18 Aralık 2014

Gone Girl - Kayıp Kız


Suç unsurundan beslenerek türeyen polisiyede Seven ve Zodiac gibi çarpıcı filmler üreten, Panic Room ve The Girl with the Dragon Tattoo gibi kabaca gerilim diyebileceğimiz filmleriyle de ana rotasından fazla şaşmayan David Fincher, 10. uzun metrajı Gone Girl (Kayıp Kız) ile de sanatını en iyi şekilde icra edebilidği alanda bir eserle çıkageldi. Gillian Flynn’ın çok satan gerilim romanından, bizzat yazarın senaryolaştırğı Gone Girl, odağını aldığı bir çift üzerinden Amerikan halkının toplumsal değerlerini sorguluyor, evlilik kurumuna bakış atıyor ve medya eleştirisine soyunurken, toplum üzerindeki gücünü, tüm acımasızlığıyla gösteriyor.

Bakış açılarında saklanan anlam

Kaybolan kadın motifiyle açılan Gone Girl, olay mahali ve ipuçlarının üzerine gitmesiyle polisiye sularında geziniyor. Ancak hikayesini polisin bakış açısından değil, ana karakterlerimizinkinden vererek kara filmlere göz kırpıyor. Fincher, ustalıkla ördüğü gizemi aydınlatmadan evvel, yani belli bir noktaya kadar seyircinin hangi tarafı tutacağını açık etmemeye özen gösteriyor. Hatta kurgusal hamlelerle (Açılış – kapanış) bir tür manipülasyon yaptığını da söyleyebiliriz Fincher’ın. Özellikle önce erkeğin bakış açısıyla verilen kaybolma anı çok geçmeden onu birincil şüpheli konumuna sokarken, ilk bir saatin ardından başa dönüp olayı bir de kadının bakış açısından izlediğimizde işin rengi değişiyor. Bu noktadan sonra, film çok farklı bir yöne doğru savruluyor.

Hikaye ileri doğru akarken sayısal veriler kullanan Fincher, ağır anlatısını hem kurguda yaptığı manevralarla hem de seyircisini sürekli şaşırtarak kırıyor. Nick ile Amy’nin ilişkisini tanışma safhasından, evliliğe, mutlu günlerden, monotonluğa ve mutsuzluğa uzanışını flashbacklerle verişi ise karakterlerimizi tanıyıp empati kurabilmemizin yanı sıra bugün gelinen noktayı değerlendirirken daha çok veri sağlama işlevi de görüyor. Flashback sahnelerinin bir karakterin bakış açısından verilmesi de Fincher’ın yanılsama yaratmasına hizmet ediyor denilebilir.

Medyanın gücü adına…

Kullanmasını bilirseniz medya çok güçlü bir silahtır. Bilhassa da Amerika gibi idam cezasının olduğunu ve fakat sizi ipe görtürecek veya ipten alacak gücün halk jürisi olduğu ülkelerde… Gone Girl’de olayın topluma malolması ve gündemin ilk maddesi konumuna gelmesiyle “kayıp kız muhteşem Amy” vakası medya için reyting, olayın tarafları Nick ve Amy içinse savaşı kazanmak için en önemli silaha dönüşüyor. Burada doğruyu söyleyenin değil, en iyi yalan söyleyenin kazanacağı bir savaş başlamış oluyor. Çünkü medyadan daha iyi bir manüpilasyon aracı yok. Fincher, bu olay aracılığıyla medyanın toplum üzerindeki inanılmaz gücüne dikkat çekiyor. Amerikan toplumunu da eleştirmekten geri durmuyor. Çıkarları söz konusu olduğunda önce birbirlerini karalayan, sonra yine aynı çıkarlar sebebiyle birlikte hareket edebilen insanoğlunun ikiyüzlülüğünden dem vuyuyor yönetmen.

Suç filmlerine yeni bir soluk getiriyor

Zodiac’da klasik bir seri-katil hikayesinden karakter odaklı bir drama-gerilim çıkaran Fincher, Gone Girl’de de benzer bir formülün peşine düşmüş. Ve başarılı olduğu da bir gerçek. Yönetmen, beslendiği tür ve alt türlerden aldığı motifleri ustaca kullanmış. Kara filmleri vazgeçilmezi femme fatale’ın devreye girişi iyi bir örnek mesela. Tabi burada klasik bir femme fatale karakterinin canlandığını söyleyemeyiz. Genel olarak da suç filmlerinin kolları neo noiri ve polisiyeyi bir potada eriten Gone Girl için eklektik suç filmi tanımı yapamasak da en azından türe yeni bir soluk getirdiğini kabul etmemiz gerekiyor. Tür kapsamında izlediğimiz filmlerin tamamından ayrılan ama bütünüyle yeni de diyemeyeceğimiz bir film bu.

Son söz: Fincher’ın uzmanlık alanı olan türlerde yaptığı gezinti, yeni eserinde muazzam bir sonuç vermiş. Gone Girl, yılın en iyilerinden… 9\10