18 Haziran 2025
Bir Zamanlar Sinema Öneriyor: #79 The Devil's Backbone
4 Haziran 2025
Bir Bilimkurgu Klasiği: Terminator Serisi
James Cameron’ın yarattığı Terminator serisi, 30 yılı aşkın bir süredir post apokaliptik bilimkurgu alt türünün göz bebeklerinden biri konumunda. Bu seriyi özel kılan neydi? Başarısını hangi formüllere borçluydu Terminator? Öncelikle Cameron’ın vizyonuna borçlu olduğunu ve yönetmenin alt türü çok iyi etüt ettiğini söyleyelim. Cameron, tematik açıdan oldukça zengin bir kıyamet sonrası bilimkurgusu yaratırken birçok filmden faydalanmış, 1968 sonrasındaki süreci iyi değerlendirmiş. Termınator, kıyamet sonrasına zaman yolculuğu aracılığıyla ulaşan Planet of the Apes’in formülünü tersten uygulayarak alt türe zenginlik ve bir farklılık kattı denilebilir. Film, 2001: A Space Odyssey’in bireysel olarak yaklaştığı makine – insan mücadelesini de alenen bir savaşa çevirmiş, insanoğlunu yokoluşa sürükleyecek bir hikayede işlemiştir. Westworld’ün insan suretindeki makineleriyle, Blade Runner’ın karanlık atmosferi Cameron’a ilham vermiş. Şüphesiz ki, Termınator post apokaliptik bilimkurgu alt türüne pek çok yenilik getirmiş olsa da, türün diğer örneklerini gibi nükleer felaket paranoyasından beslenmiştir. Mad Max serisi ve Escape from New York’ta olduğu gibi kıyamet sonrasında aksiyon düşüncesini hikâyenin günümüzde geçen ayağında hayata geçirmiştir Cameron. İlk üç film, Mad Max gibi kaçmalı-kovalamacalı yapıya bel bağlamış ve bu, Terminator filmlerinin klasik bir öğesine dönüşmüştür.
Serinin efsaneleşmesinde yönetmen Cameron’ın ardından en büyük
pay Arnold Schwarzenegger’a aittir diyebiliriz. Kendisine Klye Reese rolü teklif
edilen, ancak sibernetik makine T-800’ü tercih eden Arnold, özellikle ikinci
film sonrasında karakteriyle ikonikleşmiş, “I’II be back” (Geri döneceğim)
repliğini haklı çıkarırcasına hep geri dönmüştür. Cameron sonrasında düşüşe geçen seriyi diriltmek için birçok yol denendi ama Terminator’ı özüne
döndürme çabası beklenen sonucu vermedi.
The Termınator
Seyircisine oldukça zengin bir dünya sunan Termınator,
distopyasında umududa yer açan kıyamet sonrası bilimkurgularından. Yapay zeka
ile insanoğlunun gelecekte vuku bulan çetin savaşıyla ilk buluşmamız, düşük bütçe
faktörüne rağmen muazzam bir deneyime dönüşmüştü. 2029 yılının karanlık
dünyasında açılan film, makinelerle insanlığın dengelerin sürekli değiştiği
savaşından günümüze uzanır. Yapay zeka Skynet’in şeytani bir planı vardır: Direnişin
lideri John Connor’ı henüz doğmadan yoketmek… Bunun için görevlendirilen T-800
model sibernetik makine görevini tamamlayana kadar durmayacaktır. Biraz
düşündüğünüzde hikâyenin İncil’den beslendiğini fark edeceksiniz. John Connor,
insanlığın kurtuluş umudu, mesihidir. Onu doğuran Sarah Connor’da Meryem Ana
olarak düşünülebilir. Zira, mesele sadece kurtarıcıyı doğurması değil, henüz
teorik olarak doğmamış\varolmamış biri tarafından hamile bırakılması söz
konusudur. John Connor’ı özel yapan da belki bu ince detaydır.
The Termınator, serinin en karanlık filmi olmakla birlikte
gerilimin yaratma hususunda da devam filmlerinin önündedir. Bunun sebebi de
karakterlerimiz arasındaki güç eşitsizliğinin diğer filmlere göre daha dengesiz
olmasıdır. Kısıtlı bütçe de Cameron’ı aksiyondan ziyade gerilime yöneltmiştir.
