Haftalık sinema dergisi Arka Pencere’nin 324. sayısında Netflix’in Türkiye’ye gelmesinin sinemaseverler cephesinde yarattığı sevinç ve heyecanı, esasında haklı sebeplerle eleştiren yazarın konuyu Netflix’den torrente, oradan da sinefillere kaydırıp bir de genelleme yapmasıyla bir anda kendimizi tartışmanın göbeğinde bulduk. Şimdi Arka Pencere mevzusuna fazla girmeden, torrent-sinefil arasındaki ilişkiye değinmek istiyorum. Arka Pencere’deki isimsiz yazıyı biliyoruz ki saygı değer bir sinema yazarımız kaleme aldı. Belki bu yazıyı okur, bilemiyorum ama amacımın laf çarpmak, ortamı kızıştırmak olmadığını söylemek istiyorum. Bazı gerçeklere değinecek, sinefil arkadaşlarımın hakkını savunacağım.
Torrent-sinefil ilişkisi
Bazı arkadaşlar sinefil kavramının özündeki anlama fazlasıyla takılmış durumdalar. Filmleri çoğunlukla sinemada izleyen ve bunu yaşam biçimine dönüştüren insanlara sinefil dendiği yanılgısına düşmüş durumdalar. Bu dar bir bakış açısının göstergesidir. Geniş açıdan bakmayı başardığınızda sinema sanatını hayatının önemli bir parçasına dönüştürmüş sinemaseverlere sinefil, (film manyağı, film hastası gibi tabirler de kullanılabilir) denmesi gerektiğini göreceksiniz. Sanat olarak sinema, sinema salonlarından taşmış filmleri sahiplenebileceğimiz birer metaya dönüşmüştür. Öyle ki, artık usb bellek veya hard disc’imiz ile her an her yerde ‘sinema’ diyebilmekteyiz. Sonuçta televizyon, bilgisayar ve internet derken, film izleme biçimleri çeşitlilik kazandı. Filmlere ulaşabilmek de kolaylaştı. İşte bu noktada bir sinefil için hayati bir öneme sahip olan torrent sitelerine, torrentin sinema kültürüne katkılarına değinmek gerekiyor. Bak hemen, “Aa korsana destek veriyorsun!” diyenler oldu şimdi biliyorum. Deme kardeşim, deme! En az senin kadar biz de karşıyız korsana. Ama karşı olduğumuz başka şeyler de var: hep kendisini düşünenlere, biz bilirizcilere, otoritelere, gücü elinde tutanlara, paran kadar sanat anlayışına ve daha pek çok şeye karşıyız. Elbet sen de göreceksin gerçekleri! İşin maddi boyutundan, gelir düzeyinden dem vuracak diyeceksin, biliyorum. Ama yine yanılıyorsun. Bu, zaten senin de bildiğin bir gerçek. Bilmediğin şey ise gerçek bir sinefilin nasıl bir ruh hali içinde olduğu… Sinefil sabırsızdır. Hayranlık beslediği yönetmenin yeni filmiyle ilgili duyurunun yapıldığı ilk günden başlar heyecanlı bekleyişi. Bazen yıllarca beklersin… Darren Aronofsky The Fountain için 6 yıl bekletti bizi. Terrence Malick de The Tree of Life için başka bir 6 yıl daha... Bu bekleyişin, filmin dış basında aldığı başyapıt vb. tepkilerle o yönetmene gönül vermiş sinefilin bünyesinde yaratacağı heyecan dalgasını tahmin edebilir misin? Ya o filmin yaşadığı şehrin sinemasına gelmeyeceğini bilmenin yaşattığı üzüntü ve hayal kırıklığını… Ya o filmi vizyonundan da önce izleyebilecek olmanın vereceği mutluluğu… Film vizyona girdi. Millet kolasıyla, patlamış mısırıyla izliyor ve “Ne boktan film!” deyip, salonu terk ediyor. Sen ise çıldırmanın eşiğinde, sayıklıyor da sayıklıyorsun. O filmi izleyene kadar hayatında daha önemli bir şey olmayacağının farkındasın. Üzerindeki huzursuzluğu atabilmek, filmi tekrar tekrar izleyip özümsemek için yanıp tutuşuyorsun. Peki kim gerçek sinefil, kim sahte sinefil?
Torrent siteleri, zengin-fakir demeden herkesin film arşivi yapabilmesini olanaklı kıldı. Arşivciliği lüks olmaktan, bir zengin tutkusu olmaktan çıkardı. İyi bir sinefili arşivine bakarak tanırsınız, filmleri nerde izlediğine veya yılda kaç kez sinemaya gittiğine bakarak değil! Sinema kültürümüzü, sinema dergisiyle inşa ettik. Klasikleri, kültleri biliyor ama birçoğunu bulamıyor, izleyemiyorduk. Ne zaman ki internet hayatımıza girdi, işte o zaman gerçek bir sinema kültürüne sahip olmaya başladık. Filmleri tüketip, sinema tarihine hâkim olmaya başladıkça büyük resmi görebildik. Kendi sonuçlarımıza ulaştık. Dvd’nin ülkemizde henüz yaygın olmadığı zamanlarda vcd ve dublaj belasından torrent sayesinde kurtulabildik. Görüldüğü gibi asıl mesele sanata para harcamak ya da sanatsal çabanın karşılığını vermek değil. Sistemi değiştiremiyorsan, onun bir parçası olmak zorundasın.
Sahte sinema yazarları
Arka Pencere meselesinin ikinci perdesi ilkinden de vahimdi aslında. Şu an derginin yazar kadrosunda bulunan deneyimli, yaşını başını almış bir abimiz, twitter hesabından torrentten film izleyen ve Arka Pencere’yi eleştiren sinefillere “it sürüsü” yakıştırmasında bulunurken, SİYAD üyesi olmayan sinema yazarlarını da sahte sinema yazarları diyerek küçümsedi. Genç yazarlara “Siz, bizim geleceğimizsiniz” diyeceği, destek olacağı yerde aşağılamaya çalıştı. Neyse ki, o yazarın tavrını baz alıp, tescilli yazarlarımızla ilgili genel bir kanıya varmayacak kadar aklı başında insanlarız. Ülkece iyice ayrıştırıldığımız son 10 yılda, tescilli-tescilsiz, biz sinema yazarlarının da kendi içinde bölünmesi çok üzücü. Hadi ben 5 yıldır yazıyorum, yolun başında sayılırım. Tescilsiz bir şekilde saygın yayın organlarında 10 yıldır yazan, SİYAD üyelerinden ayıramayacağımız nitelikteki yazarlara yapmayın bari! Onlar da mı sahte sinema yazarı? Sahte diyerek tescilsiz sinema yazarlarını itibarsızlaştıramazsınız! Kendinizi ulaşılmaz bir yerde görüp, önce yazar arkadaşlarınızdan sonra da halktan kopyama başlar ve nihayetinde itibar kaybeden siz olursunuz.
Sinemadan çıkmış insanın, sinema için atan kalpleri üzmemesi dileğiyle…