13 Mayıs 2016

Robert Langdon'ın son macerası: Cehennem


Eserlerini; tarihi, bilimi ve sanatı harmanlayıp, bunu da şifre ve bulmacalarla süsleyerek kurguladığı bir formülün izini sürerek yaratan Dan Brown, kendisine saygınlık ve ün kazandıran “Melekler ve Şeytanlar” ve “Da Vinci Şifresi” romanlarını ana karakteri Robert Langdon'ın yine merkezde olduğu "Kayıp Sembol" ile devam ettirmişti. Yazarın “Cehennem” adını verdiği son eseriyle simgebilim profesörü Robert Langdon kitapları bir dörtlemeye dönüştü. 

Adını, Dante Alighieri’nin üç bölümden oluşan epik şiiri İlahi Komedya’nın ilk kısmı olan Cehennem’den alan roman, küresel felaket senaryosunun tabanına Dante’nin Cehennem’ini yerleştiriyor. Bununla kalmayan Brown, şifreleri sanat eserine yerleştirme düşüncesini bu kez de Dante’nin dizelerinde hayata geçiriyor. Eserin Robert Langdon’ın yeni macerası olması, devam filmlerinde veya kitaplarında olduğu gibi yazarın karakter gelişimine gerek görmeden, doğrudan olaya odaklanmasına ve hızlı bir başlangıç yapmasına sebep olmuş. Hatta bu sefer, olaya A noktasında dahil olmuyoruz. Hastahane odasında yaralı bir şekilde uyanan ve son iki gün neler yaşadığını hatırlayamayan bir Robert Langdon var önümüzde. Langdon’ın hafıza kaybı, nasıl bir belaya bulaştığını bilmemesi, gizem öğesini artıran bir unsur. Bir yandan kendisini öldürmek isteyenlerden kaçan, öte yandan ipuçlarının izini süren Langdon, Floransa’dan Venedik’e, oradan da İstanbul’a uzanan yolculuğunda yine zamana karşı bir yarış veriyor. Dan Brown’ı başarıya götüren faktörlerin başında zaten gerilimi zamana endeksleyerek yaratması geliyor. Çeşitli sanat dallarından ve tarihten yani sanat tarihinden beslenmesi romanlarına öğretici veya bilgilendirici bir nitelik de kazandırıyor. Hikayenin temelinde genetik mühendisliğinin olması ve oradan ulaştığımız nokta da Cehennem'i bir bilimkurgu olarak okumamıza olanak tanıyor.  Yazarın, yazım aşamasına geçmeden yaptığı detaylı araştırmalar, tüm kitaplarında olduğu gibi “Cehennem”de de bilgi bombardımanı biçiminde yerini almış. Bu durum Brown romanlarında genel olarak bir artı olarak yansımasına karşın “Cehennem”de zaman zaman rahatsız edici olabiliyor.

“Cehennem”, Melekler ve Şeytanlar’a daha yakın duran bir roman olmasına karşın, Brown’ın klasik bir son tercih etmemesiyle ondan hızlıca ayrılıyor. Hikayenin yanılsama zinciri biçiminde kurgulanması, son düzlüğe girdiğimizde şaşkınlık ve heyecanı birlikte yaşamamızı sağlamış. Dan Brown’ın “Cehennem”de insanoğlunun geleceğine yönelik oldukça karamsar bir tablo çizdiğini de belirtelim.

“Da Vinci Şifresi” ve “Melekler ve Şeytanlar”ın başarısız sinema uyarlamalarının ardından, gişe başarıları düşünülerek yine Roh Howard’a teslim edilen “Cehennem”den iyi bir film çıkar mı kestirmek zor ama fazla umutlu olduğumu da söyleyemem. Howard bir şekilde türünün en iyi örnekleri arasına alabileceğimiz gerilim romanlarından vasat (Da Vinci Şifresi) ve kötü (Melekler ve Şeytanlar) filmler çıkarmayı başardı! Eğer hatalarından ders çıkarırsa görece daha iyi bir film çıkarabilir “Cehennem”den. Ancak Dan Brown’ın bilgi bombardımanını enfes bir gerilim içinde eritebilmesi, ona has bir yetenek. Ve o yetenek Ron Howard’da yok maalesef… Geçtiğimiz günlerde filmin ilk fragmanı yayınlandı. Yine heyecan dolu ve merak uyandırıcı bir fragman izledik ama önceki uyarlamalar görünüşe aldanmamamız gerektiğini söylüyor.