Post apokaliptik bilimkurgu filmleri Mad Max’le birlikte 80’li yıllarda kimliğini buldu. Çoğunlukla nükleer savaşların dünyamızı yaşanmaz bir yer haline getirdiği, hayatta kalanların da medeniyetin ortadan kalktığı ve güçlü olanların ayakta kalabildiği çölleşmiş yeryüzünde yaşam mücadelesini sürdükleri alt tür filmleri günümüzde yeni temsilleriyle ilgi çekmeyi sürdürmekte. Kıyamet sonrası filmleri özellikle 90’lı yıllarda The Postman, Waterworld gibi gişede hüsrana uğrayan örneklere gebeydi. Alan Martin’le Jamie Hewlett’in birlikte yarattıkları çizgi romandan uyarlanan Tank Girl de bunlardan biriydi. Eserin sadık bir biçimde beyazperdeye aktarılması çizgi romanı ilgiyle takip eden kitleyi memnun etse de onun dışında ne sinema yazarları ne de genel kitlenin beğendiği bir film olabildi Tank Girl. Şimdi bu memnuniyetsizliğin sebeplerine bir bakalım.
Yönetmen Rachel Talalay’ın b tipi bir bilimkurgu filmi çektiğini görüyoruz. Elbette filmin b tipi olması eserin özünü yakalama düşüncesi ve çizgi romanın görsel karşılığını bulma isteğinin önünde ciddi bir engel değil. Ancak dönemi için hiç de azımsanmayacak bütçesini (25 milyon dolar) hesaba katarsak daha özenli bir film beklememiz son derece doğal. Ara ara yapılan çizgi romansı geçişler, düşünce bulutları ve rengârenk boyanmış animasyon sahneleri Tank Girl’ü alt tür içinde ayrıksı bir noktaya yerleştiriyor. Ama bir düşünelim; post apokaliptik dediğimiz alt türün bu tip görsel-biçimsel oyunlara gerçekten ihtiyacı var mı? Ya da bahsettiğimiz atraksiyonların filme herhangi bir olumlu katkısı var mı? Hayır, yok. Filmdeki Tank Girl karakterine baktığımızda esasında kıyamet sonrası bilimkurgularının dünyasına ve duruşuna uymayan birini görürüz. Başına buyrukluğu, cesareti ve pervasızlığı evet ama her an her durumda yaptığı imalı esprileri ve yaramazlıkları, içinde bulunduğu dünyaya ait olmadığını düşündürüyor. Tank Girl’ün ciddiyetsizliği, filmin meselesine ciddiyetsiz yaklaşmasına sebep oluyor. Bu da seyircinin kendisini kıyamet sonrasının dünyasında hissetmesini engelliyor. Anlaşılacağı üzere filmin temel sorunu çizgi romanın eğlenceli dünyasının kıyamet sonrası bilimkurgularında herhangi bir karşılığının olmamasıdır.
Açılış sekansında Tank Girl nasıl bir dünyada olduğumuzu anlatmaya başlıyor. Dikkatimizi çeken şey ise anlatış tarzı diyebiliriz. “Yıl 2033, Dünya hapı yuttu!” gibi ifadeleri karakter açısından tanımlayıcı olsa da durumun vahametinin bu ve benzeri cümlelerle anlatılması şaşırtıcı ve yadırgatıcı bir etki bırakıyor. Tank Girl’ün açılışta bir boğayı, binek hayvan olarak kullanması ise iyi düşünülmüş detaylardan biri. Onun boğası, Mad Max’in motor bisikleti ile eş değerde. Ana karakterin feminist bir kadına dönüşmesi gibi önce boğa sonra Tank kullanması güçlü kadın imajını destekleyici önemli ayrıntılar olarak karşımıza çıkıyor. Filmin prodüksiyon kalitesinden bahsederken atlanmaması gereken bir başka şey de, ordunun üstün asker yaratmak için kanguru DNA’sını insanlar üzerinde kullanması ve savaş sonunda zehirlenerek birer ucubeye dönüşen bu askerlerin görsel karşılığının bulunamamış olması. Garip tüylü insanımsıların filmin prodüksiyon kalitesine yakışmayan bir şekilde yaratılması, inandırıcılıktan yoksun olmaları ve Yırtıcılar olarak adlandırılan bu karakterlerin film içindeki konumları itibariyle klişelerin dışına çıkamaması Tank Girl’ün zayıf yanlarından bir diğeri. 3\10