hazırlanmak istenmektedir. Şiddet gösterisi ise ilk yarım saatin ardından başlayacak ve seyircinin kanını donduracaktır. Leatherface’in ilk cinayeti tam olarak gösterilmez çünkü yönetmen Hooper şiddet oranını kademeli olarak artırarak hedefine ulaşmayı arzulamaktadır. Öyle de olur. Kendisini kurbanlarla özdeşleştiren seyirci, her birinin çığlıkları, çırpınışları ve perdede gördüğü dehşet karşısında çaresiz kalır. Wes Craven’in The Last House on the Left (Soldaki Son Ev) filmi gibi birkaç örnek dışında beyazperdede canlanan şiddet, daha önce gördüklerimize benzemez. Yine de Hooper, filmin son kısmına kadar kan göstermekten kaçınır. Daha doğrusu kanı minimumda tutar. Film ne kadar sert olursa olsun türe hakim olan Hooper, istismar filmiyle korku filmi arasındaki ince çizginin farkındadır, sınırlarını bilir. Yönetmen son kalan kızın maruz kaldığı şiddetin etkisini, yakın plan çekimlerle had safhaya çıkartır. The Texas Chainsaw Massacre, şiddetten dehşet yaratma amacındadır diyebiliriz. Bu açıdan bakarsak hikayenin basitliğinin bir önemi yoktur. Bu basit hikayeyle korku sinemasının en iyi örnekleri arasında gösterilen bir film yaratabildiği için Tobe Hooper’a ne kadar saygı duysak az kalır.