28 Kasım 2024

Hayatı Tersten Yaşamak: The Curious Case of Benjamin Button

90’lı yıllarda Quentin Tarantino’yla birlikte sinema dünyasına bomba gibi düşen David Fincher; Se7en, The Game ve Fight Club filmleriyle yeni jenerasyonun aklını almasını bilmişti. 2000’li yıllarda Zodiac ve Gone Girl dışında üstün bir eser üretemeyen, ancak Panic Room ve bu yazıda üzerinde duracağımız The Curious Case of Benjamin Button gibi iyi filmlerle yoluna devam etse de son yıllarda Netflix ile girdiği işbirliğinin kariyerine zarar verdiğini düşünüyorum.

En İyi Film dahil 13 dalda Oscar adaylığına rağmen teknik dallarda aldığı 3 ödülle yetinen Benjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi, F. Scott Fitzgerald’ın 1922’de yazdığı kısa öyküden yola çıkılarak peliküle aktarıldı. Kısaca hayatı tersten yaşayan bir adamın hikayesi olarak özetleyebileceğimiz 2008 tarihli filme, ortalık durulduktan sonra sakin bir kafayla bakmanın zamanı geldiğini düşündüm.

‘Sahte’ biyografi

Fincher, 80 yaşında doğup gittikçe gençleşen Benjamin Button’ın uzun ve alabildiğine garip hayatının tüm safhalarını anlatma düşüncesiyle, flashback sahneleriyle ilerleyen biyografik film modelini kullanmayı tercih ediyor. Biyografik filmlerin altın kuralı yaşamış, hayattan bir figür yerini gerçeküstü ve kurgusal bir karaktere bırakıyor. Bu da Benjamin Button’un Tuhaf Hikayesi’ne sahte biyografik bir kimlik kazandırıyor. Bu yapıyı mevcut hikayenin zorunlu kıldığını da unutmamak lazım. Günümüzde, Button’ın ölüm döşeğindeki aşkı Daisy ve başucundaki kızları Caroline’le bir hastane odasında açılan film, Button’ın bıraktığı günlükle geçmişe gidiyor. Button’ın doğum günü de olan 1. Dünya Savaşı’nın son günlerinden 80’li yıllara kadar sıçramalarla ilerliyor. Button’ın hikayesi, dönem filmi tadında belli ölçüde seyircinin ilgisini ayakta tutacak biçimde devam ediyor. Sık sık ölüm döşeğindeki Daisy’ye dönülmesi ise zaten ağır ilerleyen filmi yaralıyor.

Zaman mefhumu masaya yatırılıyor

Savaşta oğlunu kaybeden kör bir saat ustasının geriye doğru işleyen bir saat yapması ve onun “belki bu sayede savaşta kaybettiğimiz çocuklar eve dönebilirler, belki benim oğlum da dönebilir” dediği sahnede zamanı geri saran Fincher, Button’ın hikayesine girmeden zaman kavramına dikkat çekiyor. Button’ın durumu malum ama onun da bu kısır döngüden kurtuluşu yok. Fincher,  hayatı tersten yaşasanız da temelde değişen bir şey yok demeye getiriyor. Filmde pek çok ölüme şahit oluyoruz. Button, uzun hayatı boyunca yakınlarını kaybediyor ve kendini mutlak sona hazırlıyor. Zaman mefhumunu kaderle de ilişkilendiren (Daisy’nin kaza sahnesi) Fincher, bu durumu masaya yatırıyor ancak masaya yumruğunu vurduğunu söyleyemeyiz.

Varoluş meselesine girilmiyor

Öyle bir hikaye düşünün ki, hayatının başında ve sonunda olmak üzere fiziksel anlamda iki bebeklik dönemi geçiren, hayatı tersten yaşayan bir karakteriniz olsun. Bu karakter özel durumunun da farkında olsun. Ve siz, bu karakter üzerinden hayatın anlamı, insanın varoluşunu anlamlandırma çabasını, karakterle birlikte bizim de kafamızı karıştırabilecek materyalleri (en azından alt metin olarak) filme yedirmeyin. Olabilir mi? Evet, Fincher’ın yaptığı tam olarak bu. Usta senarist Eric Roth’u da dahil edersek, ikisinin de kolay, anlaşılabilir ve popüler olanı tercih ettiklerini söyleyebiliriz. Roth, ana karakteri daha hayatta daha aktif bir karakter yapmayı seçebilirdi. Zaten kitaba tamamen bağlı kaldıklarını söyleyemeyiz. Button, toplumun ileri gelen bir figürü olabilir, bu sıradışı durumunun farkındalığı daha yüksek, sorgulayan, araştıran bir karaktere dönüştürülebilirdi. Fincher, Button’ın varoluşunu sorgulamaktan ziyade Daisy’le olan aşkını ön plana çıkartıp, bu aşkın gidişatından doğan kimi çelişkilerine bakmakla yetiniyor. Elbette filmin romantizme uzandığı anlar da ilgiye değer. Benjamin ile Daisy'nin aşklarını yaşayabilmeleri için doğru zamanda bir araya gelmeleri gerekiyor. Bu durum da şüphesiz, benzersizliğiyle seyircinin bu hikayeden beklediklerinin en azından bir kısmını alabilmesini sağlıyor.

Artıları ve eksileriyle…

Çoğunlukla olumsuz özellikleri üzerinde durmuş olsam da Benjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi; gençlik, yaşlılık, aşk, ölüm ve hayatın geçiciliği gibi temaları üzerine düşündürebilmesiyle kıymetli bir film. Fincher’ın temiz anlatımı, dönem atmosferini başarılı sanat ve görüntü yönetimiyle kusursuzca kurabilmesi ve en önemlisi Button’ın gençleşme aşamalarının görsel karşılığını bulabilmesiyle sınıfı geçiyor. Bu hayat hikayesinin nasıl sonuçlanacağını son ana dek süren bir merak duygusuyla izletiyor Fincher. Ancak başladığı tonda biten, 166 dakika boyunca seyirciyi heyecana gark edemeyen ve sinema büyüsünü hissettiremeyen bir film Benjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi.