Burç Karabulut yazdı
12 Years a
Slave’in trajedisi belki de gerçek bir hikayeden uyarlanmış olması olabilir.
Bugün yoldan geçen herhangi bir kişiye sorsak, heralde Amerika için söylenecek
en son kelime, Amerika ırkçıdır olurdu. Solomon Northup ve Steve McQueen bizi
kapanmış olan o devri bir kez de tüm çıplaklığıyla görmeye çağırıyor.
Kapitalizm ve iç savaş öncesi devirde Amerikan topraklarına uzanıyoruz. İyi
giyimli beyazlar ve siyahların özgürlüklerinden mutlu oldukları bir çağdayız.
Aslında özgürlüğün en yüce değer olduğu bir çağdayız desem daha doğru
olacaktır. Filmin hedefi de o özgürlüğü önce zora sokmak sonra sonuna kadar ona
ulaşmak oluyor.
Beklenmeyen
Yolculuk
Solomon
Northup bir görüşme için iki adamla buluşuyor. İçiyorlar, eğleniyorlar
birbirlerine ısınıyorlar. O kadar ısınıyorlar ki muhabbet almış başını gitmiş
derken Solomon kendi hapishanede buluveriyor. İlk önce kendi de anlayamıyor bir
önceki gece hiç yaşanmamış gibi geliyor. Fare gibi kapana kısılmış. Zincirin
demirleri ellerini acıtırken üstüne köle kıyafeti geçirilmiş. Kıyafetleri
üstünden çıkarılmış. Solomon o sırada şaşkınlıktan ne düşüneceğini bilemiyor.
Bir adam giriyor. Onu dövmeye başlıyor. O hapishane macerasının sonu ilk önce
köle satıcısından da sonra Louisana’da bir evde sonlanıyor. Özgürlüğe giden yol
son derece sancılı. Bu beklenmeyen yolculuk sonunda Solomon, ailesinden
ayrılmış bir durumda paramparça olmuş hayatını geride bırakarak kölelik
hayatıyla tanışıyor.
Kölelik
hayatı ve ırkçılığın acı yüzünü yüzümüze vuran film
Solomon bu
kölelik hayatını kabul etmekten başka çaresi olmadığını düşünerek yeni
efendileri ve yeni arkadaşlarıyla tanışıyor. Keman çalıyor yeri geldiğinde,
yeri geldiğinde inşaatla uğraşıyor, yeri geldiğinde tarlada çalışıyor. Tüm
siyah köleler gibi. Ağzında tek bir söz; ben köle değilim ben aslında özgür bir
adamım. Yiyor laflarını çünkü dinleyen ve anlayan yok. Efendileri çok sert ve merhametsiz
bir şekilde rahat hayatlarını sürdürüp gidiyorlar. O kadar acımasızlar ki;
kölelikten kaçmak isteyenleri asıyorlar, geceleri siyah kadınlarıyla zorla
cinsel ilişkiye giriyorlar. Efendilerinin merhametiyle yaşıyorlar ama
merhametli değiller. Solomon bir an bir beyaza karşı gelme cesareti buluyor
kendinde. İnşaat işi sırasında beyaz efendinin laflarını harfi harfine
uygulamasına karşın şiddet görüyor. Şiddete şiddetle cevap verince asılı
bırakılıyor ama öldürülmüyor. Özgürlüğe ulaşmak imkansız görünüyor.
Django’yu sevdiyseniz,
12 Years a Slave’den kesinlikle nefret edeceksiniz
12 Years a
Slave, Django’yu hatırlatmasıyla yüzümüze bir tebessüm koysa da bu hikaye bir
intikam hikayesi değil. Tüm zalimliği, felaketi ve insanlık dışı o kölelik
dönemi her dakika daha şiddetlenerek kendini gösteriyor. Bir Tarantino yok.
Anlatılan kesinlikle salt gerçeklerden ibaret bir irade hikayesi oluyor. Buna
bir de ailesine ulaşmak isteyen bir adamın azabını ekleyin. Eminim trajedinin
boyutlarını düşünebiliriz. Bir farklılık olarak Brad Pitt, iyi beyaz olarak
karşımıza çıkıyor. Onu görmek bile beni memnun etmeye yetti. Django’yu
sevdiyseniz, 12 Years A Slave’nin hikayesinde ağlayacaksınız.