İlk filme bakarak insanoğlunu yok oluşa sürükleyen makine-insan savaşında tüm
suçu zaman yolculuğu teknolojisi üzerine atabiliriz. Çünkü gelecekten gelen Cyborg
yok edilse bile, sağlam kalan bir kolu ve işlemcisi Skynet’in doğuşunu olanaklı
kılacaktır. Bu noktada oluşan paradoksun ise filme bir derinlik kattığı
söylenebilir.
Terminator II: Judgement Day
The Terminator’ın ticari başarısı sonrasında Aliens ve The
Abbys gibi iki bilimkurgu başyapıtı daha çekerek bir anda hem türün hem de
döneminin en önemli yönetmenlerinden birine dönüşen James Cameron, stüdyodan
100 milyon dolar gibi yüksek bir bütçe kopararak hayalini kurduğu filmi yapmak
için kolları sıvamıştı. Aradan geçen 7 yılda efekt teknolojisindeki geldiği
nokta da kuşkusuz bu hayali hayata geçirmesine olanak tanıdı denilebilir. İlk
filmin hikâye kurgusunu tekrarlayan Cameron, Arnold Schwarzenegger’in
seyircinin belleğinde taze kalmayı başaran Cyborg karakterini koruyucu bir
meleğe dönüştürmesi film adına küçük ancak çok etkili bir hamleydi. Hikâyeyi 10
yıl sonrasına taşıyan Cameron, T-800’ü babasız büyüyen John Connor için bir
baba figürü gibi konumlandırdı. Böylece durmak bilmeyen aksiyon içine
duygusallık da katarak inanılmaz bir kimya oluşturdu. Judgement Day, bir devam
filmi olsa da öncülünün çok ötesine geçti. Efektlerin, görseliğin ve doyumsuz
aksiyonun bunda büyük payı olsa da, Judgement Day’in tematik açıdan daha zengin
bir film olması, Terminator’ün dünyasını genişletmesi klasikleşmesinde etkili
oldu. Makine-insan savaşının kendi içinde makine-makineye karşı, makinenin
insanlaşması gibi alt başlıklar açılarak genişletilmesi iyi bir örnektir. İlk
filmde zorunlu olarak öne çıkan gerilimin, bu filmde yerini tam anlamıyla
gerçek bir aksiyona bırakması, bilimkurgu\aksiyon melezleşmesinin Terminator
filmlerine daha uygun olmasıyla ikinci film parladı. Karakterlerin kendini
bulması da atlanmaması gereken bir detaydır. Sarah Connor’ın sinema tarihinin
en güçlü kadın karakterine bürünüşü, John Connor’ın ortaya çıkışı, T-800’ün
insanoğlunun tarafına geçişi ve civa alaşımlı T-1000’in varlığı Judgement Day’e
çok şey kattı. Sayısız unutulmaz sahnesiyle hafızalarımıza kazınan bu film,
görsel dokusu, aksiyonu ve kusursuzluğuyla 90’lı yıllar bilimkurgu sinemasının
zirvesine oturdu.
Terminator 3: Rise of the Machines
James Cameron, Terminatör serisine daha fazlasını
veremeyeceğini düşündüğünden ve kendini de tekrar etmekten kaçındığı için
üçüncü filmin kamera arkasına geçmeyi kabul etmedi. Çok da tecrübeli bir isim
olmayan Jonathan Mostow’ın yönettiği Terminator 3: Rise of the Machines, formüllerin
dışına çıkmayan klasik bir devam filmiydi. İkinci filmin 10 yıl sonrasına
taşınan hikayede yetişkin ve bir nevi derbeder bir John Connor çıktı karşımıza.
Skynet’in onu yok etmek için bir kez daha şansını denediği filmde, Judgement
Day’de olduğu gibi makine-makineye karşı durumu söz konusuydu. Artık
klasikleşen otobanda takip sahneleriyle yine büyük keyif verse de, serinin
hayranları aksiyon ve görsellikten çok daha fazlasını beklediğinden Rise of the
Machines kısmen de olsa hayal kırıklığı yarattı. Kaderimizi değiştirip
değiştiremeyeceğimiz meselesi üzerine kafa yoran filmde kaçınılmaz olanın
gerçekleşeceğini vurguladı yönetmen Mostow. Zaten Rise of the Machines’in seri
içindeki önemi geçmiş ve geleceği birleştirmesiydi. Ortada seriyi ileri
taşıyacak bir hikaye olmaması, Cameron’ın vizyonuna ihtiyaç duyulması ve
tekrara düşülmesi gibi sebeplerle beklentileri karşılayamayan üçüncü bölüm, her
şeye rağmen başarılı bir işti.
Terminator: Salvation