1- Kış Uykusu ne anlatıyor?
İnsana ve hayata dair o kadar çok şey söylüyor ki.. Sınıfsal farklılıklardan, iyi-kötü algısına, hak-hukuk-adaletten vicdana... Ve genel olarak da insanoğlunun iç dünyasına ışık tutarken minimal bir Türkiye panoraması çıkardığını söyleyebiliriz Ceylan’ın. Belli bir noktaya odaklanmayan, karakterlerinin iç dünlayalarından, geçmişlerinden ve birbirleriyle olan ilişkilerinden gücünü alan; dolayısıyla da hikaye anlatmak yerine insanı çözümleyerek hikayecikler anlatan bir film bu.
2- Politik bir film mi?
İtiraz eden çok olacaktır ama Kış Uykusu’nın hiç de politik bir film olduğunu düşünmüyorum. Nuri Bilge Ceylan’ın da Yılmaz Güney gibi politik duruşunu anlattığı hikayelerin önüne geçirdiğini ve çok fazla mesaj kaygısı taşımadığını sanıyorum. Ülke sorunlarını kendi süzgecinden geçirip yansıtsa da o meselelerden çok insanı anlatmayı seviyor ve daha evrensel bir bakış açısına sahip bir sinemacı kendisi. Dolayısıyla Kış Uykusu’ndan taş atan çocuk meselesini çıkardığınızda politik pek bir şey bulamayacaksınız. Bu filmdeki iktidar mücadelesinden politik bir okuma yapmak ise ancak “her film politiktir” düşüncesine saplananlara göre bir çıkarım.
3- Diyaloglar söylendiği gibi yapay mı?
Dört dörtlük bir senaryo yazan Nuri Bilge – Ebru Ceylan çifti aslında karakterler nasıl konuşması gerekiyorsa öyle konuşturmuşlar. Açmak gerekirse; yörenin insanında nasıl bir doğallık görüyorsak, entelektüel kesimi temsil eden karakterlerde de benzer bir durum var. Yapay kaçan kimi diyaloglar var itiraf etmek lazım ama bu durumu daha çok Nihal karakterinde gözlemliyoruz. Bu da o karaktere hayat veren Melisa Sözen’den kaynaklanan bi durum diye düşünüyorum. Sözün özü, insanlara diyalogların yapay gelmesinin sebebi Othello otelin sakinlerinin oluşturduğu zümreden kaynaklı bana kalırsa.
4- Nuri Bilge Ceylan sinemasındaki yeri nedir?
Kış Uykusu, Nuri Bilge Ceylan sinemasının doruk noktası diyebiliriz. Bir Zamanlar Anadolu’da ile artan diyalog kullanımından hayli geveze bir filme geçiş yapıyor yönetmen. Ama boş konuşmuyor, pek çok meseleyi odağına alarak riskli bir işe soyunuyor ve bocalamadan son noktayı koymayı başarıyor. Bu açıdan da aslında önceki işlerinin tamamından ayrılan bir film olduğunu belirtmek gerekiyor Kış Uykusu’nun. Ceylan’ın ilk kez kusursuzu yakalamayı başardığını ve ilk başyapıtına imza attığını söylemek istiyorum.
5- Altın Palmiye ödülü, Türk sinemasının 100. yılı ve filmin vizyon macerası hakkında ne söylenebilir?
Bu üç maddeyi bir arada değerlendirmek doğru olacaktır. Altın Palmiye ödülü, hem sinemamızın 100. yılının taçlandırılması anlamına gelirken hem de filmin vizyonuyla ilgili ciddi bir strateji değişikliğini beraberinde getirdi. Bu ödülle Ceylan’ın kendi ülkesinde geniş kitlelere ulaşma şansını yakaladığını ve genel kitlenin sanat filmi olarak görüp burun kıvırdığı bir filmin ilk kez bu kadar geniş bir vizyon ağına sahip olduğunu görüyoruz. Netice ne olacak ilk üç gün rakamını görmeden bir şey söylemek zor ama kendi rekorunu epey yukarı çekeceğini düşünüyorum. Her ne kadar, 25-30 kişinin izlediği bir salondan 5-6 kişinin film bitmeden çıktığını ve buradan da geri dönüş anlamında genel kitlenin tutumunda bir değişiklik olmayacağına ve Kış Uykusu’nun maksimum 350-400, minumum 200 bin Türk sinemaseveri sinema salonlarına çekeceğini söyleyebilriiz. Altın Palmiye ödülünün getirisi elbette çok daha fazlası.. Muhtemel Oscar yolculuğunu da hesaba katarsak, 100. yılında ülke sinemasının geleceğine dair önemli adımlar atıldığının altını çizmek gerekiyor.
Son söz: Kış Uykusu, görkemini her anında hissettiren bir başyapıt... Ceylan, Türk sinemasının dillendirilmeyen sorunlarından "nasıl final yapılır?", "nasıl yapılmalıdır?"a tokat gibi bir cevap vermiş. 9.7\10