2024'ün korku sineması adına oldukça iyi geçtiğini söyleyebilirim. Saf korkuların yanı sıra bilimkurgu korkular (The Substance, Alien: Romulus) dikkat çekti bu yıl. MadS gibi ilginç fikirlerle yola çıkan korku filmleri izledik. Fransız aşırılığının tipik bir örneği olan MadS, plan sekans çekilmesi gibi teknik özelliklerinin yanında zombi alt türünü salgın filmi gibi ele almasıyla farklı bir noktada duruyor. Güney Kore'den gelen Exhuma listeme giremese de yılın en dikkate değer işlerindendi. Oddity yine bu yılın en başarılı korku filmlerindendi. Eski usul bir doğaüstü korkuydu ve mütevazı yapısı, onu daha değerli kılıyor diyebilirim. The Watcher, Abigail, MaXXXine, I saw the Tv Glow ve Lowlifes gibi işlerin de adını anmak gerekiyor.
Robert Eggers'in yeniden yapım Nosferatu'su ise yeni yılda gösterime gireceği için değerlendirme dışında kaldı.
1- The Substance
The Substance, kadınlara dayatılan güzellik algısını, Hollywood'un vefasızlığını ve şov dünyasının kokuşmuşluğunu\ikiyüzlülüğünü eleştirirken, yönetmen Coralie Fargeat, diyalogları minimumda tutup yer yer metaforlar kullanmış. Bu, Crononberg, Kubrick ve Lynch etkili, sinema tarihinden sayısız referans barındıran, bazen çok tanıdık gelse de özgün fikirleri de olan bir body horror şaheseri... Hatta bir body horror olarak Cronenberg'in en iyi işleriyle karşılaştırabileceğimiz yetkinlikte diyebilirim. Hikaye özünde bir bilimkurgu olsa da, korku filmi olarak türün klasik korkutma hileleri deneyen örneklerinden ivedilikle ayrılan, bilinç, benlik ve ego üzerine düşündüren zengin bir sinema deneyimi The Substance. İlk uzun metrajı Revenge ile yetenekli olduğunu göstermişti Fargeat. The Substance'da çok daha fazlası olduğunu kanıtladı. Uzun zamandır hikayesine bu kadar hakim bir yönetmen görmedim desem yeridir.
2- Alien: Romulus
Korku-bilimkurgunun en özel serisi Alien, son dönem korku sinemasında yaptıklarıyla rüştünü ispatlayan Fede Alvarez yönetiminde bir ara bölüm ile geri döndü. Esasında serilere ara bölüm çekmek risklidir ama Alvarez bu riskleri lehine çevirmesini bilmiş. Serinin ilk filmiyle uzay gemisi ve Ash karakteri aracılığıyla organik bir bağ kurularak, yeni karakterler ve bağımsız bir hikaye anlatılmasına rağmen, o çok iyi bildiğimiz Alien coğrafyasından uzaklaşılmak istenmediğini anlyoruz. Yeni karakterlerimiz ve onların yolculuğunun ilk filmle sorunsuzca entegre olabilmesi serinin hayranları için kuşkusuz ki mühim bir artıydı. İlk filmin klostofobisini, ikinci filmin daha aksiyon içeren dinamik sekanslarını Alien: Romulus'ta da görüyoruz. Alvarez'in atmosfer ve gerilim yaratmadaki mahareti de övgüyü hak ediyor. Sonuç olarak hiç beklemediğimiz kadar iyi bir devam filmi Alien: Romulus.
3- Heretic
Film, iki genç Mormon misyoner kadının, yaşlı bir adam olan Bay Reed'in evini ziyaret ederek, onu Mormonluğa döndürme umuduna odaklanıyor. Çok geçmeden, mormonluk ve diğer dinler üzerine başlayan sohbet, dini inancın doğası ve kutsal kitapların kökenlerine uzanıyor ve Hollywood'da pek görmediğimiz semavi dinlerin eleştirisine soyunuyor. Yönetmenlerimiz Barnes ve Paxton, daha ileri gitmiyorlar. İlk yarısında bu tartışmaları odağına alıp, seyircisini ikinci yarısında yaşanacaklara hazırlıyor gibiler. Zira ikinci yarısında dümeni kırıp kapalı alan gerilimine açılıyor film. Heretic, dinler hakkında çeşitli argümanlar sunarak seçim yanılsaması üzerine düşündüren, sık rastlamadığımız türden bir korku filmi.
4- Longlegs
Dış basında aldığı kimi övgülerle ve özelikle de tanıtım kampanyasıyla seyircide büyük beklenti yaratan ve bunu bir nebze karşılayabilen Longlegs, polisiye şablonunu kullanan ama nihayetinde üçüncü perdesinde bir korku filmi olduğu açıkça görülen yılın değerli yapımlarındandı. Yönetmen Oz Perkins, beslendiği kaynakları özümseyerek pek sık karşılaşmadığımız bir tür kırması çıkarmış. Ana karakterini yaratırken Silence of the Lambs'tan, seri katilini yaratırken Seven ve Zodiac'tan esinlenildiğini görüyoruz. Bunun ötesinde bir karşılaştırma yapmanın gereksiz olacağını düşünüyorum. Longlegs'in anlatısının merkezinde ana karakterlimizle birlikte çözmemiz gereken bir gizem yerleştiren Perkins, karmaşık bir labirent bulmacası yaratmaktan çok, bitmek bilmeyen bir dehşet duygusu yaratmaya çalışmış.
5- The First Omen
Richard Donner'ın 1976 tarihli korku klasiği The Omen, devam filleriyle bir seriye dönüşmüş ama her filmde geriye gitmişti. Orijinal filme bir prequel (ön bölüm) çekme düşüncesi de başta heyecan verici gelmese de, ortaya çıkan iş korku severleri fazlasıyla memnun etti. The First Omen, ayakları yere sağlam basan, beklediğimizden daha zeki bir film. Şeytan'ın eliyle bir çocuk doğurması üzerine kurulan komplosu ustalıkla örülmüş ve bu planın arkasındaki karakterler oldukça ürkütücü bir grup olarak çizilebilmiş. The First Omen, seyircinin beklentileriyle oynayan, hafızalarda yer edebilecek nitelikte etkileyici korku sekansları barındıran ve dramatik yapısı da iyi kurulmuş bir korku denemesi. Orijinal filmin seviyelerine ulaşabilecek yetkinlikte olmamasına rağmen, bir prequel olarak kusursuz diyebilirim.